26.09.2013

BANA GELSİN....



Duru,
Tadı çok hoş,
Tıpkı berrak görüntüsü gibi..
Hep uzaklara bakan, hüzünlü gözlerin gibi
Yudum yudum içiyorum..
Gözlerimi kapatıp,
Bir iksiri içer gibi,
Ayaklarım yerden kesiliyor,
Ruhum hafifliyor,
Zaman dediğin nedir ki,
Sal yakasını, istediği yere aksın,
Seninle olduğum "an" bana yetiyor..
Her şarkıda,
Her şarkının tınısında , kokun burnuma geliyor,
İçime çekiyorum.
ve çoğalıyorum..
Bitmese...
Araya ayrılık girmese..
Aslında üzülmüyorum gidişine,
Sadece sabırsızlanıyorum,
Ya gelmezse korkusu liklerime işlerken,
Sözlerini hatırlıyorum..
"Elimi bırakma "...
Hayaline sımsıkı sarılıyorum..
Artık hazırım,
Bilmediğim diyarlarda çıkmaz sokaklara dalabilirim..
Ve sokak çalgıcıları..
Neydi sevdiğin  şarkı?
Umurumda mı,
Sıradakini bizim için söyle diyorum,
Ama bizden bi'şeyler olsun içinde..
Umudu harmanlasın hüzünle,
Öyle güzel söyle ki, o da duysun
Duysun ki, özlediğimi bilsin
Her neredeyse, kiminleyse,
Bana gelsin...






24.09.2013

...........

İzin ver gözlerine sere serpe uzanayım......
Ve baktığın her yerde, gördüğün ben olayım....




23.09.2013

BEYAZ PANTALON GİYMEYİN !!!

Oldukça kalabalık bir caddede, kol kola yürüyoruz..
Öyle derin mevzulara dalmadık..
Havadan  sudan, ama keyifli bir sohbet  bizimki..
Zaten onca insan yanımızdan  gelip geçerken, derinlere dalmanın pek de mümkünatı yok :)
Karşıdan gelen, biri 8-9 diğeri 11-12 yaşlarında iki çocuk, bize iki adım kala, hafifçe yere eğilip, ağızlarındakini  püskürtüyorlar, ardından sinir bozucu bir kahkahayla...
Öyle gülmekten kendilerini tutamayıp yaptıkları bir hareket değil..
Ne zevk aldılarsa ,   üstümüz başımız  özellikle pantalonlarımız   pembe- mor, garip bir renge bürünüyor...
Vişne suyu gibi bişey sanırım..O anda ellerinde ne var bakmak aklıma gelmiyor..
Sinirleniyorum..
Üstümün başımın batmasına değil, yıkarsın geçer, geçmedi, atarsın olur biter..
Beni sinirlendiren, aymaz tavırları..
Utanmazlıkları...
"Beğendiniz mi yaptığınızı? " diyorum...
Etraftan bizi görenler,  "cık cık " deyip, çocuklara kızıyorlar..
Durup tartışmanın anlamı yok, yola devam ediyoruz..
Ama o kadar pervasızlar ki, arkamızdan bağırıyorlar,
" Siz de beyaz pantalon giymeseydiniz  !!!"
Beyazlara gelesiniz  diyesim geliyor  ( anlamını bilmiyorum gerçi :))
Yanımdaki söyleniyor, " şu kadar para verdim,  daha ikinci giyişim, ya çıkmazsa bu lekeler ? "
Çocukça haşarılıkları anlarım..
Ama bu  komşunun bahçesinden gizli gizli erik koparmaya, kapının ziline basıp kaçmaya benzemiyor...
Arabaları anahtarla çizmek, camları taşlayarak kırmak, kartopunun içine taş koymak  çocukça haylazlığı aşıyor..
Çünkü işin içinde başkasını rahatsız etmek var, zarar vermek var, canını yakmak var...
Acaba diyorum,
Çoluğuna çocuğuna, eşine şiddet uygulayanların çocuklukları böyle miydi?
Yolda kendi halinde dolaşan kedi- köpeği tekmeleyerek öldürenlerin,
Trafikte yol verme  yüzünden tartışıp arbede çıkaranların,
Üç kuruş için adam bıçaklayanların,
Sahte belgelerle adam dolandırmaya kalkanların,
Hırsızlık yapanların,
Kız arkadaşını, eski eşini / sevgilisini hunharca öldürenlerin...
Yolda kaza yapıp, yaralıyı hastaneye yetiştirmek yerine, bırakıp kaçanların çocuklukları böyle miydi ?
Belki olayı abartıyorum..Ama insan yedisinde neyse, yetmişinde de odur sözü geliyor aklıma...




22.09.2013

...........




Canımı yakıp,
Duygularımı görmezden geldiğinden  beri,
Tüm hislerimi dumura uğratıp,
Ruhuma kıyasım var...





20.09.2013

..........

    Bir insanın aldığı eğitim, edindiği tecrübe, vardığı nokta ( makam, mevkii) , insanları, olayları ve hayatı doğru yorumlamasını sağlamıyorsa, ben onun sahip olduklarına " donanım" diyemem. Yaptığı sadece bilgi hamallığıdır......




16.09.2013

HAYATIN SÜRPRİZLERİ..

   


    Sen sardalya almak için evden çık, bulamayınca da, balıkçının yanındaki manavdan  kırmızı pancar alıp eve dön..Olacak iş mi ?..Şimdi ben hayat insana beklediğini, beklediği zaman sunmuyor, hep bir  sürpriz peşinde deyip, felsefi bir giriş yapar, bir güzel de devam ederdim ama..... Hiç keyfim yok..
    Asıl sürprizi pazar günü yaşadım çünkü. Acaba bayramda ne yapsak, nasıl değerlendirsek planları yaparken,   acı bir haberle  kendime geldim...İşte hayat dediğin bu..Bir taraf keyif sürme peşindeyken, başka birinin  evine ateş düşüyor.. Kendisini tanımazdım, hiç yüz yüze bile gelmedik..Ama eşiyle  görev  icabı,   bir başka şehirde 3 ay beraber aynı pansiyonda kalmıştık. Beraber yedik içtik,  sohbet ettik....Çok çok iyi bir insan. Kendi halinde,   sessiz sakin bir beyefendi. Eşi pazar sabahı   balkondan düşüp hayatını kaybediyor. Geride acılı bir eş, annesiz bir genç kız bırakarak...
     Acaba O'nun ne  hayalleri vardı...Yapmak istedikleri, yapamadığı için üzüldükleri neydi ?  Son anlardaki ruh hali?  En son ne düşünmüş, ne söylemişti ?  Kimlere kızmış, neye mutlu olmuştu?
     Birine çok kızdığımız bir anda, kırıldığımızda , 5 dakika sonra öleceğimizi bilsek ne yapardık ?   Öfkelenir miydik aynı ölçüde.. Ya  çok sevdiğimizi düşünürken, az sonra ayrılacağımızı bilsek ?   Bilsek farklı olurdu elbette, ama kestiremiyoruz ki...Ölüm hep uzak gibi geliyor bize.. Oysa ki belki de nefesi ensemizde, bilemiyoruz, hissedemiyoruz. Sanırım   bu hayatın bize yaptığı en büyük iyilik. Kim ne zaman öleceğini bilerek yaşamak ister ki ?
     Şimdi ben  bir kaç güne kalmaz normale dönerim.. Yine eski kahve telvesi.. Huysuz, dengesiz, kırılgan.... Üzülürüm,   söylenirim, öfkelenirim... Unuturum hayatın ne kadar kısa olduğunu...   Ruhun dingin olmasını gerektiğini bile bile, fırtınalar kopartır, kasırgalar estiririm iç dünyamda...  Unuturum,  hiç bir şeyin aslında üzülmeye değmediğini...   Her anımı  son anımmış gibi  yaşamanın keyfini süremem.. Affedemem kolay kolay..Sırtıma yeni yükler alırım... Ben kendimi biliyorum, yaparım...
    O gencecik kıza üzülüyorum şimdi...Ne yazık ki, O, uzun süre atlatamayacak bu travmayı..   Hep boynu bükük kalacak.....