13.08.2013

Bİ ' ŞEYLER DE...

destan yazmanı beklemiyorum ki ...
"sen"  de
"can"  de
"yar"  de
 uzun uzun anlatmaya ne gerek var..
"biz"  de...




12.08.2013

.......

Gitmek mi zor , kalmak mı derler ya...
En zoru birine " git" demek...
Üstelik kalmasını deli gibi isterken...




10.08.2013

SEN ...SEN....SEN....



Kendimi hangi yola vursam,
Sonunda " sen" i buluyorum..
Sayfalar dolusu yazmak geçiyor içimden,
Kalemden sadece " sen " dökülüyorsun...
Ne okursam okuyayım,
Anladığım sadece " sen " oluyorsun..
Sabah  "sana" uyanıyorum,
Yorulduğumda " sen" de dinleniyorum..
Hayal deyince " sana" dalıyorum..
Ne zamanla kendimle baş başa kalsam, 
" Sen" de kayboluyorum...
Üşüdüğümde " sen" de ısınmak,
Gölgende  soluklanmak,
"Sen" inle yaşlanmak istiyorum..






6.08.2013

İYİ BAYRAMLAR...



Hiiççç nerede o eski bayramlar edebiyatı yapmaya gerek yok...
Anın tadını çıkarmak lazım.
Daha vakit var gerçi ama, ne olur ne olmaz şimdiden  hayırlı bayramlar demek istedim..
Sevdiklerinizle  mutlu ve  huzurlu geçireceğiniz, kazasız, belasız, terörsüz,   zulümden uzak, haksızlıktan beri, kardeşçe, el ele, omuz omuza güzel bir bayram geçirmeniz dileğiyle ...))








5.08.2013

.......

Akıl,
mantık ve tecrübe eşliğinde zekayı yönetebilme ve yönlendirebilme sanatıdır...

                                                                                                 kahve telvesi..






SEV / Gİ

Genelde sabaha karşı yapıyor.
Tam ben uykumun en güzel yerindeyken..
Saat 5-6 civarı atlıyor yatağıma, tepemde  mırıl mırıl bi'şeyler söylüyor..
Git diyorum, uykum var diyorum, rahat bırak beni diyorum..
I ıhhh, beyefendi kesin kararlı ve ısrarcı..
Hadi diyorum gönlünü edeyim bari, yoksa rahat bırakmayacak..
Yarı açık gözlerle yatağımdan kalkıyorum...O önde ben arkada holde yürüyoruz..
Arada geri döndüm mü acaba diye  başını çevirip bakıyor..
İçeri girince benim oturmamı bekliyor, oturunca dizlerime atlıyor hemen..
Seviyorum,
Okşuyorum,
Konuşuyorum,
Rahatladığını hissettiğimde "hadi artık git ben de uyuyayım " diyorum...
Nasıl bişeydir bu anlamadım..
Bir kedi bile sevgisiz yapamıyor..
Her gün arsızca istiyor..
Her canlının, insan hayvan, bitki, hatta tasarrufumuzdaki eşyaların bile ilgiye, sevgiye ihtiyacı var..
Aksi halde hırçınlaşma, hayata küsme, eskime, yıpranma........daha bir çok olumsuzluk kaçınılmaz oluyor..
Varın sevgisiz insanların halini siz düşünün....





2.08.2013

SAY / GI



Arka koltukta bir çift. Muhtemelen karı-kocalar...Kadın gazete haberine sinirlenip, ağzına geleni söylüyor.. " salak, geri zekalı...." türünden. Kibar bir erkek sesi "  tamam adamın görüşüne katılmayabilirsin,  ama saygı duymak zorundasın " diyor sakin bir ses tonuyla... Kadın ,  görüşlerine katılmayan  kocasının ,  yetmezmiş gibi bir de kendisini eleştirmesine sinirlenip " sen sus Alp, sen konuşma" diyor.. Aradan bir kaç dakika geçiyor, kadın bir şeyler söyleyince koca cevap veriyor.. Kadın aynı tepkide " sen konuşma Alp ben kendi kendime konuşuyorum , sen sus".... Ve bu diyalog uzun bir süre devam ediyor..
Ayıp olmayacağını bilsem,  dönüp arkama bakacağım...  Alp   yanmışsın sen, Allah kurtarsın mı desem, Alp   titre ve kendine gel,  bu sakinlik adamı bozar mı desem....
Böyle insanlar  var gerçekten değil mi ?
Aynı görüşü paylaşmadıklarına karşı birden çirkinleşiveren, hakaret eden, küfreden, düşman belleyen,  vuran, kıran , öldüren....
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Evlilik içinde bile.. Böyle bir dayatma   yok. Ama kırk kat yabancıya karşı bile saygı  yükümlülüğümüz var. Kaldı ki,  eşe, arkadaşa, komşuya, iş arkadaşına  saygısızlığın mazereti, özrü olamaz. Üstelik ulu orta yerde. Başkalarının  duyabileceği ortamda..
Bu arada,  bahsi geçen çift 60 lı yaşları çoktan geçmişler....İndikten sonra gördüm..






..........

Belki de aheste yaşamak gerek hayatı...
Her nefeste hayalleri içe çekmek,
ve umut olarak geri vermek...




1.08.2013

DOST NE ZAMAN BELLİ OLUR ? İYİ GÜNDE Mİ KÖTÜ GÜNDE Mİ ?



Bakmayın siz bir kaşık suda bir birimizi boğduğumuza.. Biz aslında millet olarak merhametliyiz. Birinin canı yansa, bizim de yanar.Düşene tekme vurmak, birinin sırtına basıp yükselmek  erdemli insanların vasfı değildir. Bir haksızlık ya da yanlışlık gördüğümüzde etkili etkisiz, mutlaka tepki veririz. Daha olmadı söyleniriz.
İster yakınımızda biri olsun, ister vatanımızda, ister komşularımızda.. Yedi düvelin yardımına koşmakta beis görmeyiz. Hangi ülkenin ne yardıma ihtiyacı varsa, elimizdekini avucumuzdakini veririz..
Hele ki canı yanan, zarar gören, dara düşen yakınımızda, arkadaşımız, dostumuz ise, derdiyle dertlenir elimizden geleni yaparız. Millet olarak tam bir kötü gün dostuyuzdur..
Lakin, önemli olan iyi gün dostu olmak değil midir ?. Asıl dostluk bu zamanda belli olmaz mı ?
Bu konuda birazcık kıskançlık, imrenme ve hatta  fesatlık  sergilemiyor muyuz ?
Ondan değil midir, daha küçücük yaşlarda falancanın oğlu şu okulu kazanmış, filancanın kızı   çok becerikliymiş, onun kadar olamamışız laflarıyla büyümemizin sebebi ?
Hiç durmadan bizden bir tık önde olanlarla kıyaslanmamız yüzünden içimizdeki öfke ve hatta zaman zaman nefret tohumlarının çatlayıp dal budak sarması ?
Çocukluğumuzda bizden kopya çeken, oyunlarda hep ebe olan,  okulda ödevlerini yaptığımız arkadaşlarımız iyi bir mevkiye geldiğinde kim  içten , samimiyetle " bravo, helal olsun arkadaşıma " diyor ? Kim zamanındaki beceriksizliğinden, kafasının çalışmadığından dem vurmuyor ?
Düşünsenize, daha 5-10 sene evvel birlikte yokluğu paylaştığınız bir arkadaşınız, bilmem ne kadar maaşla bir şirkette genel müdürken, siz hala asgari ücretli bir iş bulsam diye yedi takla atarken , içiniz cız etmeden sevinebiliyor musunuz onun adına ?
Önemli olan dar vakitte el uzatmak değildir. Yedi kat el de yapıyor bunu ..
Asıl dost, dostunun başarılarıyla gurur duyan, göğsü kabaran, gıpta damarını kabartmayandır...








30.07.2013

......





Sanki  gül goncası...
Zamanla ,
Her yaprak açıldığında,
Şaşırıyorum,
Zorlanıyor aklımın sınırları...

ARADAYIM, ARAFTAYIM...


Araf deyince yanlış anlaşılmasın sakın.. Yani öyle cennetle, cehennem arasında falan değil..Arada bir yerlerdeyim..
Hep söylüyorum, sevmiyorum bu hallerimi.. Her şeyim yoğun ve baskın olmalı. Bıçak gibi ince, keskin...Yok bu laf öyle değildi, kıldan ince , kılıçtan keskin.. Bu da sırat için kullanılan bir tanımlama değil mi ?
Hayırdır ne oluyoruz ya, gözümüz toprağa mı bakıyor yoksa ne..
Neyse.. Garip hallerdeyim.. Okuyorum ama yazamıyorum, düşünüyorum ama konuşamıyorum durumundayım. Bir garip halet-i ruhiye,,,Huzurlu muyum,  bezgin miyim, dingin miyim, miskin miyim çözemedim gitti.. Ne hayra yorabiliyorum, ne şerre..
Beklemedeyim..
Tetikteyim..
Hani olsun istemem, ama fırtına öncesi sessizlikse bu, o da kabul..






27.07.2013

.........

Gidişine lafım yok ta...
Bari giderken uykularımı götürmeseydin !!!.....





SEN NASILSIN ?

Böyle bir soruya verilecek en masumane cevap " iyiyim " demektir sanırım..
Lakin, nasıl olduğumu bilmiyorum ki ben..
Hani kuşlar özellikle  bir ağaç dalındaki meyveyi gagalarken, hiç durmadan kanat çırparlar ya..
Çünkü kanat çırpmadan durmaları mümkün değildir..
Düşerler..
Ben de ha bire kanat çırpıyorum sanırım..
Düşmemek için...






26.07.2013

..........

En çok sevdiği şeyden bile zamanla bıkabiliyormuş  insan....
Evimi özledim ben ......





25.07.2013

ZIVANADAN ÇIKMAK...

Zıvanadan çıkmak deyince aklıma ilk gelen, haddi aşmak, çok sinirlenip kendini kaybetmek. Lugate baktığımda ise " genelde çok sinirlenildiğinde kendini kaybetme durumu , öfkelenmek, yoldan çıkmak , çıldırmak...... " yazıyor . ( Uludağ Sözlük.)










Tabi ki yanlış biliyormuşum. 
Arkadaşlar bir geceliğine İstanbul'a gidelim dediklerinde, hiç düşünmeden evet dedim . Akşam üstü uçakla iftara gidilecek , sahur yapılıp yine sabahın kör vakti geri dönülecek . Malum ertesi günü iş var. İftarla sahur arasında rehber eşliğinde  Eyüp Sultan Camii gezilecek . Doğrusu bana söylediğinde, bu kadar güzel bir akşam olabileceğini tahmin etmemiştim . Rehberimiz sıradan biri değilmiş meğerse :) önceden tarih öğretmeni olan , şu an kendini  tamamen rehberliğe adamış , şehir şehir gezip konferanslar veren , tv de program yapan bir bey . 
En ince ayrıntılarına kadar anlattı camiiyi , Eyüp Sultanı , tarihimizi . En çok ilgimi çeken konulardan biri  " zıvana " meselesi oldu . 
Zıvana , sadece cami ve medrese parmaklıklarında kullanılan , yatay ve dikey demir çubukları birleştirmede kullanılan bir demir parçasıymış . Taşıdığı anlamdan dolayı , evlere böyle bir parmaklık yaptırmak mümkün değilmiş . 
Bu demir süslemeler, inancın , hayatın her alanına yansımasının bir göstergesi . Dikey olan demir çubuk vahyi , yatay olan ise sünneti temsil ediyor. İki çubuğun birleştiği yerdeki demir parçaya da zıvana deniyor. Yani vahiyden ve sünnetten ayrılmayın. Zıvanadan çıkmak da  Kur' an ve sünnetten ayrılmak anlamına geliyor. 
Zıvanadan çıkmaktan sakınmak gerekir demek ki ...








24.07.2013

..........

Hangi ara bağladık kemerlerimizi,
Ne zaman başladı mutsuzluğa yolculuğumuz,
Ben ücretimi ödedim,
Şimdi müsait bir yerde inebilir miyim ...




23.07.2013

.........

Sen gelsen
Karşılıklı otursak,
Hiç konuşmasak,
Hep sussak.....




22.07.2013

.......

Zamandı..
Ya da zamansızlık..
Neye el atsak  altından o çıktı..
Suçlu ilan edip yargıladık..
O darağacına gitti,
Böylelikle biz aklandık...





21.07.2013

.........

Şimdiki doğruysa, geçmişteki yalan mıydı..
yoksa geçmişteki doğru da şimdiki mi yalan...
aslında cevabını merak etmediğim bir soru..
çünkü sırada yalan mı  var yoksa doğru mu
bilemiyor ki insan.....











20.07.2013

.......



ve görüversen  gözlerimden akan hüznü..
bakışların yıkasa üzerime sinen yalnızlık kokusunu......





SARI ODALAR.....



    Bazen hayat gerçekten çok garip geliyor bana.. Hani öyle böyle değil. hayat derken tabi ki görünen, görünmeyen, elle tutulur , gözle görülür, hayal edilir, hissedilir olan her şey konuya mündemiç.. mündemiç.. nerden aklıma geldi bu kelime.. Oysa ben izaç kelimesine  meftunumdur daha çok.." akıl müziç bir   nimettir"...  öyle midir gerçekten.. bence değil.. neden derseniz,  insanın başını derde sokan zekanın fazlalılığır. zira, akıl  zaten zekanın tecrübe ile birleştirilerek kullanılabilirlik kapasitesi demek oluyorsa, aklın  fazlalığı insan hayatını kolaylaştırır. ama işte zeka tehlikelidir.. Hani  çeşmeyi açarsınız, ucunda hortumu varsa, tazyikli su  hortumu deli danalar gibi oradan oraya atar da tutamazsınız ya... kontrol altına alamazsınız yani.. işte zeka da öyle. zeki insanı zapt etmek , elde tutmak, kontrol etmek  de o kadar zordur..
Neyse...
Çok da biliyormuşum gibi  ahkam kesmeye başladım...
Bugün biri , aslında  herkesin dilinde olan bir  laf etti de aklıma ordan geldi bu konu.. 
    Hani kalıplaşmış şeyler vardır. Yurdum insanının 100 tanesini çevirin sokakta,  hobileriniz nelerdir, ya da klasik tarzıyla,  boş zamanlarınızda neler yaparsınız  diye sorun..Bu yüz taneden  80 tanesi  "kitap okumak, müzik dinlemek, seyahat etmek " demezse ben de   fazla kaynamaktan köpüğü kaçmış kahve olmazsam ne olayım... İşte ondandır   hepimizin  her konuda araştıran , bilgi sahibi olan, analiz eden  hallerinin sebebi.. Çok okuruz ! biz.. Öyle kafamıza takılan bir soruyu millete sorarak öğrenmek yerine, gerekirse 3-5 kitap karıştırır, okuduklarımızı harmanlar, mantığımıza vurur, muhakemeyle doğruya vasıl oluruz !..
      İnce ruhlu oluşumuzu da  her boş bulunduğumuzda müzik dinlemeye borçluyuz... Gerçi  " olmaz ilac sine-i sad pareme, çare bulunmaz bilirim yareme....." tarzındaki eserler yerini, Moda'da 3-5 tur atan , olmadı bi de sinema yapan kızlara,  o kız beni görmeli, bana kazak örmeli   diye  seslenen  erkeklerin  diyaloglarına  bıraktı.. Ama olsun...Tamam hepimiz işimizi yaparken, ders çalışırken, yemek yaparken, arabada giderken dinliyoruz.. Buna lafım yok..isterdim ki evimin bir köşesi olsun..Hani diğer kısımlarıyla bağlantının olmadığı sessiz , sakin bir köşe.. Rahat , sırtımı, başımı yaslayabileceğim bir koltuk... Gözlerimi kapatıp, ruhumda hissedebilmeliyim dinlediğim müziği....Bu da fazla mı romantik oldu ne...
Bir de şey takılıyor kafama... Yağmurda yürümek meselesi... İki üç damla düşmeye başlasa kaçacak delik ararız.. Ama lafta yağmur altında yürümeye bayılırız.. Bu eleştirdiğim şeyler var ya.. Aynısını ben de yapıyorumdur  çoğu zaman.. 
Şimdi sarı odalar başlığı nereden çıktı diyen olursa.. Bir kaç  defa dinledim bugün..Zaten severim. egomu besleme ihtiyacı hissettiğim zamanlarda daha bir fazla severim :)) Konuyla alakası yok yani. Hoş konunun da kendi içinde bi bütünlüğü ve mantık kurgusu da yok ya neyse.. Çenem düştü bu gece. Saatlerce konuşsam açılmayacak gibiyim. Kendimi yazmaya vurmalıydım ama bu yazdıklarım gibi değil. Daha bir üsturuplu.. şimdi bu kelimeyi muhtemelen yanlış yazdım ben ama üşeniyorum,  bakamıyacağım... yani noktalı mı olacak noktasız mı....
Bu kadar yeter  demeli artık. Saatin 5 e gelmek üzere olduğu düşünülürse , en fazla 4 saat olacak uykuma dalmanın vakti  geldi demektir...








19.07.2013

CENNETİN ÇOCUKLARI...



Siz hiç girdiği bir yarışmada 3. lüğü hedeflerken 1. olduğuna üzülen birini gördünüz mü ?
Ali ve Zehra... Hasta bir annenin, evini kıt kanaat geçindirmeye çalışan fakir babanın çocukları. Ali , kardeşinin ayakkabısını tamirciden aldıktan sonra kaybeder. O kadar fakirlerdir ki, babalarına söylemeye çekinirler, çünkü başka ayakkabı alacak paraları yoktur. Bunun üzerine okula giderken dönüşümlü olarak Ali'nin ayakkabısını giyerler. Ali, 3.lüğe ayakkabı verileceğini duyunca, uzun mesafe koşusuna katılır ve birinci olur...


Koşmaktan ayakları su toplar. Sevinemez, üzüntüyle eve döner, zira 1. olmuştur..
Fakir olmalarına rağmen çaylarına, caminin  şekerini koymayacak kadar hassas ve onurludurlar..
Evin  hanımı,  hasta olmasına rağmen, başka bir hasta komşu kadına çorba yapıp gönderecek kadar merhametlidir..
Baba , " bütün gün dairede çay yapıyorum, ama kızım Zehra'nın yaptığı çay başka bir güzel " diyecek kadar sevgi doludur..Eşine,  "hastasın, kendini yorma, ben sana yardım ederim " diyecek kadar düşünceli ve kuşatıcıdır.
İki kardeş,  tek ayakkabıyı paylaşacak  ve imkanları olmadığı için bununla yetinecek kadar  büyüktür...


Çocuk oyuncuların seçimi mükemmel..Konu  "böyle bir şey filmlerde olur" değil, hayatın tam da içinden olan , çocukluğumuza ait anıları depreştiren bir konu. Bir çok yarışmada ve festivalde ödül kazanmış bir İran filmi..Fakirliği, aile dayanışmasını,  kaderi değiştirme yolundaki mücadeleyi anlatan  ve zamanımızın doyumsuz, hiç bir şeyden mutlu olmayan insanlarının izlemesi gereken bir film ...




İyi seyirler...




17.07.2013

YAĞMUR OL YAĞ YÜREĞİME....



Yağmur yağıyor.
 Kim nasıl anlam yükler bilemem..
Ama ben yağmuru yağdıran bulutların doğudan geldiğini tahayyül ediyorum..
Ve nefesinin o bulutlara karıştığını..
Yüzümü yağmura çeviriyorum, gözlerimi kapatıyorum..
Damlalar düşüyor yanağıma, nefesini yüzümde hissediyorum..


.......

Yerçekimi gibidir aşk..
Sizi bağlar, savrulmanıza engel olur..




.......

bir damla kan,
bir damla göz yaşı...






16.07.2013

RUHUMU ÖZGÜR BIRAK...

    
   
        İsteksizce kalktı yataktan. Önemli bir gündü...Heyecanlıydı, korkuyordu.. Aslında duygularından çok da emin değildi. Bu kalp atışlarındaki hızlanmanın sebebini,  onu korkutanın ne olduğunu bilmiyordu..
      Terliklerini giymek istedi, bir teki her zamanki gibi kayıptı.  Güldü kendi kendine...
     - Akıllanmazsın kızım sen.. Her sabah aynı terane.. Şunların ikisini yan yana koysan,, ayırmasan da sabah hemencecik bulsan ne olur  sanki..
Lavaboya gidip,  musluğu çevirdi..  Ellerini yıkadı defalarca.. Farkında bile değildi. Ahhh bu gün bir bitseydi.. Akşam olsaydı da televizyonun karşısında sere serpe otursaydı..
    - Geçecek, göz açıp kapayıncaya kadar geçecek..
Hemen kendine geldi, yüzüne hızla bir iki avuç su serpti. Saçlarını tarayıp, tepeden bağladı. Derli toplu olmalıydı. Dolabın kapaklarını açtı. Giyinirken zorlanacaktı. Üzerine hem rahat,  hem düzgün bir şeyler giymeliydi.
   - Ya kendimi kaybedersem... Ya bağırıp çağırmaya başlarsam ?
Kafasındaki bu saçma düşüncelerden çabucak kurtulmalıydı. Mutfağa gidip su koydu. Süte uzandı, vazgeçti. Ayılmak için sade içmeye karar verdi. Kahve fincanını avuçlarının arasına alıp pencereye yöneldi.  Dışarıyı seyretmek hoşuna gidiyordu. Her insan ayrı bir dünya demekti onun için. Neriman teyzeyle göz göze  geldi . Yaşlı kadın can sıkıntısından, bıkıp usanmadan her gün  giderdi o markete. El salladı  camın arkasından  gülümseyerek..
    - Ben de mi onun gibi olacağım ? Yaşlandığımda tek başıma?...
    İçi daralmaya başlamıştı, farkettiği anda döndü odaya doğru. Akşamdan toplamakla iyi etmişti. Huzursuz olurdu dağınık bıraksa...
    Fincanı  mutfağa bırakıp  hızlıca çıktı evden.. Koşar adımlarla giderken, neler söyleyeceğinin üzerinden geçti bir kez daha. Suçlamayacaktı. Sesini yükseltmeyecekti..Uzun yıllar geçmişti üzerinden.  Artık kendini kontrol edebilmeliydi..Bunca yıl sonra karşılaşmaları sevgi dolu olmasa da , ki bu çok zordu, en azından saygılı davranmalıydı..
     O'na yaklaştıkça yeniden başladı çarpıntısı.  Hiç bakmadan ilerledi, adımları geri geri gidiyordu sanki. Geri dönmeyi düşündü bir an, vazgeçti.. Çok geçti artık..
    Ses etmeden , ilişir gibi oturdu bir kenara... Hemen söze başlamalıydı.. Uzatmanın alemi yoktu.
    - Çok uzun zaman oldu,  dedi..
Gerisini getirmek zor olacaktı.
    - Hep gelmek istedim sana... İnan istedim.. Ama olmadı işte,  biliyorsun..
Ağlayacak mıydı ne.. Sanki sesi çatallaşmaya başlamıştı. Yutkundu, öksürdü..Mırıldanır gibi çıktı ağzından kelimeler..Bakmıyordu hiç O'na doğru. Bu çekinme, ürkeklik eskiden beri vardı gerçi. Sahi hiç gözlerinin içine bakmış mıydı ? Bakabilmiş miydi ? Bir an düşündü. O'nun karşısında eskiden beri aynı duyguları hissederdi. Korkuyla karışık bir heyecan...
     -Ben vazgeçtim.. Sorgulamalardan, hesaplaşmalardan vazgeçtim. Çünkü ne kadar uğraşsam da işin içinden çıkamıyorum.. Soruların cevabı sende , biliyorum.. Bu konuşmayı çok önceden yapmalıydık. Beni bunca cevapsız soruyla bırakıp gitmemeliydin...
Hiç durmadan konuşuyordu. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi... Ne çok prova yapmıştı oysa.. Hepsini unutmuş, aklına geleni söylüyordu..Bir ara dayanamayıp ağlamaya başladı.. Ne kadar kaldı orada farkında bile değildi. O'nunla yaptığı en uzun konuşmaydı..Hoş sorularına cevap vermekten başka konuşamazdı ki daha önce karşısında...
    Hava kararmak üzereydi neredeyse.. Yavaşça  doğruldu , ayağa kalktı.. Geldiğinden beri ilk kez O'na doğru baktı. Dayanamadı, hıçkırarak üzerine kapaklandı.. Ağladı ağladı... Sonra bir avuç toprak aldı eline, kokladı içine çeke  çeke.. Öptü, Usulca yere bıraktı...
     - İnan seni affetmeyi çok istiyorum ... Kim bilir belki bir gün.....
Birden geri dönüp   koşarcasına uzaklaştı oradan... Tahmin edemeyeceği kadar hafiflemişti. Konuşmak iyi gelmişti ...






15.07.2013

YOK ASLINDA BİR BİRİMİZDEN FARKIMIZ......

Kızgınız..
öfkeliyiz..
nefretle bileylenmişiz..
niye..
görmezden geliniyoruz diye..
baştakilerle ve onları başa getirenlerle  aynı düşünmesek de insan olduğumuz ve haklarımızın olduğu göz ardı ediliyor diye...
Demokratik toplum düzenine geçemedik diye..
düşüncelerimizi ve haklarımızı yeteri kadar savunamıyoruz, dile  getirmemize bile izin verilmiyor diye...
bedeli ne oluyor ?
hukuk devletinden çok polis devleti muamelelerine maruz kalmak...
Ne yapıyoruz, yılmayıp direnmeye devam ediyoruz...
bu uğurda çok canlar yansa da,
hayatlar kararsa da..
geleceğe ait umutlar sönse de...
tamam biz  demokratikleşme sürecinin kurbanları olalım...
yeter ki bizden sonra gelenler  insanca yaşasın..
demokrasi her vatandaşı kavrasın, kuşatsın diye...
bu arada farklı sesler çıkarsa ne yapıyoruz...
yani bizim gibi düşünmeyenler?
dışlıyoruz,
ötekileştiriyoruz.
hayatımızdan çıkarıyoruz,
aşağılıyoruz.
engelliyoruz
siliyoruz
sus diyoruz
sesini çıkartma,
çıkartacaksan da bana yakın durma...
yani...
tasvip etmediğimiz, direndiğimiz, isyan ettiğimiz, onaylamadığımız ne varsa bire bir aynını yapıyoruz..
yok ol, olmazsan da ben seni yok sayarım diyoruz...
ne farkımız kalıyor ??
bu mücadele ne için peki?
demokrasi için mi, yoksa tüm insanları aynı kalıba sokmak için mi ?
bizim gibi düşünsünler diye mi ?
yanlışlık var... bir yerlerde yanlışlık var...






14.07.2013

.........

Dedi ki ;
" Sen sarmaşık gibisin,
Köklerin ne kadar sağlam olsa da,
Hayata tutunmak için, gövdesi güçlü birine sarılmak zorundasın "
Ve sen,
Ulu bir çınar gibi, tanıdığım , en güçlü gövdeye sahiptin...
Ama istemedin..
Hiç değilse, ruhuna yaslanmama izin verseydin...





12.07.2013

......

Oldukça muhkem bir kalenin kapısını, kucağınızda  koca bir tomrukla  vurmak gibidir,
Canınızı yakan, kalbinizi inciten, sizi hoyratça savuran , hayallerinizi yıkan, umutlarınızı kıran birine, hatasını  ikrar ettirmek...
Var gücüyle savurur her türlü hücumunuzu...
Çünkü ona göre  " evet yanlış yaptım " demek,  suçunu kabul etmek, surda gedik açmak gibidir...
Yenildiğini hisseder,
Kaybettiğini...
Ne kadar uğraşsanız da alt edemezsiniz...
Canını vermekle eş değer gibidir özür dilemek..
Yorulursunuz,
Tükenirsiniz,
Ama enaniyetini kıramazsınız....






........

Ailede baba çok otoriter ise, o evde yetişen erkek çocuk , silik kişilikli bir adam olup çıkıyor..Sorumluluk almayı beceremeyen, problemlerle karşılaştığında  görmezlikten gelen  bir adam..
Ailede baba zayıf kişilikli, silik karakterli ise eğer, o evde büyüyen erkek çocuğu anne himayesinden kurtulamayan, ana kuzusu bir adam oluyor..Hayatının  ilerleyen dönemlerinde,  karşısına çıkan problemlerde panikliyor...
Otoriter babanın oğlu, annesine acıma ağırlıklı öfke duyuyor..Bu otoritede en çok ezilen  annesine bir yandan acırken, diğer taraftan bir çıkış yolu bulup hem kendisini hem çocuklarını kurtaramadığı ve zulme maruz bıraktığı için öfkeleniyor..
Silik kişilikli babanın oğlu ise, annesine karşı saygı (ya da hayranlık ) ağırlıklı öfke duyuyor...Babanın dolduramadığı otorite ve  güçlü kişilik, annesine karşı hayranlık uyandırırken, yaradılışa ters olarak bir kadının himayesinde ve hükümranlığında olmayı kaldıramayıp öfkeleniyor...
Oysa ailede babanın kuşatıcı olması , korku yerine saygı uyandırması gerekir...






11.07.2013

.......

Gönlümün kıyılarına,
Dalga dalga hüzün vuruyor bu gece....




4.07.2013

.......

Gözümden uzaklaştıkça gönlümde büyüyorsun...
Gönlümde büyüdükçe gözümden uzaklaşıyorsun...
Nasıl kırılır bu kısır döngü ? ....




.

29.06.2013

.......


Masadan kalkarken, garsona " bizim hesabı alır mısın" demeye benzemiyor işte hayatla hesaplaşmak.. Öylesine karışık, karmaşık, girift...
Ne alacağını alabiliyorsun, ne de hayatın alacağı bitiyor senden..
Üstü kalsın diyemiyorsun işte.. Kuruşu hesaplar gibi, yaşanmamış her anın acısı hesabı kabartıyor sadece..
Bakamıyorsun önüne. Beynin, ruhun, duyguların geçmişte takılı kalmışken kendini atamıyorsun ki  istikbale..
Boğazında bir yumruk, bir düğüm... Çaresiz kılıyor seni. küçülüyorsun, küçücük oluyorsun..Kedi yavrusu gibi..
Söylenecek çok şey varken, bağırmak isterken susuyorsun..Kör bir kuyuya bağırmak istiyorsun.Kimse duymasın ya da herkes duysun..
Ama ne olur yeter artık, ben duymayayım bu  içimin hıçkırıklarını...







27.06.2013

ÖRSELENMİŞ HAYATLAR...( N. Ç. 'YE İTHAFEN..)


Sen yalnız değilsin. Ne yazık ki senin gibi onlarca yüzlerce çocuk, kadın bu insanlık dışı muameleye maruz kaldı, kalıyor, kalacak ta.. Keşke içimde kopan fırtınaları  eş tutabilsem ruhuna...
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak..Ya da olması gerektiği gibi.. Hayal kurmadan büyümeyi öğreneceksin mesela.. Onun yerine, hayatın rutinleri hayal olacak senin için..
Her gece yatağa ağlayarak gidecek, haykırarak uyanacaksın.. 
Çığlıkların  bölecek geceyi..
Çığlıkların saracak seni..
Kimsenin duymadığı, duysa da dindiremediği..
Herkesin içinde bir çocuk varken, bir yanı çocukken, sen hep çocuk kalacaksın. Ruhun büyümeyecek hiç.. İşte o anda takılı kalacaksın. O andan sonrasını hiç yaşanmamış sayacaksın. 
Kirlenmişlik duygusuyla baş etmen zor olacak. Gözyaşlarınla temizlemek isteyeceksin kendini. Ne kadar ağlasan da nafile. Yapışır o illet duygu benliğine..Aşamazsın. Yok edemezsin. Gölge gibi takılır peşine de  yalnızlığı bile özlersin..
İnsanlardan nefret eder, ama yine de sevgi beklersin. İstersin ki 1, 3, 5, 26.... kaç taneyse o insan müsveddeleri, onların açtığı yarayı yine bir insan tamir etsin . Hem korkar, hem güvenmek istersin.. Ruhunu asla birinin yüreğine emanet etmez, ama biri ruhunu kuşatsın istersin.  Çünkü seni arıtacak, arındıracak olan tek şeydir aşk... Ya bir kula, ya da o kulu yaradana tutkulu bir aşk beslemelisin ki tamir olabilesin...Ama  kırıktır kalbin. İçten içe isyan edersin, küsersin.. 
Aşağılanmış hissedersin kendini..Değersizlik duygusu hayatının yamacına oturur, her an gözler seni.  ne görmezden gelebilirsin, ne de istediğin değeri görebilirsin.. Anlamazlar ki seni.. Önemsenmek istediğini bilmezler..Zannederler ki acıyan bedenin.. Oysa ruhunda ne yaralar açılmıştır görmezler. tedavisi yoktur. Hiç bir ilaç  geçirmez. Zaman her derde deva olur da senin yanına bile uğramaz..
Geçmiş, hatırlamak istemeyeceğin kadar karanlık, gelecek  seni ürkütecek kadar meçhuldür. Zamansız budanmış gül dalı gibi, tomurcuklanamazsın.  Küsersin hayata . Kızarsın kendine. Kötü müyüm ki dersin.. Hak etmiş miydim.. 
Şimdi sana sarılmak isterdim.. 
Yüreğinin yangınını söndürmek,  seni kuşatmak isterdim.. 
Gözyaşlarımız bir birine karışsın isterdim...
Senin ne kadar masum, ne kadar suçsuz olduğunu  anlatmak isterdim...
Sana bunu yapanları tek tek kendi ellerimle asmak isterdim....
Umarım, hayata sımsıkı sarılırsın... Başın hep dik yürü  küçük kız..
Unutma, senden daha temizi, daha masumu yok bu dünyada...
Ve bizi affet..
Seni koruyamadığımız için, anlayamadığımız için, duyamadığımız için...
Bizi affet..





......

İtidalli olmayı sevsem de, itidalli  ruh halinden yana değilim..
Sevemedim, sevmiyorum..
İfrat tefrit arasında hızlıca geçişler yapayım istiyorum. En azından bu günlerde öyle..Ya çok mutlu olayım, ya da çok karamsar ama asla ikisinin ortası olmasın. Ya öfkeden kuduracak hale geleyim, ya da içimi, ruhumu, davranışlarımı  huzur denilen şey çepeçevre sarsın istiyorum. Ama durup düşünüp ruh halim iyi mi kötü mü bilememek, karasız kalmak bana göre değil.
Geçer mi bu hal? Geçer elbet..




.....



Garip bir hal bu..
huzur mu,  boşluk mu belli değil..
ayrımına varamıyorum..





25.06.2013

.......



Ulu bir çınarın gölgesinde dinlenir gibi,
Dinlenmek istedim ruhunda..
Bakışlarında soluklanmak,
Kelimelerinde huzuru yudumlamak istedim..
Gönlümden gönlüne bir köprü olsun istedim..
Ben seni sadece bu dünyada değil,
Ötelerde de  yanımda ol istedim..






24.06.2013

KOLAY DEĞİL DİLİMİZDEKİNİ DAVRANIŞA DÖKMEK...



O kadar kolay değil işte o..
hani hepimizin dilinde pelesenk olan,
atıp tutuğumuz, savurduğumuz..
yalan anlayışlı, hoşgörülü olduğumuz...
ne bir olabiliriz, ne beraber yapabiliriz..
öfkeliyiz..
ön yargılıyız..
cahiliz..
zannedildiği gibi eleştiriye açık değiliz..
açığız dediğimiz zamanlarda da aslında övgüye talibiz..
hoşgörülü değiliz..
ya  bizim gibi düşünsün,
ya da bizden uzak dursun isteriz..
bir tek biziz akıllı olan,
diğerlerinin akil olduğu külliyen yalan..
doğru tektir bize göre,
o da bizim düşüncemizde..
farklı olana tahammülümüz yok,
o halde durup dinlemeye, düşünmeye de  gerek yok..
sustururuz farklı nağmeleri,
tek ses yeter,  çok seslilik kuru gürültü,
farklılık gözü tırmalayan bir görüntü..
yalan birlik  olduğumuz,
yalan mı bizden olmayanı bir kaşık suda boğduğumuz..
oysa derdimiz, sürü olmamak,
aynı düşünüp, aynı davranmamak,
öyleyse bu hazımsızlık niye,
ötekileştirmek insanları, farklı düşünüyor diye ...
hoşgörü sadece dilimizde..
davranışa dökmek o kadar kolay değil işte...






10.06.2013

KALMAYACAKSAN GELME SEVGİLİ....


Küçük bir dünyam var benim..
küçük ama huzurlu..
bazen içine sığamadığım,
bazen sınırlarına hakim olamadığım,
yine de dışına taşamadığım bir dünya...
dışa açılan pencerelerini kapatırım sıkı sıkıya.
ne kimse gelsin isterim içeri,
ne de nazar etsin ..
bazen
hani herkeste olduğu gibi, 
daralırsam,
bunalırsam,
sıkılırsam,
pencereme koşarım..
dışarıyı seyreder , hayallere dalarım..
seni görürüm bazı günler..
seni
tekliğini
kimsesizliliğini
gözlerinin ışığı sönmüş ferini..
bir uzatsan elini
tutuverecekmişim gibi
yakın hissederim, sana kendimi..
beklerim
sabırla,
heyecanla
kapımın önüne geleceğin, hadi gel diyeceğin, bana sesleneceğin anı..
hiç naz etmem katılırım sana
önce renk renk bilyeler avuçlarında..
paylaştırırsın, bir sana, bir bana..
her birine ayrı bir hikaye uydurursun..
anlattıkça sen, ruhumu diyardan diyardan savurursun..
hiç korkmam,
endişelenmem,
üzülmem
sen yanımdayken , duyduğum tek şey güven..
sesine güvenirim
kelimelerine..
bakışlarının ardında gizlediklerine...
beni güldürmek için uydurduğun hikayelerine,
ikimizin ortak olduğu hayallerine..
tam geçmişken kendimden,
zamanı da mekanı da aşmışken,
hırçınlaşırsın..
anlarım ki  kucağına düşmüşüz yine ayrılığın..
kal diyemem,
gitme diyemem,
ama ne zaman el atsan avuçlarıma,
 içim burkulur da yine ses edemem..
verdiklerini geri alırken,
aldığın tek şey o bilyeler değildir,
ikimiz de biliriz..
biliriz de  kelimelere dökmeyiz..
hayallerimi alırsın,
hikayelerin yalan olur da , "sus" der gibi bakarsın..
her gidişin biraz daha yakar içimi..


gelme sevgili...
gidişi olmayan gelmelerde dinlenemeyeceksek,
gelme sevgili..
çalma kapımı..






3.06.2013

BU GİDİŞAT NEYE MALOLUR??

Galeyana gelmek kolay ama çözüm değil.
Biraz feraset, biraz sükunet, çokça sağduyuya ihtiyacımız var..









2.06.2013

İSYAN DOĞRU, ADRES YANLIŞ....

Kimse aynı inancı, düşünce yapısını, siyasi görüşü paylaşmak zorunda değil...
Kimse  iktidarın  her icraatini  onaylamak zorunda değil..
Gösteri yapmak,  yürüyüş düzenlemek izin alındığı sürece demokratik hak..
Hepsine eyvallah..
İyi de bu adam padişah değil ki..
Diktatör de değil..
Seçimle gelen seçimle gönderilir..
Elbette yanlışları çok, bazı sözleri yenilir yutulur gibi değil..
Halka rağmen inat etmesi de kabul edilir gibi değil..
Ama bir değil, iki değil, üçüncü döneminde bu hükümet...
Bunca yıldır muhalefet nerede??
Ne yapıyor???
"Halkın yakasından düş " demek kolay...
O düşmese de bu halk yakasından sıyırmayı bilir ..
Yeter ki sen iki yakanı bir araya getir önce...
İşte bu nedenle isyan bunca yıldır , bunca seçimdir başta kalan  hükümete karşı değil,
Muhalefette acizlik gösterene yapılmalıydı...
Hala iktidar olmayı beceremeyene yapılmalıydı...
"Aziz Nesin haklı" demek işin kolayına kaçmaktır..
Beceriksizliği örtmez, züğürt tesellisidir....
Gerçekten uyandığına emin misin Türkiye ? 










28.05.2013

.......

İnsan bazen mutlu olduğu için değil,
Mutlu olmak için hayal kurar.....
Hayallerinden ,
Yorulduğu için değil ,
Umudu tükendiği için vaz geçer....









26.05.2013

DOZ AŞIMI...

Garip bir insanım ben..Ama inanın suç bende değil, tamamen burcumun hatası :) Yani öyle olmalı mutlaka, yoksa niye garip takıntılarım, saplantılarım olsun ?
Hani hastalıktan ölsem doktora gitmeyi sevmem, görmezlikten gelirsem düzeleceğim zannederim.. Mecbur kalıp gidersem, yazılan ilaçları düzenli kullanamam, bir süre sonra tamamen bırakırım hatta .Çok kötü biliyorum, ihmale gelmez biliyorum, sonra başım daha çok ağrır onu da biliyorum. Ama yine de bildiğimi okuyorum işte..
Şimdi gittin doktora ilaçlarını aldın diyelim. Neticede hepsi kimyasal. Bu nedenle bir sorun çözülürken, vücudun başka bir yeri elbette zarar görüyor.  Safradaki problemi giderirken, karaciğer bozuluyor,  dalak şişmesin derken, kalp büyüyor...O zaman ne yapmak lazım, baştan kendine iyi  bakacaksın, küçük bir pürüz gördüğünde hemen çözüm bulacaksın.. Gözün üzerinde olacak... Tabi işi abartıp hastalık hastası da olmamak lazım..
İşin bu yönü kolay..
Asıl mesele, fiziki  rahatsızlıklardan ya da aksiliklerden  ziyade, ister ruhsal deyin, ister duygusal deyin ya da  karakteristik deyin...işte onlar...
Mükemmel  olanımız yok ki..Hepimizin  hoşlanmadığımız yönlerimiz var mutlaka.. Olmalı zaten. En büyük hastalıktır kendini kemale ermiş zannetmek..
Düşününce en rahatsız olduğum yönlerimden biri " hayır " diyememek. İstemiyorum,  hoşlanmıyorum, vaktim olmuyor, kafam kaldırmıyor,  canım istemiyor ama kendimi mecbur hissedip  yapıyorum ..Ondan sonra da yaptığım şeyden keyif almıyorum.. Zorlama var çünkü. İnsan kendisini mecbur hissettiği, görev gibi gördüğü eylemlerden  pek hoşlanmaz ki yapı olarak.. Severek yapmalı, isteyerek...  İşte bu zorlamalar üst üste gelince, hemen  karar alıp, istemediğim bir şeyi yapmayacağım bundan sonra diyorum.. Diyorum da, bu ben merkezli bir yaşam tarzı oluveriyor ki, hiç haz etmem   bu insan tipinden..
Mecburen başkalarıyla da iletişim halindeyim. Sorumluluklarım var. Sevdiklerim, saygı duyduklarım, incitmek,  kırmak istemediklerim... Gönlünü almak istediklerim, mutlu etmek istediklerim... Onların hatırına katlanıyorum bazı olumsuzluklara.. Ufak tefek sorunlar olsa da görmezden geliyorum.. Ama bir an durup düşününce bir de bakıyorum ki, alttan alan  hep ben  olmuşum,  aman sorun çıkmasın deyip diken üstünde yaşar hale  gelmişim.. Yani uyumlu ve hoşgörülü olmak kişiliksizlik gibi algılanır olmuş hem tarafımdan, hem karşı taraftan..İşte tam bu anda baş kaldırıyorum . Kendimi korumaya alıyorum. Ne düşünüyorsam, ne hissediyorsam söylüyorum  patır patır..Bu defa  omuzlarımda ağır bir yük istemiyorum derken, insanları kırmaya başlıyorum . Bu da daha ağır bir vicdan azabıyla baş başa bırakıyor beni..
Hoşgörülü olmayı hedef haline getirdim hayatımın her diliminde..  Kırılsam da affettim, üstünde durmadım. Hatta çoğu zaman kıranın, üzenin peşinden gittim. Gönlünü almaya çalıştım, görmezden geldim.. Haksızsın diye inat etmedim. Ama bu defa da insanlar, yaptıklarının doğru olduğuna inandılar hep.. Kırıp dökmelerinin sonu gelmedi..O zaman da gardımı alıp sildim çoğunu .. Değer verdiklerimi, sevdiklerimi de çıkardım hayatımdan.. Orta yolu bulamadım  anlayacağınız..
Bu konu çok su götürür biliyorum..
Ama anladım ki bir çizgisi, bir duruşu olmalı insanın.. Uç noktalarda dolaşmamalı..Esneme payım olsun, olacak elbette. Ama bu aralığı ne kadar uzun tutarsam o kadar yıpranacağım  demektir....
Doz aşımına meydan vermemeliyim...
Ne eksik, ne fazla...
Herkes hak ettiği değeri bulmalı ve görmeli...
Yoksa ben kendimi değersiz hissetmeye başlayacağım..






23.05.2013

GİTME DESEN / M



Yenildik..
Neye yenildiğimizi bilmeden üstelik..
Yığın yığın toprak altında kaldık kimi zaman..
Kıpırdayamadık..
Soluklanamadık..
Sevdik, sevildik de,
Yaşayamadık..
Kelimelerde asılı kaldı bazen duygular ,
Ya da bakışlarda sustuk..
Kimi zaman  arkamızı dönüp gittik,
Gidecek yerimiz olmadığını bile bile..
Giden kim olursa olsun, kalan çekti o yükü..
Sözünü tutmayan başı önünde geri döndü..
Ama biz yenildik..
Direnmek boşunaydı bilemedik..
Her gün batımında 
El ayak çekildiğinde,
Usul usul sokulduk birbirimize,
Bazen  unuttuk zamanı ,
Bazen ok gibi saplandı yüreğimize.
En zoru ayrılmaktı,
Gün doğmadan önce.
Alelacele,
Konuşmadan,
Ruhumuzun çığlıklarını bastıramadan...
Yenildik..
Neye yenildiğimizi bilemeden üstelik...






22.05.2013

İSTANBUL HATIRASI...

Uzun senelerden sonra ilk defa otobüsle İstanbul'a gidiyoruz. Zira arkadaşımın uçak fobisi var. Otobüsün en ön koltuğuna kurulup,  etrafa baka baka gitmek fikri çok cazip geliyor. Her şey iyi hoş, otobüs rahat, ama insaf be kardeşim. Hiç durmadan servis yapılır mı ? Kek  kahve, çay poğaça .... İşte en kötü huyum da bu, hayır diyememek.. Hani nerdeyse, dünyada 7 milyarda bir görülen  karbonhidrat zehirlenmesinin mimarı olmak üzereyken, yolculuk bitti de  rahatladım..
Arkadaşımı  akrabasına emanet edip eve dönüş yoluna koyuluyorum.... da o kadar kolay değil tabi. Otobüsten in, metroya bin, sonra siteye giden servise yetiş.. Metroya gelince Taksim yazana atlıyorum . İşi garantiye almak için   bakışlarından zeka fışkıran bir hanım kıza  " sanayi durağına gider mi ? " diye soruyorum.. İşte aldığım evet cevabıyla  hayatımın hatasını yaptığımı az sonra farkediyorum tabi..
Boş bir yer bulup kitabıma gömülüyorum.. Bu arada bir hanım kız " falan duraktayız, filan yere gidecek olanlar öteki falancaya binsinler" gibi bi anons yapıyor ama çok da kulak kabartmıyorum.. Bir ara başımı kaldırdığımda , herkesin metrodan indiğini, başkalarının bindiğini görüyorum..Sabit kalan bir ben bir de o gözlerinden zeka fışkıran kız... Aldırmıyorum, kitaba devam.. Az sonra kız yanıma geliyor " yanlış binmişiz, bu fünikülermiş " diyor.. Yani iki durak arası  ( Taksim -Kabataş ) gelip gidiyormuşuz !  Tavafla  ( 7 şavt)  hacı olunuyor yanlış bilmiyorsam.. Ama  Taksim- Kabataş arasında kaç kere gidip gelmekle ne olunuyor işte bu meçhul..Zaten o şaşkınlıkla ışık hızıyla inip, karşı tarafa koşturuyorum hemen..
Ya ben hayatımda ilk kez duyuyorum füniküleri.. İzmir'de vardı da ben mi öğrenmedim sanki. Adını söylemek bile zor, " mini mini birler"  deseler daha mantıklı.. Ya da benim gibi köyden indim şehire durumuna düşenler için, "iki durak arası gelip giden, ne uzayan ne de kısalan ulaşım aracı " bile denebilir..
Hayır istanbul seni yenmeye geldim gibi bir iddiam da olmadı ki benim...Ne diye beni aptal bi duruma soktu anlamadım...Dedim dava açayım, vakit kaybı nedeniyle maddi, aptal  duruma düştüğüm için de manevi tazminat talep edeyim ..Vazgeçtim, neme lazım şeytana pabucunu ters giydiren bir avukata denk gelirim de, şak diye "aptal" raporu dayar  suratıma..
Evdekilere anlatıyorum, saflığıma gülmekten ölüyorlar.. Tabi ben de...
Böylelikle ana fikirsiz bir yazının daha sonuna geldik efendim.. Sakın ola ki, okuyup, " Telve de ne safmış " demeyiniz rica ederim :))






19.05.2013

......

Gittiğinde biter mi zannediyorsun ,
Ben ruhunu özgür bırakmadan...
Ruhun özgür kalır mı zannediyorsun,
Seni yürekten  affetmeden...?




16.05.2013

UNUTUR MUYUZ ?

Söylenecek çok şey var aslında..
Boğazda düğümlenen,
İçteki isyanı,
Öfkeyi,
Nefreti,
Çaresizliği anlatır mı bilmem..
Ama dolu dolu bağırmak istiyorum..
Bir çok insanın içi yandı,
Bir çok eve ateş düştü..
Ateş sadece düştüğü yeri yakmadı..
Hepimizin canı yandı..
Söylenenden daha çok kaybımız...
Ama sadece " insan " kaybetmedik..
İnancımızı kaybettik
Umudumuzu kaybettik..
Milli iradenin varlığı şüpheli,
Milli birlik beraberlik şüpheli,
Mossad, CIA bizim içimizi MİT den nasıl daha iyi biliyor, şüpheli,
İstihbarat zaafiyeti var mı ?, şüpheli,
Aslında şüphe falan yok ortada, her şey gün gibi ortada..
Ama medyaya yasak getir, istediğin bilgiyi servis et,
Unuturuz biz,
Kendimizi oyalayacak bir şeyler buluruz nasılsa,
Biz unuturuz..
Unutulur mu gerçekten,
Sanmam,
Bu kez unutmaya fırsatımız olmayacak gibi..
Daha çok  karışacak ortalık,
Bakalım daha nerelere sürükleyecekler bizi..
Ne zaman , nasıl, nereye adım atacağımıza  "biz" karar vermediğimiz, veremediğimiz sürece
Daha çok ateş düşer bu yüreklere...







13.05.2013

KAFAM DEĞİL, KAVRAMLAR KARIŞIK..

 

Sonu gelmeyecek..
Ya da gelecek ama zaten "son" gelmiş olacak..

Bildiklerimi unutmalıyım..
Unutmamak için  hep uyanık olma zamanı.

Her şeye baştan başlamak...   imkansız..
Yeni başlangıçlar gerek..

Güvenemezsin hiç kimseye..
Bir omuza güvenle yaslanma ihtiyacı...

Senden  öğrenmek istediklerim var..
Hiç bir şey bilmediğini anladım..

Seninle olmak huzur verici gibi..
İçindeki  fırtınaları nasıl bastırdığını  görüyorum..

Uzak durmak  şart..
Yakınlık istiyorum..Biraz daha, biraz daha...