13.08.2018

HEDİYEM GELDİ



Sevgili Sessiz kaldım 'ın  organize ettiği etkinlik sayesinde bloggerlar arası  kitap çekilişi yapmıştık.  Veeee kitabım geldi. Aslında cumartesi elime geçti kitap. Biraz da isteyerek geciktirdim teşekkür yazısını. Henüz eline geçmeyenler vardır diye. Mesela ben Cuma günü gönderdim. Bakalım, benim gönderdiğim arkadaşım seçtiğim kitabı beğenecek mi ?

Gelelim asıl mevzuya, Ebemkuşağı Fakir Baykurt'un "Eşekli Kütüphaneci " kitabını seçmiş benim için. Üstelik blogunda tanıtım yazısını da yazmış. Merak edenler  linki tıklayıp okuyabilirler.  Sevgili blog arkadaşıma bu güzel hediyesi ve içten notu için çok teşekkür ediyorum.



6.08.2018

UNUTMA BENİ, UNUTAMA BENİ


Nihayet taşınma işi bitmiş, arkadaşlarının yardımıyla büyük eşyalar iyi kötü odalara yerleştirilmişti. Gerçi her odada açılmadık koliler hala ulaşılmaz dağ gibi yığın oluşturmuştu. Nasılsa işten izin almıştı, teker teker hepsini açmak için vakti vardı. Hep birlikte içtikleri yorgunluk çayının ardından arkadaşlarını evlerine yolcu etmişti. Yılları deviren dostlukları vardı. Bazen aylarca görüşmezler, buluştuklarında da  kaldıkları yerden devam ederlerdi. 

Evdeki boya kokusu rahatsız eder endişesiyle , koltuğa yığılmadan önce havalandırmak gerekli deyip, pencereye yöneldi. Hiç değilse birkaç saat  bu ağır kokudan kurtulmalıydı. Camı açtı, kafasını dışarı uzatıp temiz havayı derin derin içine çekti. Birden hala çayın altını söndürmediğini hatırlayıp, mutfağa koştu . Ocağı kapatıp salona doğru yönelmişti ki, acı bir haykırış duydu. 

Sesin çok uzaktan geldiği belliydi ama yine de içinin ürperdiğini hissetti. Merakla camdan başını uzattı tekrar. Etrafa bakındı, adeta nefesini tutarak dışarıyı dinledi .Ne bir ses vardı ne de hareket. Başını aşağıya doğru çevirdiğinde birkaç noktadaki beyazlıklar dikkatini çekti. Gözlerini hafif kıstı, yine de anlayamadı ne olduğunu. Daha iyi görmek umuduyla ışığı söndürüp  tekrar pencereye doğru gidiyordu  ki,ağzı açık duran , ıvır zıvır dolu koliye bacağını çarptı. Canı fena yanmıştı. Devrilen koliden matruşka fırladı, her biri farklı yerlere doğru yuvarlandı. Aldırmadı, o gizemli beyazlıkların ne olduğunu bir an önce anlamalıydı. Başını dışarı uzattığında şimdi daha iyi görebiliyordu. Birden, belki de günlerdir ilk kez bir gülümseme yerleşti yüzüne. Ne olduğunu anlayamadığı o beyazlıklar manolyaydı. Gecenin karanlığında ne kadar da asil duruyorlardı. Ne kadar narin güzellikleri vardı. Uzanabilse, dokunmak isterdi. Gerçi bir yerde okumuştu, manolyalar çok sert ve dayanıklı görünmelerine rağmen oldukça hassas çiçeklerdi.  Dokunulduğu an, renkleri kararıyordu hemen. “tıpkı O’nun gibi” diye fısıldarken buldu kendini. O da dışarıdan çok kibirli ve sert mizaçlı görünürdü. Ama iç dünyasında öylesine zavallı, öylesine zayıf ve korkaktı ki. Kendinden bahsetmeyişinin bu sebepten olduğunu anladıktan sonra  hiç özel soru sormamış, satır aralarından anlamaya, iç dünyasını keşfetmeye çalışmıştı. En çok da bu yormuştu  ya zaten.

Hay aksi, şimdi Ferit nereden gelmişti aklına !

Üşüyünce fark etti, uzun süredir çiçeğe daldığını. Hemen camı kapadı, perdeleri sıkı sıkı örttü. Buzdolabını açtı, yiyecek bir şeyler aradı. En az bir haftalık yemek getirmişti kızlar.  Selma’nın  sarmasından iki tane attı ağzına. "Ne kadar muhteşem yapıyor şu sarmayı. Elinin lezzeti  annesinden geçmiş galiba " dedi.  Çay koydu en sevdiği fincana. Aylin’in getirdiği kurabiyelerden de iki tane yemeğe karar verdi . 

Hala titriyordu. Elindekileri sehpaya bırakıp, kolilerin arasından üzerinde "örtüler" yazılı olanını aradı . Bantlarını eliyle açmaya çalışsa da beceremedi. Hemen yanda duran usturaya çarptı gözü.  İçi cız etti birden. Nasıl gelmişti bu ustura buraya, kim koymuştu ki onu eşyaların arasına. Güya bu eve taşınırken O’nu da ,eşyalarını da,  O’na ait hatıraları da diğer evde bırakacaktı.

"Keşke duygularımı da kolileyip ıssız bir yere atabilseydim " 

Hayatındaki herkesi tek tek düşünmeye başladı. Annesi, babası, ablası, arkadaşları..... Kimi aklına getirse bir yönü ya da bir duygu ağır basıyordu. Ama Ferit'i düşündüğü an ruh dünyası karmakarışık oluyor, bildiği tüm sesler beyninde uğulduyordu. Gök gürültüsü, kuş sesleri, yağmur sesi, içini çeken bir çocuk, acı içinde kıvranan kadın sesi ve tatlı tatlı gülen biri... Özlem, sevgi, nefret, pişmanlık, utanç, öfke... Hangisinin ağır bastığını düşünmüştü defalarca, içinden çıkamayınca da oluruna bırakmıştı.

Kabus gibi geçen son iki yılı da hesaba katarsak  tam 4 yılını vermişti . Vahşi bir at gibiydi Ferit, ehlileşmeye yanaşmayan. Ama inat etmişti,  bir şekilde ruhuna dokunacak, yaralarını saracaktı güya. “Benim yanımda huzur bulmanı istiyorum” demişti hep,  içindeki amansız kargaşayı, kendisiyle hesaplaşmasını farkettiğinden beri . Becerememişti, huzur veremediği gibi, huzuru da kalmamıştı. Bazı insanların kaostan beslendiğini biliyordu gerçi.

O’nun nasıl bir insan olduğunu çözememişti bir türlü. Bazen bir çocuk kadar masum, bazen azılı katil gibi acımasız olabiliyordu. Bir gün ak dediğine ertesi gün kara demesine alışmıştı. Bu ruh haline dengesizlik demek haksızlık olurdu. Başka bir şey vardı çözemediği. Çoğu zaman hiç sevgi görmemiş olabileceğini düşünür, ama sormaya cesaret edemezdi.

“Korkuyordu.  Kendi etrafına ördüğü duvarlar onun kalesiydi. Benimle ne zaman uzun uzadıya sohbete dalsa, duvarlarının gittikçe yıkıldığını görüyor, endişeleniyor, ardından da sinirleniyordu. Savunmasız hissediyordu belki de kendini” diye düşündü.

Ferit’in ruh dünyasına ilk kez kendisi bu kadar girebilmişti. Tüm hırçınlığı , asabiyeti bu yüzdendi. O'nu anlıyordu ama yine de acımasızlığına kılıf uyduramıyordu. Şimdi O’nun açtığı yaraları tamir etmeliydi. Adını koyamadığı ne aşka ne tutkuya yakıştıramadığı bu duygulardan kurtulmalıydı. 


Koliyi biraz karıştırınca içinden kırmızı renkli battaniyeyi çekti, koltuğa oturdu. Üzerini örtüp, sigarasını yaktı. Çayından bir yudum, kurabiyeden bir ısırık  alıp, cep telefonunu kurcalarken  Selma'nın gönderdiği şarkıyı  gördü, dinlemeye başladı.

Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni, unutama beni
Gözünden damlayamayan göz yaşın olayım
Unutma beni, unutama beni
....

Birden hüzün çöktü içine. Ardından özlem geldi, boğazına yumruk gibi oturdu. Hemen şarkıyı susturdu, başka şeylerle ilgilenmeye çalıştı ama artık çok geçti.

Yalnızlık bataklık gibi çoktan içine çekmişti ....