yazdım, yazdım, yazdım ve sildim. Ama şarkı müthiş, silmeye gönlüm razı olmadı ....
6.01.2018
23.12.2017
DÖN DİYE.....
Sana bu mektubu, kapısını yıllardır kimsenin çalmadığı, döşemeleri kabarmış, pencere camlarının çoğu kırılmış, çerçevelerinin boyaları dökülmüş o eski evden yazıyorum. Sen gittikten sonra hüznün kol gezdiği, bir daha dumanı tütmeyen, viraneye dönen o evden....
Sana bu mektubu rüzgarın deli gibi estiği, ağaçların yıkılmamak için sıkı sıkı toprağa tutunduğu, bunca sesin, ıslığın, birbirine yaslanan bunca ağacın arasında payıma düşen yalnızlığa sarıldığım buz gibi havada yazıyorum. Sadece bedenimin değil, ruhumun da üşüdüğü, kendimi ayazda kalmış kuş yavrusu gibi hissettiğim havada .....
Sana bu mektubu " ya gel mutluluğa doyayım, ya da göm beni , toprağa karışayım" demek için yazıyorum. Çünkü ortası yok bunun. Sen yoksan hayatın anlamı , yaşamanın tadı yok. Tüm renkler senin varlığınla ortaya çıkıyor, çiçekler senden besleniyor. Sensiz hiçbir şeyin albenisi yok. Tüm evren yetim kalmış gibi...
Sana bu mektubu, gücümün tükendiği anda yazıyorum. Biliyor musun nefes alamayacak kadar halsiz, yeni bir güne başlayamayacak kadar umutsuzum sen olmadığın zamanlarda.. Ekmeğe ve suya muhtaçlığım kadar ihtiyacım var sana. Dizime derman, gözüme fer, gönlüme ışık ol.
Bu mektubu senin nerede olduğunu bilip de kendimi kaybettiğim anda yazıyorum. Sen varsan bir yere, zamana aidim ben. Sensizlik, içinde savrulduğum boşluktan farksız. Yokluğunda kim olduğumu çözmekte zorlanıyorum
Sana bu mektubu hayatımı güzelleştirdiğin yerden yazıyorum.
Hep hayatımda kal diye...
Yanımda ol diye...
Dön diye....
11.12.2017
HAYAT LAY LAY LOM DEĞİLDİR BAZEN....
galiba en kötüsü buydu.
bir anda tüm sığınakların açık edilmesi, tüm kalelerin düşmesi, siperlerin çökmesi. ne bileyim işte, insanın düşman karşısında öylece ortalıkta kalakalması.... düşman ne mi? kişiye göre değişir elbet. bazılarınınki yalnızlıktır. bazılarınki de birden bire üşüşen sorular, geçmişe ait bir anı, belki de bir kişi...önemi yok ki. aslolan insanın korku ve hüzünle karışık , o garip duygunun eşiğine gelmesi...
bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri de, elinden umutlarının alınması sanırım. en azından şu an böyle düşünüyorum. şu an dediysem, bugün, bu akşam.
gayri ihtiyari " iyi insanlar iyi atlara binip gitti diyenler !!! bence iyi günler binmiş o atlara" dediğimde fark ettim, geleceğe ait ne kadar karamsar olduğumu... kim aldı umutlarımı ellerimden?
keşke o ya da bu diyebilsem...
kimsenin gücü yetmez kolay kolay bir insanı umutsuzluğa düşürmeye... bu bir süreç, olaylar silsilesinin getirisi. ( getirdiği olmadığına göre , götürüsü demek en doğrusu... )
madem ki her şey zıddıyla kaimdir, zıtlar arası sınır ince bir çizgidir. sevginin nefrete, gecenin gündüze vs. kolayca evrilmesi gibi, bu umutsuzluk da beni mutlaka umuda taşıyacaktır...
bekleyelim ve görelim...
kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür...
bir anda tüm sığınakların açık edilmesi, tüm kalelerin düşmesi, siperlerin çökmesi. ne bileyim işte, insanın düşman karşısında öylece ortalıkta kalakalması.... düşman ne mi? kişiye göre değişir elbet. bazılarınınki yalnızlıktır. bazılarınki de birden bire üşüşen sorular, geçmişe ait bir anı, belki de bir kişi...önemi yok ki. aslolan insanın korku ve hüzünle karışık , o garip duygunun eşiğine gelmesi...
bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri de, elinden umutlarının alınması sanırım. en azından şu an böyle düşünüyorum. şu an dediysem, bugün, bu akşam.
gayri ihtiyari " iyi insanlar iyi atlara binip gitti diyenler !!! bence iyi günler binmiş o atlara" dediğimde fark ettim, geleceğe ait ne kadar karamsar olduğumu... kim aldı umutlarımı ellerimden?
keşke o ya da bu diyebilsem...
kimsenin gücü yetmez kolay kolay bir insanı umutsuzluğa düşürmeye... bu bir süreç, olaylar silsilesinin getirisi. ( getirdiği olmadığına göre , götürüsü demek en doğrusu... )
madem ki her şey zıddıyla kaimdir, zıtlar arası sınır ince bir çizgidir. sevginin nefrete, gecenin gündüze vs. kolayca evrilmesi gibi, bu umutsuzluk da beni mutlaka umuda taşıyacaktır...
bekleyelim ve görelim...
kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür...
9.12.2017
HAY HAY BUYURSUN GELSİN ...
Hayatın bunca derdi, gailesi çekilmezdi , eğer monotonluğunun arasına sürprizler saklamasaydı...
"Hayat hayat" işte benim için sürprizlerin , bana sunulan güzelliklerin en özellerinden. Sanalda tanıştığım, arkadaşlığını reele taşıdığım , kısa zamanda kaynaştığım meslektaşım, blogdaşım.. Daha önceki blogunu bırakıp, "bana yeni bir ben lazım" diyerek farklı bir adresle tekrar aramıza katıldı. Bol bol kitap okuyup, bolca film seyrettiği için hem kitap hem film tanıtımlarını, aralara serpiştirdiği hayata bakışı, düşünceleri, fikirleri eşliğinde okumaktan keyif alacağınızı düşünerek bir göz atın derim ..
18.11.2017
ÖLÜ KADINLAR MEMLEKETİ / BURÇE BAHADIR
Şener Şen ile Uğur Yücel'in rol aldığı " Eşkiya" filminin çok etkileyici bir sahnesi vardır. Uğur Yücel aldatıldığını öğrenince, soluğu otel odasında alır, sevgilisi ile aşığını öldürmek için. Eşkiya ve arkadaşları da arkasından koşarlar. Silahı doğrultur korkudan titreyen aşıkların üzerine. Eşkiya engel olmaya çalışır, kendisi gibi ömrünün en güzel yıllarını hapiste çürütsün istemez. Bırak der, değmez. Gençliğini yaktığına değmez... Uğur Yücel silahını indirir ve odadan çıkarak kapıyı kapatır. Aşıklar derin bir nefes alırlar, ölümün kıyısından dönmenin verdiği rahatlıkla..Sanki az önce ağlayan, yalvaran onlar değilmiş gibi... Sanki Azraille girdikleri savaştan zaferle çıkmış gibi.. İşte tam o anda Cumali (Uğur Yücel) geri döner, hışımla kapıyı açar ve "dan dan dan".....
....
Burçe Bahadır'ın kitabı Ölü Kadınlar Memleketi'ni duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Yüksek lisans yapsam kesinlikle böyle bir konu seçerdim dedim kendi kendime. Kitap elime geçtiğinde açıp okuyamadım ilk anda. Hatta bilerek imtina ettim. Biliyordum içim acıyacaktı.Kendimi toplamam zaman alacaktı.
İçimdeki Eşkiya bırak okuma, değmez diyordu. Kaldıramazsın, şimdi sırası değil dağılmanın. Evet hem de hiç değildi. Yapılacak bir sürü iş vardı, vaktim azdı. Okumak neyse de , sonrasında toparlanmak uzun sürecekti . Nihayet, Cumali teslimiyetiyle ikna oldum. Okuma fikrini erteledim. Mantıklı karar vermenin rahatlığıyla pencereye doğru gidiyordum ki, kendimi masada, kitabın başında buldum . Ve dan dan dan..... okuduğum her cümle kurşundan farksızdı...
Burçe Bahadır 'ın cezaevlerindeki kocalarını öldüren kadınlar ( Suna ve Nigar) ve eşlerini öldüren kocalarla (Ahmet, Hamit, Veysel) yaptığı konuşmalardan oluşuyor kitap. En sonda da kızını kaybeden baba (Seda'nın babası) , kardeşini kaybeden abla ( Gönül'ün ablası) ile yapılan görüşmeler aktarılıyor.. (Aslında belegesel olarak çekilmiş, daha sonra kitap haline getirilmiş.) Böylelikle gazete haberlerinden farklı olarak sadece cinayet anına değil, çok öncesine odaklanıyorsunuz. Katili cinayet işleme noktasına getiren ne , maktul nasıl olmuş da kendini kurtaramamış, neden bu kadınlar öldürülüyor onu görüyorsunuz. Ailenin kadına şiddet görmeyi kader olarak, erkeğe de şiddet uygulamayı hak olarak nasıl dayattığını / kabullendirdiğini anlıyorsunuz... Tecavüzün sadece ıssız bir yerde, gece karanlık kuytularda, sokakta, tanımadıklarınızdan değil, evde, koca ( adı da yasal tecavüz bir bakıma), kayınbaba, baba, erkek kardeş tarafından da gerçekleşebildiğini görüyorsunuz.
Anladığım şu ki, cinayet sadece işleyenin değil, toplumun çoğunluğunun suçu. Çünkü bir bakıma toplum azmettirici rolünde. Cinayetler bir şekilde namus kılıfı içine sokuluyor. Artık ölmek/ öldürmek kaçınılmaz. Namussuzluğu affetmek hoş karşılanmıyor, tam tersine cezayı kesen takdir ediliyor. Mahkumların hiç pişman olmaması ise işin ayrı bir boyutu.
Kadınlar kendini, erkekler namusunu kurtarmış.
Şiddetin eğitimle çok da ilgisi yok bana göre. Sadece tarz değişikliği var. Temele indiğimizde değersizleştirme, hiçleştirme hepsi. Kadını sindirme ! Çünkü ancak bu yolla erkek toplumda kendine yer edinebiliyor, ancak böylelikle kendi yetersizliğini, aczini kamufle ediyor. Babanın takdirini kazanmanın, toplumda kahraman olmanın yolu kadını ezmekten geçiyor. Böyle bir ailede yetişen çocuklar erkekse, geleceğin şiddet yanlısı erkeği, kızsa çoktan bu çarkın bir parçası, çaresiz boyun eğeni.... Bu kısır döngü hep böyle devam ediyor.
Bu cinayetlere nasıl engel oluruz, şiddet gündemimizden nasıl kalkar, kadınlar öldürülmekten, çocuklar şiddet görmekten nasıl kurtulur derseniz, iki şekilde mümkün. Sıcak, sevgi dolu bir aile ortamı ve erdemli birer vatandaş olmayı öğreten eğitim sistemi.Ama bu iki kurum bizzat şiddetin, tecavüzün, sevgisizliğin, korkunun menşei... Yani demem o ki, başımız fena halde dertte !!!
Erkeklere; kadının köle ya da mal değil, birey olduğunu,
Kadınlara; insanca yaşama hakları olduğunu anlatmanın bir yolu olmalı.....
Erkeklere; tecavüzün veya cinayetin veya şiddetin hiçbir şekilde affedilir bir yanı olmadığını,
Kadınlara; kıskanmanın sevgi, evliliğin esaret, dayağın kocaya bahşedilmiş bir hak olmadığını anlatmanın bir yolu olmalı......
Erkeklere; şiddetin sadece fiziksel olmayıp, ekonomik, duygusal..vb. bir dolu çeşidi olduğunu,
Kadınlara; ayakları üzerinde durmayı öğrenmeleri gerektiğini birileri anlatmalı....
Elbette bunları çoğaltabiliriz. Yeter ki kadınlar ve çocuklar tellerin ardına geçmeden kendilerini güvende hissetsinler.... Yeter ki hafifletici sebepler, iyi hal tecavüz ve kadın cinayetlerinde ceza indirimine sebep olmasın , en ağır cezalar verilsin ki caydırıcı olsun...
Kitap hakkında fikir sahibi olmanız açısından bazı cümleleri alıntılıyorum. İyi okumalar, sevgiler....
- Milyar yıl önce yine sessiz yine uçsuz bucaksız yeryüzünde Adem'in Havva'ya vermiş olduğu kaburganın borcu bitmedi gitti.Şimdi Giresun'dan Hatice, Van'dan Ayşe, İstanbul'dan Emine ödemek için uğraşıp dursunlar.....
-Türkiye'nin bütün kadınları sanki Stockholm sendromundan muzdaribiz. Bizi rehin alan,tutsak eden ve nihayetinde öldüren zihniyete kendimizi emanet ediyor, sevdiğimizi zannediyor,yanından ayrılmak istemiyoruz. Kendi bileklerimizi ona uzatıyoruz, kelepçelesin diye bekliyor,işini kolaylaştırıyoruz.....
- 84 yıldan açılıp, Hamit'in yüreciğini biraz hoplatmışlar ama namustu, tahrikti, orospuluktu derken mutlu sona ulaşılmış nihayetinde.
84 yıl düşe düşe 14 yıla düşmüş işte....
- ....Dayak meselesine gelince... Erkek olmak bunu da gerektiriyor diye düşünüyor Suna. Erkekler çok çabuk sinirleniyor. Kendilerine hakim olamıyorlar. Doğaları böyle. Babası da böyleydi Suna'nın. Yine de çok severdi O'nu. Korumak istediğini bilirdi. Babası Suna'yı çok sevdiği, korumak istediği için öyle döverdi. Öğretmek için.Yoksa niye öyle bir kötülük yapar ki insan kızına. Canı acısın ister mi insan hiç kendi çocuğunun?..
-...Sesini biraz bile yükseltmeye cesaret edemeyen korkak Suna, O'na vuran birini ittirmeyi bile düşünemeyen ürkek Suna, her tartışma sonrasında yok olmayı, görünmez olmayı dileyen zavallı Suna şimdi içinde tuhaf bir zevkle bıçağı Hakkı'ya saplıyor.
- Yukarıda biri oturuyor. Hakimmiş. Nasıl yaptın diye soruyor. Biri hızlı hızlı yazıyor. Herkes telaşlı, herkes çabuk. İlk defa Suna sakin hayatında, diğerleri telaşlı.....
- Sonrası bildiğimiz telden. Haydi bir istatistik bilgi de ben vereyim. Türkiye'nin yüzde 80'inden daha farklı düşünmüyor Hamit. Erkektir gezer de tozar da diyor. Kadın evine bakacak,kocasının çocuklarının ardını toparlayacak diyor. Erkeklerin biraz daha eğitimlisi Hamit'in fikirlerini daha geniş kelime dağarcığıyla anlatabilme yetisine sahip sadece. Eğitimine göre kelimeler değişiyor. Ambiyans aynı.....
- İyice emin olmak için " namus dışında bir sebepten öldürebilir mi koca karısını?" diye soruyorum. Neyse ki öldüremezmiş. Tek sebep namus olmalı.Gerçi namus kavramının içine sokak orospuluğunun yanı sıra başkasına aşık olmak, başkasıyla mutlu olmak,boşanmak istemek, sokağa çıkmak, işe girmek, pazara gitmek, misafirlik etmek,perdeyi açmak,yemeği tuzlu yapmak, tuzu az koymak, sokakta yürürken karşıdan gelen adama bir an için bakmak, adamı kendine baktırmak, kafayı yerden kaldırmak,açık giyinmek, parfüm sürmek, çocuk doğurmak istememek,adamın ailesiyle iyi geçinmemek de girebiliyor.Bütün bu sebeplerden öldürülen kadınları gazetelerden okuduk.Bunlar dışında rahatız ama.Hala yaşayabiliriz.
- Korkup kararlarından caymaları için tek sebep var, o da cezanın uzun süreli olması. Kulaktan kulağa duyuyorlar, kahvede , sokakta birbirlerine hemencecik haber ediveriyorlar. " Öldür , on sene yatar çıkarsın" diyorlar. Ve asla yanılmıyor, hayal kırıklığına uğramıyorlar. Gerçekten de öldürüp, on bilemedin on küsur senede çıkıyorlar.
-Bir insan bu kadar yanılabilir mi? Sanki yeni çözmeye başladığını sandığı bir alfabeyi aslında bambaşka şifrelerle okuduğunu anlıyor.O işaret aslında bu demek değilmiş. O harf böyle okunmazmış. Seda'nın sahiplenme sandığı, esasında Haluk'un tahakküm etme arzusuymuş. Seda'nın ilgi saydığı, Haluk'un kıskançlığıymış. Seda'nın aşk diye kandığı aslında kendi gücünü sınamasıymış.
-" Bir evde şiddet varsa o aile her türlü dağılıyor."
- Bir yerde katil olan başka bir mekanda zavallı korkak biri haline gelebiliyor. Güç elindeyken zalim, değilken mazlum olabiliyor. İnsanoğlu çok tuhaf hakikaten. Hep elindeki kartlara göre oynuyor.
- Bir yerde katil olan başka bir mekanda zavallı korkak biri haline gelebiliyor. Güç elindeyken zalim, değilken mazlum olabiliyor. İnsanoğlu çok tuhaf hakikaten. Hep elindeki kartlara göre oynuyor.
- Tecavüz ve cinayetlerin hiçbir mazereti olmadığını öğrenmek için dünya kaç kere daha dönmek zorunda kalacak bilmiyorum...
- Bunca zaman sonra daha eşit, daha güçlü, daha özgür bir konumda olması gerekirken biz kadınlar, şimdi yaşamak, hayatta kalmak için uğraşıyoruz. Sokakta yürüyebilmek, dayak yememek,tecavüze uğramamak , satılmamak için kan döküyoruz.
-Fakir olmak, zengin olmak,eğitimli, cahil, işçi, memur, uzun kısa, güzel çirkin hiç farketmiyor. Kadın olmak yeterli bedel ödemek için bu gezegende, hele ki bizim memlekete. Yeter ki o bedeli öderken canımızdan olmayalım, ucuz kurtulalım.
- "Son sözün ne olur?" diyorum. Havva gözlerini, gözlerime dikiyor. Ama şimdi ne çenesini kaldırmış öfkeyle, ne de sinirden elleri titriyor; öyle bırakmış kendini, öyle acılı, öyle yalnız ve çaresiz: " Eğer ki bir erkek seni öldürürüm diyorsa, kadın ona inansın " diyor...
27.10.2017
AGORA
Hyptia ismini , arkadaşım " bu da benim kedim Hyptia " dediğinde duymuştum ilk kez. Dün akşam film ararken karşıma çıktı "Agora" ve soluksuz izledim. Yönetmenin Diğerleri ve İçimdeki Deniz filmlerini de izlemiş, özellikle Diğerleri'ni çok ilginç bulmuştum.
Film, M.S. 4. yy da yaşamış ünlü bir matematikçi, filozof ve astronom olan güzeller güzeli Hyptia'nın hayatını , tam da Paganlık- Hristiyanlık - Yahudilik çatışmasının ortasında anlatıyor. Mekan ve kostüm oldukça başarılı, izleyiciyi filmin içine çekiyor.
Film bittiğinde düşündüğüm ilk şey, o zamandan bu zamana hiçbir şeyin değişmediği oldu. İnsanlar hala düşünceleri, inançları ve yaşam tarzları nedeniyle yargılanıyor, cezalandırılıyor, acı çektiriliyor. İnsanlar kendi gibi düşünmeyenlere karşı hala hoşgörüsüzler.
Hyptia , onca baskıya rağmen, sormaktan, araştırmaktan vazgeçmeyen , hayatını bilime adamış, öğrencilerine dersler veren hem güzel, hem zeki bir kadın..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)