Hiç ummadığı bir anda karşına çıkmış, ışık hüzmesi gibi hayatına dalıvermişti genç adam.. Kelimeleri ustalıkla kullanırken, sanki yer çekiminden kurtulmuş gibi ruhunun hafiflediğini hissetmişti. Anlattığı hikayelerle bambaşka bir aleme dalmıştı. Bazen, odanın bir köşesine sinip, boy boy yer yatağında sıralanmış 5 kardeşe masal anlatan anacığını dinlemiş, bazen de sofralarına konuk olup, kendisine ikram edilen, yemeğin en güzel yeriyle hem karnını hem ruhunu doyurmuştu...
Başka bir havası vardı, şimdiye kadar hiç kimsede hissetmediği..Çok iyi gözlemciydi genç adam. Anlattığı her sahne, filmden bir kare gibi canlanıyordu zihninde. Hiç bir ayrıntıyı unutmuyor, yaşadığı her anın hakkını verdiği kolayca anlaşılıyordu..
Ayakları yerden kesilirken, beyninde şimşek etkisi yaratan soruyla kendine geldi.. Onun neden böyle güzel anıları yoktu? Bir insanın hayatı alaca karanlık kuşağı gibi geçmiş olamazdı.
Evet eksik olan bir şeyler vardı, zaten her zaman hissettiği, ama bir türlü adını koyamadığı...
Her şeyi ve herkesi arkada bırakıp, kendi kabuğuna çekildi..
Sabaha karşı dünyayla birlikte onun da ruhu aydınlanmaya başlamıştı...
Sorununun ne olduğunu anladı...
Şimdiye kadar defalarca sarfettiği " kendi hayatıma seyirci gibiyim, olaylara müdahale edemiyorum" ya da " kendi hayatıma kirli bir pencerenin ardından bakar gibiyim" cümlelerinin sebebini de çözdü...
Bedeni ile ruhunun senkronu yoktu !!!
Beden olayların içinde ve hep ileri giderken, ruhu arkadan, çok arkadan geliyordu.. Çünkü geçmişi kapanmamış hesaplarla doluydu.. Biriyle baş edemeden bir diğeri çıkıyordu ortaya.. Artık yetişemiyordu.. Ne geçmişini kapatabiliyor, ne de bu anı yaşayabiliyordu..
Oysa insan " anı" yaşamalıydı. Gününü gün etmek gibi değil !!! O an nerede ve kiminleyse bedeniyle, beyniyle, ruhuyla ve tüm duygularıyla orada olmalıydı. Birine bir şey anlatırken, ya da birinden bir şeyler dinlerken, o an hayattaki en önemli konu konuşuluyormuşçasına...... Bir iş yaparken en büyük hazzı alıyor ya da dünyayı kurtarıyormuşçasına kendini vermeliydi. Seyrettiği manzara, sanki bu dünyada göreceği en son güzellikmişçesine bakmalıydı..
Ama bunu asla başaramamıştı O..... Ruhu ve bedeni iki düşman gibi ayrı ayrıydı.. El ele kol kola olmamışlardı hiç..
Anı yaşamak. Gününü gün etmek değil. Buna tam manasıyla katılıyorum.
YanıtlaSilAnı yaşarken karşımızdaki her canlının (hayvanlar da dahil olduğu için böyle yazdım) huzur içinde olması. Ve ayrılırken aramızda hiçbir sıkıntı olmaması. Düşünceler, duygular, yaşantılar farklı olsa da. Birbirinden razı olarak ayrılmak. Yani kısacası yarın ahirette hak talebinde bulundurmamak karşındakini. İşte anı bu şekilde yaşamalı. An sadece bizim anımız değil. Onu mutlaka birileriyle paylaşıyoruz.
Yolcu, ne güzel yorum olmuş bu böyle...Ve yazıyı tamamlamış. "Birbirinden razı olarak ayrılmak..." İşte bir türlü beceremediğimiz de bu.. Teşekkür ederim :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim. Bana bunları düşündürdüğün için. :)
YanıtlaSil:) Yazılardaki amaç bu değil mi zaten..Farklı açıları keşfetmek...
YanıtlaSilAnlatımına bayıldım kahve telvesi. Daha güzel ifade edilemezdi.
YanıtlaSilEvet an'ın içinde kalmayı başarabilmeliyiz. Kendimiz için yaşadıklarımızı zamana esir etmemek için.
:)
Bak özel bir şey yazacağım şimdi.
Ben hep bundan iki yıl önceki halime ait fotoğraflarıma bakıp "ne kadar güzelmişim" diyorum. İki yıl öncede ondan iki yıl önceki halime bakıp ve ondan ve ondan böyle sürer gider. Halbuki o anı yaşarken kendime ne çok kusur buluyordum. Bu bir örnek daha nicelerini yaptım ve yapıyoruz. Geçmiş geçmiştir.
Geçmişteki hatalarımızı düzeltemeyiz ama onlardan ders çıkarıp aynı hataları yapmamayı başarabiliriz der,kaçarım.
Sevgilerimle
:)
Teşekkür ederim Pe Hito, beğenmene sevindim..
YanıtlaSilBu yazıyı yazdıktan sonra , arkadaşımla uzuuuun uzun konuştuk. Ve inan o kadar iyi yoğunlaştım ki "an" a... Sanırım bildiğimiz doğruları hayata geçirmek biraz zaman alıyor ama imkansız değil.
Değiştiremeyeceğimiz gerçekler için uğraşıp, yeni pişmanlıklara yelken açmanın anlamı yok...
sevgiler ..( ve kelebekler miydi :))