Hani hastalıktan ölsem doktora gitmeyi sevmem, görmezlikten gelirsem düzeleceğim zannederim.. Mecbur kalıp gidersem, yazılan ilaçları düzenli kullanamam, bir süre sonra tamamen bırakırım hatta .Çok kötü biliyorum, ihmale gelmez biliyorum, sonra başım daha çok ağrır onu da biliyorum. Ama yine de bildiğimi okuyorum işte..
Şimdi gittin doktora ilaçlarını aldın diyelim. Neticede hepsi kimyasal. Bu nedenle bir sorun çözülürken, vücudun başka bir yeri elbette zarar görüyor. Safradaki problemi giderirken, karaciğer bozuluyor, dalak şişmesin derken, kalp büyüyor...O zaman ne yapmak lazım, baştan kendine iyi bakacaksın, küçük bir pürüz gördüğünde hemen çözüm bulacaksın.. Gözün üzerinde olacak... Tabi işi abartıp hastalık hastası da olmamak lazım..
İşin bu yönü kolay..
Asıl mesele, fiziki rahatsızlıklardan ya da aksiliklerden ziyade, ister ruhsal deyin, ister duygusal deyin ya da karakteristik deyin...işte onlar...
Mükemmel olanımız yok ki..Hepimizin hoşlanmadığımız yönlerimiz var mutlaka.. Olmalı zaten. En büyük hastalıktır kendini kemale ermiş zannetmek..
Düşününce en rahatsız olduğum yönlerimden biri " hayır " diyememek. İstemiyorum, hoşlanmıyorum, vaktim olmuyor, kafam kaldırmıyor, canım istemiyor ama kendimi mecbur hissedip yapıyorum ..Ondan sonra da yaptığım şeyden keyif almıyorum.. Zorlama var çünkü. İnsan kendisini mecbur hissettiği, görev gibi gördüğü eylemlerden pek hoşlanmaz ki yapı olarak.. Severek yapmalı, isteyerek... İşte bu zorlamalar üst üste gelince, hemen karar alıp, istemediğim bir şeyi yapmayacağım bundan sonra diyorum.. Diyorum da, bu ben merkezli bir yaşam tarzı oluveriyor ki, hiç haz etmem bu insan tipinden..
Mecburen başkalarıyla da iletişim halindeyim. Sorumluluklarım var. Sevdiklerim, saygı duyduklarım, incitmek, kırmak istemediklerim... Gönlünü almak istediklerim, mutlu etmek istediklerim... Onların hatırına katlanıyorum bazı olumsuzluklara.. Ufak tefek sorunlar olsa da görmezden geliyorum.. Ama bir an durup düşününce bir de bakıyorum ki, alttan alan hep ben olmuşum, aman sorun çıkmasın deyip diken üstünde yaşar hale gelmişim.. Yani uyumlu ve hoşgörülü olmak kişiliksizlik gibi algılanır olmuş hem tarafımdan, hem karşı taraftan..İşte tam bu anda baş kaldırıyorum . Kendimi korumaya alıyorum. Ne düşünüyorsam, ne hissediyorsam söylüyorum patır patır..Bu defa omuzlarımda ağır bir yük istemiyorum derken, insanları kırmaya başlıyorum . Bu da daha ağır bir vicdan azabıyla baş başa bırakıyor beni..
Hoşgörülü olmayı hedef haline getirdim hayatımın her diliminde.. Kırılsam da affettim, üstünde durmadım. Hatta çoğu zaman kıranın, üzenin peşinden gittim. Gönlünü almaya çalıştım, görmezden geldim.. Haksızsın diye inat etmedim. Ama bu defa da insanlar, yaptıklarının doğru olduğuna inandılar hep.. Kırıp dökmelerinin sonu gelmedi..O zaman da gardımı alıp sildim çoğunu .. Değer verdiklerimi, sevdiklerimi de çıkardım hayatımdan.. Orta yolu bulamadım anlayacağınız..
Bu konu çok su götürür biliyorum..
Ama anladım ki bir çizgisi, bir duruşu olmalı insanın.. Uç noktalarda dolaşmamalı..Esneme payım olsun, olacak elbette. Ama bu aralığı ne kadar uzun tutarsam o kadar yıpranacağım demektir....
Doz aşımına meydan vermemeliyim...
Ne eksik, ne fazla...
Herkes hak ettiği değeri bulmalı ve görmeli...
Yoksa ben kendimi değersiz hissetmeye başlayacağım..
"yani uyumlu ve hoşgörülü olmak kişiliksizlik gibi algılanır olmuş"
YanıtlaSilçok iyi özetlemişsin dostum aynen öyle ödün vermek enayilik sayılıyor :/
Bırak öyle sayılsın güneşinoğlu :) İnsanın vicdanı rahat olsun yeter ki..
YanıtlaSilBende öyleyim ilaç kullanırken, kendimi zehirliyorum gibi hissediyorum ve bırakıyorum ilaçları. (Bu durumun burçla ilgisi cidden var mı?)
YanıtlaSilVe yufka yüreğini dengelemelisin, hayır demekten de korkmamalısın!
Söyleceğim söz çok basittir ama bundan başkada deva yoktur, herşeyi kendi lehinde zamanda akışına bırak !
YanıtlaSilsanırım en kötüsü kendi değerimizi yitireceğimiz durumlara gelmesi ilişkilerin
YanıtlaSilben de kolay kolay hayır diyemeyenlerden ve kalp kıramayanlardanım ama hep kendimden eksiliyorum
şimdi kolay kolay insanları hayatıma koymuyorum ben de..
Ali burç konusu tamamiyle benim uydurmam :) Alakası yok yani . İşte o dengeyi kurmak mesele...
YanıtlaSilMahalle Dayısı , insan biraz ya da bazen "önce ben" diyebilmeli sanırım...
Sevgili Bahar, neden ilişkilerde ille de birileri eksiliyor ki... Artırmak ve artmak varken ??
Duygularımı ifade edebilecek daha güzel bir yazı olamazdı sanırım. Muhtşemedi. Eline sağlık.
YanıtlaSilKoç burcu musun?
Biliyor musun? Bence biz değimeyeceğiz, değişemeyeceğiz.. Bu değişmiyor çünkü içimizde. Mücadele etsek de çok zorlanacağız.
Çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilHayır ikizler burcuyum ( iyi ki :))
Sanırım haklısın Yeliz...Böyle gidecek..
Vicdan az ab-ı
YanıtlaSil--
Bence de içten gelenler susulmamalı; Bazen bize köt ügözükse bile,
Kanımca vicdan azap duymaz, duydurmaz; Vicdan bi içsel terazi, denge gibidir bence ve olumlu-olumsuz, iyi-kötü tartar ve bize tarafsızca bildirir ölçüyü sadece, bizi yargılamadan;
Yergilerimiz belki vicdan ama, yargılarımız değil kanımca çünkü neden kendimize tatlı dille öğretmek varken başka yolla yapalım değil mi?
Yine aslında kanımca, olumsuz iç seslerimiz, kendimizi yargılamalarımız bir karşı ses ve bir ters ayna duymamamız ve dinlememiz gereken; Neden denirse bence kendi iç sesimizde içimizde kendini olumsuzca yargılayan duygusal olarak düşüren ve kötü hissettiren bi ses olmamalı ve olamaz ve o bize ait olamaz gibi; Belkide bu kendini çarpık gösteren aynalar gibi yanlış aynaya bakmak gibi,
Sevgiyle;