13.12.2012

KABLOLU HAYAT



Malum devir teknoloji devri. Elektronik aletler aldı başını gidiyor. Tamam çok da şikayetçi değilim, hayatımızı kolaylaştırdıkları bir gerçek.Hani iyi bir sistemle, oturduğun yerden , kıpırdamana gerek kalmadan film izleyebilirsin, konserdeymişçesine müzik dinleyebilirsin, insanlarla tanışabilir, konuşabilir, tartışabilirsin. Merak ettiğin bir yer, öğrenmek istediğin  yemek  tek bir tıkla işte karşında. İnternet bankacılığı denen sistemle tüm işlemleri bilgisayar karşısında yapabilirsin..Bu örnekleri sayfalar dolusu çoğaltabiliriz elbette. Ama sorun şu ki, bu  mübarekler kendi kendilerine çalışamıyor !. Bu da her yerin kablo olması demek. Siyah, beyaz, gri.....Al sana huzur bulman gereken evde, takıntı yaptın mı da hep gözüne takılan, oradan oraya çekilen kablolar. Televizyon , internet , DVD , telefon....
Geçen gün  sabit telefonu iptal etmek zorunda kaldık bir sebepten.Tekrar alalım mı acaba diye düşünürken, dedim nasılsa herkesin cep telefonu var, şimdilik kalsın. Modemi de başka odaya geçirince oh bee dedim. Oda aydınlandı sanki..Sonra da üzüldüm tabi.. Bir zamanlar mektuplaşmanın unutulmaya yüz tutması nedeniyle sızlayan içim, acaba 5-10 sene sonra telefon için de  sızlayacak mıydı? Artık faceden birbirimizi dürtüp, en hayati ve en önemli haberleri  bildirimle mi alacaktık. Şu ana kadar hep uzak durduğum  twit  atmayla mı hal hatır soracaktık birbirimize...Sesimize hasret mi kalacaktık. Tonsuz, mimiksiz, ruhsuz mu olacaktı iletişimimiz..
Oysa  bir zamanlar insan ilişkileri ne kadar sıcaktı. Hatırlıyorum küçükken , komşumuz  elinde bir tepsi, içinde taze fasulye, bize gelirdi. Annemle sohbet ederken bir yandan da fasulyesini ayıklardı.Biri ev mi taşıyacak, çocuğunu mu evlendirecek , yardım edilirdi. Biri hasta mı olmuş, hemen sıcak çorba yapılır, bir kase götürülürdü. İlişkiler yüz yüzeydi.  Kimin ne derdi varsa gider bir arkadaşına, dertleşir, rahatlardı. Sırdı bazı konular, öyle ortaya saçılmazdı. Şimdi birine sinek tepse , anında face te...Kim kiminle nerede, ne yapıyor  biliyoruz .
Elbetteki gelişme olacak.Yeni gelen eskiyi tahtından edecek. Alışkanlıklar değişecek.iyi de insanın, ailenin, toplumun değişmeyen alışkanlıkları, değerleri olması gerekmez mi. Bizi biz yapan, bir birimize bağlayan olgular bunlar değil mi ? Aksi halde insan yalnızlığa itilmiş olmaz mı ?
Bilemedim...


12.12.2012

MELANKOLİ





Her gün konuşuruz biz. Hem de saatlerce. Bazen düşünürüm  nereden konu buluyoruz, nasıl hiç  sıkılmadan konuşabiliyoruz bu kadar ? Konu kendimiz  olmayabilir..Bir arkadaşımız, ortak  tanıdığımız,  yolda gördüğümüz ilginç bir kişilik, siyaset, düşünce sistemleri....aklınıza ne gelirse.
İkimiz de mantıklıyızdır. Orta noktada buluşuruz çoğu zaman. Birimiz diğerinin bildiğine farklı bir açıdan bakıyordur, bu hoşumuza gider..Birimiz diğerinin bilmediği ya da hiç düşünmediği bir konuya parmak basıyordur, buna da bayılırız.Yeni şeyler öğrenmek, ufku genişletmek, farklı pencere edinmek heyecanlandırır, ayrı bir haz verir bize.
Ama bugün olduğu gibi nadiren de olsa asla ortayı bulamadığımız, mutabakata varamadığımız zamanlar da olur.
Tartışmanın konusu melankolik yapıdaki insanlar..Yani ciddi anlamda psikolojik rahatsızlık olarak değil de, halk diliyle hüzün ve yalnızlık sevdalıları . Konuşmamızdaki ortak nokta; bu tip insanların iki gruba ayrıldığı..İlk gruptakiler pek ilgilendirmiyor bizi. Yani birazcık bu duyguları barındırsalar da kendilerinde, sırf bu hali abartarak insanların dikkatini üzerine çekmeye çalışan, daha karizmatik olduğunu düşünen ilgi meraklıları.
Diğer grup ise, haklı nedenlerle ruhsal çöküş yaşayan , kendini çıkmazda hisseden , pesimist düşünen, her daim mutsuz dolaşanlar. Tamam mazoşist yapıda olup , acıyla beslenen insanlar da var. Acı çektikçe kendini var eden, hatta bu durumu üretkenliğe dökebilenler mevcut toplumumuzda. Böyleleri hep şikayet halindedirler. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin durum değişmez. Yıllar sonra dinleseniz de problem aynıdır, ama çözüm yoluna  gidilmemiştir. Çünkü çözüm işlerine gelmez. Onlar bu halden (içten içe ) mutludurlar.
 Buraya kadar fikir bazında aykırılık yok. Ama ben diyorum ki, bir insan grubu daha var. Ne dikkat çekmek için,  ne de  bu halden zevk aldıkları için... Gerçekten çözüm yolu olmadığından, çıkış yolu bulamadıklarından hüznün ve mutsuzluğun pençesinde olanlar  var. Onlar için mutluluğun reçetesi, madem ki kurtuluş mümkün değil kabullenmek..  Kabullenmek için de zaman gerekiyor elbette. Bu süreçte düşüp kalkmalar, dibe vurmalar , boşluğa düşmeler kaçınılmaz. Lakin, bizim kız itiraz ediyor. Çözümsüzlüğün mümkün olmadığını söylüyor. Yani kabullenmek ve bununla yaşamayı öğrenmek çözüm sayılmıyor O'na göre. Durum ne kadar kötü olursa olsun, mutlaka çıkar yol bulunur. Yeter ki insan istesin, gayret etsin. Zaten insanın hayattaki tek amacı ve görevi bu değil mi diyor.Yani her şart altında mutluluğa, ruhsal dinginliğe ulaşmak.
Kim haklı bilmiyorum. Ben yine de çözüm yolu olsa bile , bedeli ağır olacağı için insanların bu yolu tercih etmeyip , mutsuzlukla sarmaş dolaş olabileceklerine inanıyorum. İster bu duruma teslim olup, kendilerince mutlu olurlar, ister sonuna dek ayak diretip   imkansızlığa boyun eğmezler..Bedeli hüzün olsa da...


UĞUR BÖCEĞİ


benim uğur böceklerim o kadar  çok ki
hepsi ayrı bir dünya
hepsi ayrı bir renk 
onlar  hayatıma anlam katıyor
her biri bana yeni bir şeyler öğretiyor..
gerçi biri çekip gitti
olsun..kalanlar bana yetiyor..


11.12.2012

YANLIŞ YOL...

Ne kadar ilginç değil mi...
kendi halinizde yaşayıp giderken,
biri çıkıyor birden karşınıza
elinizden tutup götürüyor sizi
arkadaşınız oluyor,
yoldaşınız oluyor,
rehberiniz oluyor...
ve siz o kadar güveniyorsunuz ki O'na
gayet muti, açtığı yoldan gidiyorsunuz..
soru sormuyorsunuz,
"acaba" demiyorsunuz,
vardığınız yer, şimdiye kadar hiç gitmediğiniz,
görmediğiniz
bilmediğiniz bir yer...
İçiniz kıpır kıpır
hani kelebekler mi, güvercinler mi... 
işte onlardan bir sürü içinizde var da, kanat çırpıyor gibi..
Başınızda  hoş bir sersemlik...
her yer güzel..
her şey güzel...
Cennette olmak böyle bir şeydir herhalde  diye düşünürken..
Rehberiniz diyor ki
" yanlış yola sapmışız biz meğer"
.......
O gidiyor
Siz öylece arkasından bakıyorsunuz..







10.12.2012

AKŞAM SEFASI



Radyoda  şarkı dinliyorum..
"Sığındığım limannn,
sarıldığım yılannnnnn"
diyor... diyor da gerisini getiremiyorum.. Araya başka bir ses girip, "sayın sürücü, Bayraklı tünelinden geçmektesiniz....." derken, benim şarkı da gümbürtüye  gidiyor..
Çok iyi oldu diyorum. Ne alemi var limana sığınıp, yılana sarılmanın. İnsan kendi kendine sarılmasını da bilmeli bazen, her limana temkinli yaklaşmasını da...İşin yoksa sonra ağıtlar yak... Hem anlayamadığım, herkes sevgisiz, herkes boşlukta, herkes yorgun, herkesin koynunda bir yılan.. demek ki insan insanın kurdu değil, yılanı olmuş. A bak , bu söz hoşuma gitti :) hepimiz iyiyiz, hepimiz mağduruz...da  .. the others nerde acaba ??  ( bu filmi bi daha izlemeliyim )
Az önce ecel terleri dökmüşüm, ya kötü bir şey çıkarsa demişim, ya " telvecim 3 günlük ömrün kalmış " derlerse diye evham etmişim...
Bu gün dünyayı es geçebilirim yani.
Dünyayı da içindekileri de...
 Altındaki hesaplaşamadıklarımı da, üstünde salına salına gezinenleri de....
Keyifliyim  bu gün, hiç bir şeye aldırış edemem...
Ben iyiyim ya, gerisi teferruat şu an  :)

9.12.2012

YAĞMUR PAKLAR MI Kİ ?



Yağmur yağıyor İzmir'de...
Gök gürültüsü eşliğinde hem de...
Şiddetli...
Ve ben yağmurun altında yürümek falan değil, sadece ıslanmak istiyorum..
Kollarımı açıp, yüzümü yukarı kaldırıp ıslanmak....
Hafifler mi  ruhum..
Paklar mı yağmur...
Kim bilir......

SANA GELESİM VAR.




öyle birikti ki  sözlerim
sana gelip susasım var..
yüreğindeyken yüreğim,
 hayallere dalasım var...