Sana bu mektubu, kapısını yıllardır kimsenin çalmadığı, döşemeleri kabarmış, pencere camlarının çoğu kırılmış, çerçevelerinin boyaları dökülmüş o eski evden yazıyorum. Sen gittikten sonra hüznün kol gezdiği, bir daha dumanı tütmeyen, viraneye dönen o evden....
Sana bu mektubu rüzgarın deli gibi estiği, ağaçların yıkılmamak için sıkı sıkı toprağa tutunduğu, bunca sesin, ıslığın, birbirine yaslanan bunca ağacın arasında payıma düşen yalnızlığa sarıldığım buz gibi havada yazıyorum. Sadece bedenimin değil, ruhumun da üşüdüğü, kendimi ayazda kalmış kuş yavrusu gibi hissettiğim havada .....
Sana bu mektubu " ya gel mutluluğa doyayım, ya da göm beni , toprağa karışayım" demek için yazıyorum. Çünkü ortası yok bunun. Sen yoksan hayatın anlamı , yaşamanın tadı yok. Tüm renkler senin varlığınla ortaya çıkıyor, çiçekler senden besleniyor. Sensiz hiçbir şeyin albenisi yok. Tüm evren yetim kalmış gibi...
Sana bu mektubu, gücümün tükendiği anda yazıyorum. Biliyor musun nefes alamayacak kadar halsiz, yeni bir güne başlayamayacak kadar umutsuzum sen olmadığın zamanlarda.. Ekmeğe ve suya muhtaçlığım kadar ihtiyacım var sana. Dizime derman, gözüme fer, gönlüme ışık ol.
Bu mektubu senin nerede olduğunu bilip de kendimi kaybettiğim anda yazıyorum. Sen varsan bir yere, zamana aidim ben. Sensizlik, içinde savrulduğum boşluktan farksız. Yokluğunda kim olduğumu çözmekte zorlanıyorum
Sana bu mektubu hayatımı güzelleştirdiğin yerden yazıyorum.
Hep hayatımda kal diye...
Yanımda ol diye...
Dön diye....