29.09.2017

DÜNYA KAHVE GÜNÜ


10 günlük ev sahipliğim bugün itibariyle bitince ( misafirlerim gidince) sevgili arkadaşımın kahve  davetine nihayet icabet edebildim. Moskova gezisinden alınmış  fincanlardan hangisiyle içmek istediğimi sordu, mavi hayranlığıma rağmen siyahlı olanı seçtim. Kahve bahane, sohbet şahaneydi, her zamanki gibi. Eve döndükten sonra önce güzel , verimli sohbet için teşekkür babında, sonra da bugünün "kahve günü" olduğuna dair hatırlatma amaçlı iki mesaj aldım kendisinden..
Teeee 1983 'te Japonlar başlamışlar ilk kez kutlamaya... Amaç kahve sevgisini, kahve eşliğinde yapılan sohbetleri ve dostluğu paylaşmakmış. Sonra da 1 Ekim'e alınmış 2 sene önce. Artık evrenselleşen "Kahve Günü" 1 Kasım 'da kutlanmaya başlayacakmış...
Bize her gün bayram, her gün kahve günü..
Yeter ki sevdiğimiz insanlar, hoş sohbetler eşliğinde içelim kahvemizi. Gerçi sohbete çay eşlik eder, kahve yalnızların  tercihidir diyenler de var. 
Önemli mi ? Kahve ya da çay, yalnız veya dost meclisi, ayrılırken aklımızda, yüreğimizde  bi' şeyler olsun, sohbetten kazandığımız. Yeni kararlar, yeni fikirler, yeni ufuklar, yeni öğrenimler olsun... Yenilenerek çıkalım.
Ben bugün hepsini heybeme aldım da döndüm evime.
Hiç abarttığımı düşünmeyin. Sevgili Özden karşıma nadir çıkan/ çıkabilecek bir dost benim için.
Kahve de  toprak cezvede pişti ;)
Fincanı güzel, cezvesi özel, sohbeti şahane arkadaşımla biz kahvemizi içtik.
Sizin de "kahve günü"nüz kutlu olsun .
Sevgiler...


26.09.2017

ÇALIŞAN KADIN ÖZGÜR MÜDÜR BEZGİN MİDİR?

Yüzyılın en büyük aldatmacası, en çok rağbet gören yalanı nedir deseler, hiç tereddütsüz  cevabım " çalışan kadının ekonomik özgürlüğü" olurdu. 
Başka ülkeleri bilmem, ama benim ülkemde çalışan kadın demek, sorumluluğu artan kadın demek. Kendi üzerindeki yükler gram azalmadan,  erkeğin yüküne ortak olan kadın demek...
Maaşını, alın terinin karşılığını , daha aldığı gün eşinin avuçlarına bırakan kadın demek...
İşteki sorunlara, yorgunluğa rağmen, evine geldiğinde oturup dinlenmeye vakit bulamadan, ilgi bekleyen çocukları, yemek isteyen eşi, yıkanması gereken çamaşırı .... arasında bunalan, bölünen, parçalara ayrılan kadın demek...
Sakın ola ki  çalışmaya karşı olduğum anlamı çıkmasın bu cümlelerden. Tam tersine ben kadının çalışmasından yanayım. Ama ekonomik özgürlük için değil.. kadının özgüven sahibi olması için hiç değil. Üretken olmak, duygusal ve ruhsal tatmin yaşamak için isteyen kadın çalışmalı diyorum. Tabi ki işin ekonomik yönü de var. Gittikçe zorlaşan hayat şartlarında yol arkadaşına destek olmak için de çalışabilir. Benim tasvip etmediğim ve şiddetle karşı çıktığım konu, pembe bir yalan uydurarak, cafcaflı sözler sarf ederek, zaten erkek egemen toplumumuzda  erkeğin rahatı için, kadının biraz daha ezilmesi... Çalışan hangi kadın kazandığı parayı istediği gibi harcama lüksüne sahip ki? 
Şunu diyebilirsiniz; kadın çalışırsa kendine güveni artar, erkeğe karşı daha dik ve güçlü durur, şiddete eğilimli,aksi,kaba, geçimsiz bir erkeği çekmez. Sevgi ve saygıdan yoksun bir evliliği , sırf  ekonomik sebepler yüzünden yürütmek zorunda kalmaz. İyi de, bu, okumamış, meslek sahibi olamamış, okusa ve meslek sahibi olsa da çalışmamayı tercih etmiş, belki de iş mi çocuk mu ikileminde çocuğunu seçip, kendi yetiştirmek istemiş kadınları  bütün bu saydığım durumlara mahkum etmez mi? Çalışmıyorsa müstahak  anlamı çıkmaz mı? Çalışmayan kadın hor görülebilir, baskı altında yaşamayı hak etmiştir , çalışmayan kadın pısırıktır   demek değil midir? Aile olmak, kadın ve erkeğin saygı / sevgi çerçevesinde çıktığı yol değil midir?  Erkeğin kadına  sevgi ve saygı duyması için ille de para kazanması mı gerekir? Sahi bu değerler kazanılan paraya göre artar ya da eksilir mi? 
Hepsinden önemlisi, kadın bunca sorumlulukla cebelleşirken, kadının kazandığına el koyan eş, erkek her gün yemek telaşı yaşar mı?  Alış veriş listesi yapar mı? Akşama gelecek olan misafirler için kurabiye tarifleri bakar mı netten?
Kadınlar mümkünse okusun.. Lisede, üniversitede okusun..Kitap okusun, kurslara gitsin, kendisini yetiştirsin. Kız erkek ayrımı yapmadan çocuklarını " erdemli, hakkaniyetli, merhametli, diğergam, dürüst, çalışkan, sorumluluk sahibi insan" olarak yetiştirsin... Ama bunları öncelikle kendisinde uygulasın. İnsanca yaşamak, sevgi ve saygı görmek, kişisel özgürlük alanına sahip olmak kadın erkek, çalışan çalışmayan herkesin hakkıdır. Zaten hakkınız olanı almak için rica ederim kendinizi tüketmeyin...
Siz erkekler, ya evin reisliği payesinden vaz geçin ve kadınla el ele,omuz omuza yüklenin bu hayatı, iş bölümüne razı olun ya da  son söz bende olacak, ben kadın mıyım ki yemek ,ütü yapayım diyorsanız  adam olup geçindirin evinizi...
Ama ne olur bana  ekonomik özgürlük yalanıyla gelmeyin !!!

25.09.2017

SENİ İLELEBET BENİMSİN SANDIM...!!!

Hep böyle olur...Eşya, söz, nefes vs. kısacası hayat O yoksa anlamını, rengini yitirir de yaşamak bir vazife gibi yük kalır insanın üzerinde...
"Bir bakışın ölmem için yetecek" mısrasını Sezai Karakoç'a yazdıranın, kabul görmemiş bir aşk olduğu düşünülürse , maşukun nazarı, aşığı mutluluktan öldürecek kadar büyük bir sevdadır yaşanan . Öldürür mü? Muhtemelen hayır. Ancak öleceğini düşünmek, buna inanmak sevdanın gereğidir. Sevdayı büyük yapan,  böylesine enfes şiirler, klasikleşmiş kitaplar yazdıran işte  aşıktaki bu inançtır, tutkudur. Eğer sevdiğini hava gibi, su gibi, ekmek gibi aziz bilmese insan ,O'nsuz yaşamayı nasıl anlamsız ve imkansız bulabilir ki ? Böyle düşünmese " Ellerimi ellerinden alıp gidersen../..Senden gelsin ölüm başım  üstüne" diyebilir mi?
Bu kadar sevmese, sevgisinin arkasında bu kadar dik durmasa insan, ayrılığı nasıl ölümle eş değer kabul eder ki? Diyelim ki ayrılığı kabullendi, ayrılığa rağmen yaşamaya devam etti, "hiç değilse unutma " der, Hatıralarda  olsun bir yer edinmeyi ister mi?... 
Oysa unutulur sevdalar... Acılar zamanla kabuk bağlar. Giden çoktan unutulur da, yenisi gelir oturur yüreğin baş köşesine.. Sanki hiç yeminler edilmemiş, sözler verilmemiş, birlikte hayal kurulmamış gibi yeniden başlar her şey... Sensiz yaşayamam diyen kadın/ adam , bir başka yaşam kaynağı bulmuştur artık.
Ne söyledikleri yalandır, ne de  sevdası kandırmacadır. Saman alevi gibi yakmıştır yüreği, doğrudur tüm sözleri... Ama anlıktır.... O an için doğrudur.... Sadece gerçek ve doğru,  zamana yenik düşmüştür...
İşte unutamayanlar, yarası kabuk bağlamayanlar , ettiği yemini her sabah muhatabı olmadan tekrarlayanlar asla unutmayanlardır ve onlar unutulmazlar. Şiirleriyle, sözleriyle, yazılarıyla, sevda masallarıyla yıllara meydan okuyan aşk hikayesinin yüreği yaralı kahramanları, nice yüreği sevdaya düşenin de haline tercüman olurlar...


Tolga öyle güzel yazmış ki... Bi' bakın derim...
Sevgiler...


24.09.2017

.....


Ben bir hayale aldandım...
zannettim ki
yalnızlık, kalabalığı da alıp  gidecek 
sadece sen olacaksın yanımda 
ve dünyam tamamlanacak...

Ben bir yalana inandım...
İçimdeki fırtınaları dindirmek isterken,
kasırgaya yakalandım..
güz yaprakları gibi sarardım, soldum
kendimi bulmak isterken ,
sende yeniden kayboldum...


23.09.2017

........

İki gündür pek keyifsizim.Dün sabah Lâl öldü. Kırmızı minik balığım.Bir arkadaşımın hediyesiydi. O kadar zarif, o kadar hoş bir kızdı ki, zannedersiniz leydi okulundan çıkıp gelmiş. İsmini koyup da vermişti.. Bana kalsa " zilli " falan derdim.
Neticede balıktı işte. Küçücük kavanozunda salına salına gezerdi. Onu seyretmek terapi gibi gelirdi bana.  Behlül musallat olmadığı zamanlarda tabi. ( kedim) Behlül yemek için az uğraşmadı Lâl'i.
Ben küçücük bir balığın  ölümüne bu kadar üzülebiliyorken, insanların hayvanlara yaptıkları zulmü nasıl kabul edebilirim ki?
Ben hayvanlara yapılan eziyet karşısında çileden çıkıyorken çocuklara yapılan bunca haksızlığı, şiddeti, tacizi, tecavüzü nasıl  kaldırayım ki?
Az önce Müjde'nin yazısını okudum. Kendi insanımız köpeğe,  damacanaya, küçücük çocuğa... hallenecek kadar iğrençken, bize gelenler de bizden farksız. Afganlının Suriyeli çocuğa yaptıklarını okuduğumda  isyan edesim geldi. Artık haberleri izleyemiyorum, okuyamıyorum. Hep bir cinnet hali. Hep insanlık dışı...
Bugün abimle konuşurken "nasılsın" sorusuna " hala yaşıyorum" dedim. Ötenazi kabul edilmiş diye müjde verdi. Meclis onayından geçmiş ama henüz R.G. de yayınlanmamış. Gerçekten dayanılmaz bir hal aldı yaşamak. Kıyamet yakın değilse, ben önlerden yerimi ayırtayım diyorum...

20.09.2017

İNSAN OLMAK MI ZOR,ÇOCUK OLMAK MI?


"İnsan olmak zor zanaat" derler. Ciddi emek ister, uğraş ister... Goethe ; "insanın , yalnız gerçeğin ne olduğunu bilmesi yeterli değildir; doğruyu istemesi ve yapması da gereklidir" derken,  bu yükümlülüğün  araştırma, öğrenme, muhakeme etme,  aklını ve yetisini bu yönde kullanma ve harekete geçme merhalelerinden oluştuğunu dile getirmiş.
İnsan olmak, ete kemiğe bürünmüş zahiri görüntüden ibaret değildir elbette. Asıl mesele, zıddıyla kaim olan duyguların, hasletlerin  güzel ve faydalı olanlarını öne çıkartmak, kötü, çirkin olanlarını ise törpülemektir. Kısacası insanın kendisiyle mücadelesidir. Zaaflarıyla, tembelliğiyle, hırslarıyla, nefretiyle, fesatlığıyla , hatalarıyla ..vs. mücadele edebildiği, kendine karşı objektif ve dürüst olabildiği, özüyle sözü örtüştüğü ölçüde bu mücadeleden galip çıkacaktır. Eliyle ya da diliyle başkalarına zarar vermediği ölçüde muteber insan  olacaktır. 
İnsanın en büyük düşmanı yine kendisidir, yaptığı tercihleridir, onursuzluğudur, dik duramamasıdır, kaypaklığıdır....
Çocuklar öyle mi ya?
Onlar o kadar masum ki... O kadar savunmasız  ve korunmasız ki...
Zor olan insanlıktan ziyade çocuk olmaktır. Özellikle bu zamanda... Doğar doğmaz çöpe atılan, henüz aklı başına gelmeden, kendini tanıyamadan, insan olamayanların kötülükleriyle karşı karşıya gelen çocuklar için zor hayat aslında.
Sevginin, şefkatin, güvenin olması gereken  yuvada, sevgi, şefkat ve güven görmek istediği insanlardan  şiddet gören, taciz/ tecavüzle karşılaşan çocuklar için cehennem gibi bu hayat. Zebanileri ise yanı başında...
Eğer çocuksan, anne babanın  olmak isteyip de olamadığı, gelmek isteyip de gelemediği yer, mevki, sosyal statü için  bulunmaz bir fırsatsın. Neye ilgin ya da yeteneğin var sorulmaz, bakılmaz. Onlar istiyor ya, bu yeterlidir. Artık  elin kalem tutmaya başladığı anda beynini oyarlar. Çok nadirdir, benim kızım piyanist olacak, oğlum balet olacak diyen. Ya doktorluk ya mühendislik biçilmiştir sana ve bu uğurda canını dişine takmak zorundasındır. Gidişat umut verici değilse yandın. Komşunun oğlu/ kızı diye başlarlar, sanayiiden ya da kuaför kalfalığından çıkarlar. Özgüven yerlerde  sürünür,umurlarında olmazsın...
O "ilk sarı öküz " misali, okula ilk adım attığın anda  hayatın ipotek altına alınmış demektir. İlk tavizi vermişsindir, arkası kaçınılmazdır, gelecektir. Aile için ya başarınla kıvanç kaynağı olursun  ya da başarısızlığınla utanç kaynağı..."çünkü " sevgiyle tanışırsın, "eğer" sevgiyle tehdit edilirsin... " rağmen" sevgi çoktan rafa kaldırılmıştır .
Eğer erkeksen, ilk aşk  ve sonsuz / sayısız aşklar karşısında şanslısındır. Çünkü aşk, sevgi senin elinin kiridir. Kızsan işler değişir. Potansiyel o.. olursun. 
Okumak  ders kitaplarıyla sınırlıdır ve yeterlidir de. Boşa geçen zamandır kitap okumak. Çünkü senin vazifen başarı olmaktır. Başarı ise aldığın notla ölçülür.
Bu tablonun daha beteri ise, küçük yaşta çalışmak zorunda olanların yaşanmamış çocukluğunda gizlidir.

Daraldım ben, yeter bu kadar... 


19.09.2017

TEOG YATAĞINDA MARİNE EDİLMİŞ DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ

Sosyolojide  her ülkenin tarihinde bir kez yakaladığı bir kavram vardır ki " demografik fırsat penceresi" olarak adlandırılır.Kısaca değişen nüfus değerlerinde, bakıma muhtaç çocuk, yaşlı ve gençlerin dışındaki "çalışan kesim"in çoğunluğu oluşturduğu dönemdir. Eğer bu dönem çok iyi değerlendirilirse, ekonomiden siyasete, bilimden sanata kadar her alanda atılım yaşanır. Dünyanın gidişatına yön veren ülkeler arasında yer almak mümkün hale gelir. GSMH oranının yükselmesi,  refahın gıpta edilecek  seviyelere çıkması için yakalayacağımız ve kaçırmamamız gereken bir fırsattır..
210 yılında girdiğimiz fırsat penceresi dönemi bazılarına göre 20, bazılarına göre ise 30 yıl sürecek. Yani kısacası yolu yarılamak üzereyiz.
Bir çırpıda aklıma gelen sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir çevre, iletişim ve savunma teknolojileri, bilgisayar yazılımları,  hastalıkların önlenmesi, tedavisi, kökünün kazınması, ilaç sanayi vs.vs.vs. alanlarında  yüzümüzü güldürecek gelişmeler  için  şu an ortaokul, lise ve üniversitede öğrenci olanlar bizim umudumuz...
Öyle mi sınav yapsak böyle mi sınav yapsak, bu sistem olmadı şunu mu denesek, 4 bin tarih öğretmeni boşta olabilir ama öğretmen açığımız 150, ancak bu kadar kontenjan açabiliyoruz dediğimiz, ne yapacağını,nereye gideceğini, hangi okulu okursa iş imkanı bulabileceğini bilemeyen , okulu bitince sırtında harç taşıyarak ekmeğini kazanmaya çalışan gençlik işte bu fırsat penceresinin sahipleri....
Koca dağ gibi altın madenimiz var ve bunu nasıl heba edebiliriz  diye canhıraş uğraşıyor gibiyiz...
Hedefsiz, altyapısız, ideali, geleceğe ait planı olmayan, okumayan, araştırmayan,  çevresinde neler olup bitiyor düşünmeyen, sormaktan ve sorgulamaktan aciz, sorumluluğunun  farkında olmayan  bir gençlik geliyor gürül gürül...
Bırakın Ortadoğu'yu , dünyaya yön verebilecek güç elimizin altında... Avuçlarımızda... 
Lütfen artık kendimize gelelim. 
Uyanalım...
Fırsat kaçmadan istikrarlı bir eğitim sistemi derhal oluşturulmalı...
Bu ne Cumhurbaşkanının ne de Başbakanın işi....
Öğretmenler,  pedagoglar, pdr uzmanları, insan kaynakları, sosyologlar kafa kafaya verip derhal en akılcı,en uygun sistem neyse karar verip uygulamaya koymalılar...
Paranın devreye girmediği, hatır gönül işlerinden uzak, herkesin kapasitesine , yeteneğine ve ilgi alanına göre yönlendirilip yetiştirildiği bir sisteme acilen ihtiyacımız var...
Bu fırsat kaçmaz....Kaçmamalı...

17.09.2017

....

Kıyamete kadar sönmeyecek ateşi attın yüreğime...
yaktı,
yaktı da kül edemedi...
dumanım tütmeden,
kimseye belli etmeden,
için için yanarken,
söyle
hangi söz söndürür bu ateşi?
  hangi söz hükümsüz kılar idam fermanını?

Kıyameti başlatacak  ateşi bıraktın yüreğime...
günahıma cehennem,
cehennemime odun oldun,
ben yanarken ateşi harladın
yandım,
yandım da ahhh! diyemedim
kimselere söyleyemedim...

Tüm insanlığı temize çıkaracak kadar yandım,
yandım da
bir tek içimdeki "sen"i aklayamadım...



13.09.2017

FIRTINA / BİR KUYUYA BAĞIRIYORUM

....
Montun fermuarını açıyorum. Derin bir nefes, rüzgarın ağzımdan ve burnumdan dolmadığı bir anda. Öküz tortop oluyor içimde. Saçlarım her yerde. Kocaman bir yağmur damlası yüzüme. Gözyaşım onu yalnız bırakmıyor. Ak lan diyorum. Her yer kaos. Senin üstünlüğün ne , ak. İnsanlar pencerelerin arkasında. İnsanlar hep bir şeylerin arkasında zaten. 
....

Yazının tamamı şu  blogda...


11.09.2017

...

Yükümlülüğüm "iyi olmak" değil... "İyi olmaya çalışmak". Yani hatalarım olabilir, aleme yetecek kadar yanlış da yapabilirim. Yeter ki sonrasında kendimi tarafsız yargılayabileyim. Pişmanlık duyabileyim. 
İnsanı helak olmaya götüren merhamet ve vicdandan yoksun kalmasıdır bana göre... Vicdan bahanelerle kendimizi temize çıkarmak için değil, insan olabilmek için var... İyi insan olabilmek.
( arkadaş nedir bu "iyi" saplantısı anlamadım ki !!!)
***
Uyumuyor dalıyorum,  yarım saatlik aralıklarla... Deliksiz iki saat uykuya hasretim. Sipariş verdiğim rüyalar var, hiç değilse onların hatırına...
***
Bazı konularda kısıtlı zamanım var karar vermek için, erteliyorum. Tüh, geç kalmışım, kaçırmışım cümleleri  kapımı çalmak üzere...
***
Şu an canım , canımı acıtacak film, şarkı, söz çekiyor. Mazoluğum depreşti...Önerilere açığım, her zamanki gibi.
***
Buralar dutluk ve hep öyle kalacak gibi bir his var içimde..Yanlış ata oynadınız sanki. Benden söylemesi. 
***

9.09.2017

BEKLE BENİ DEDİ GİTTİ, BEN BEKLEMEDİM O GELMEDİ....


" Bana korkmadan risk alanların cesur olduğu öğretildi. 
Ama daha cesuru, korkularına rağmen risk alanlardır. 
Cesaret korkunun ettiği duadır.!!!" *
"Ömrüm seni beklemekle nihayet bulacaktır" demiş Fitnat Hanım. 
Bizim ömrümüz de beklemekle geçiyor işte. Hep bi'şeyleri bekliyoruz. Herkes bi'şeyler değişsin istiyor hayatında. Ahh yanlış oldu, değişsin değil, değiştirilsin  istiyor, birileri değiştirsin. Bu işimize geliyor. Değişsin demek bizim  adım atmamızı gerektiriyor, harekete geçmemizi, seçim yapmamızı, yola koyulmamızı.... Ama işimize gelmiyor. Sorumluluk almak istemiyoruz. Sonuç istediğimiz gibi olmazsa suçlu konumuna düşmekten korkuyoruz. Oysa ki biz neticelere katlanacak kadar güçlü ya da cesur değiliz. İşte o zaman karşımıza hemen "ağlarını ören kaderin bize yaptığı haksızlık" çıkıyor. Adil davranmayan hayatın başkalarına cömert davranırken bizden esirgedikleri... Sıkıca yapışıyoruz, can simidimizmiş gibi... Sarıldıkça dibe çöküyoruz, batıyoruz !!!. Oysa bizi dibe çeken " haksızlık" olarak adlandırdığımız o durum değil, karşı koymak yerine teslim olmamız, ona sarılmamız, kurtulmaya çalışmak yerine kurtarıcı beklememiz...
"Mevzu acı çekmekten ibaret değildi. Aynı zamanda acı çekerek bir şeyler öğrenmekti" ** Acı, üzüntü, korku, yılgınlık  içimizdeki "yapmalıyım/ yapabilirim"'i ateşlemiyorsa , çıkış yolu bulmamıza yardımcı olamıyorsa "dipsiz kuyularda merdivensiz kalmak" kaçınılmaz son olacaktır. Acıyla olgunlaşmak kavramını yeni baştan düşünmemiz gerekiyor belki de.. 
Bizi dibe çeken, yaptığımız seçimlerimiz, aldığımız ya da alamadığımız kararlar. Bizi çaresiz bırakan çaresizliğimiz değil, çareyi başka yerlerde aramamız. Önce sen kendin için  çözüm arayacaksın, buluncaya kadar aramaktan vazgeçmeyeceksin.. İşte o zaman değişecek hayatın. Tüm olumsuzluklar, beklemeyi bırakıp adım attığında , senden uzaklaşmaya başlayacak.   
Mutlu insan hayatta her şey kendisine bahşedilen insan mıdır, aleyhine olan durumları fırsata çeviren mi?
Başarılı olan insan olgunlaşmış şartlarla bir yerlere gelen midir, olumsuzlukları basamak yapıp yükselen mi?
"İnsan insanın kurdudur" ***. İnsan , insanın ilacıdır. İlaç , bazen derdine derman olmaz. Bazen de o anki sorunu çözer, başka sorunlara sebep olur. ya da ilaç zannettiğin de sana ilacıymış gibi bakar.
Şimdi her şeyi elinin tersiyle itip, tüm mazeretlerden sıyrılıp, hayatına sahip çıkma zamanı. 
Bekleme... Gelmeyecek....

*     Bu Dünyanın Dışında filminden alıntı
**   Damga Ve Toplumsal Kimlik kitabından alıntı
*** Hobbes'un sözü

....

Ben aklıma mukayyet oluyorum
Senin adın dolaşırken dilimde dimağımda...
Korkularımı biliyorum ve sığınacak yer arıyorum,
Sensizlik duygularımı esir aldığında...

7.09.2017

MASUM DEĞİLİZ....

Kabul edilebilir mazeretlere sığınacak kadar makul bir saflıktı benimkisi.. Masumiyete sığar mıydı bilmiyorum ama zaten söylentiler hiçbirimizin masum olmadığı yönündeydi.
Belki de oradan tanışıyorduk.
Seçenekler sunulmuştu, hadsizce çoktu, ama biz acılardan bağlanmayı yeğledik birbirimize..Daha samimi, daha yapmacıksız ve sağlam gerekçeydi kendimizce...
Şimdi, kozasından sıyrılmaya çalışan ipek böceği misali, bekliyorum ve biliyorum gideceğini..
Dilerim ki,
Hiç unutmazsın,
Seni nasıl sevdiğimi...!!!

6.09.2017

ÖRSELENMİŞ KİMLİĞİN İDARE EDİLİŞİ ( DAMGA)



"Başımız dertte ve bu bizim suçumuz " diyordu ,  geçenlerde izlediğim filmin  kahramanlarından biri. Hatta cesaretle ilgili çok güzel bir sözü daha vardı da geri dönüp alamadım.Tamam, hayat dediğimiz tercihlerimizden ibaret ve her tercihin bir bedeli var. Her vazgeçtiğimizin de elbette. İnsanın en büyük yanılgısı, iki seçenek arasında doğru tercih yaptığında hayatının güllük gülistanlık olacağını zannetmesi. Oysa hayatta hiçbir şey net değil,siyah ve beyazdaki kesin ayrım renklerde mümkün sadece. En azından benim görüşüm böyle. Dayanılmaz zannettiğiniz durum, tüm benliğinizle karşı çıktığınız görüş, zamanla o kadar da kötü durmuyor. Çünkü değişiyorsunuz, gelişiyorsunuz, olaylar sizi törpülüyor. İnsan olmanın gereği belki de bu. Mevsimler değişiyor, bedenimiz değişiyor, duygu ve düşüncelerimiz değişiyor. Elbette verdiğimiz tepkiler de değişecek.
Aslolan , yapılan tercih ya da atılan adımın arkasında durmak, sorumluluğunu taşıyacak kadar sahiplenmek. Gözümüzün hep karşı kıyıda olması, o kıyıya yanaşsak da geldiğimiz kıyıya bakmaktan kendimizi alıkoyamamız da gösteriyor ki, yolumuzu çizerken daha iyi, daha kötü ayrımını iyi yapmak gerekiyor. Ve  sonrasında arkaya bakmadan yola devam etmek.....
Çünkü ister inanalım, ister inanmayalım, adına kader dediğimiz  ve asla müdahale edemediğimiz bir alan/ zaman kesiti var. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, damga gibi üzerimize yapışanlar var. Silmek için uğraştığımız, silsek de ardında bıraktığı izden kurtulamadığımız...
Erving Goffman'ın Damga kitabını büyük bir hevesle alıp, aynı hevesle okumaya başladım. Lakin tıkandım....Çok zor ilerliyorum. Okuduğum cümleler öyle bir sarsıyor ki ruhumu, kendime gelmek için  ara vermek zorunda kalıyorum. Sanırım çok fazla içselleştirerek okuyorum . O kadar dolu, o kadar güzel bir kitap ki, psikolojiye, sosyolojiye ilgi duyanların okumasını isterim. Kitabın tanıtımını yapmak beni aşar. Ama böyle bir kitap var, bilin istedim....
Şarkının bu konuyla ilgisi yok, olayı yumuşatmak için geldi kendileri... Ben defalarca dinledim, hala da dinliyorum....
Sevgiyle kalın...



5.09.2017

YİYİNİZ,İÇİNİZ AMA PİSLETMEYİNİZ...

Bir bayramın daha sonuna geldik.Kimler nerede,neler konuştu çok bilgim yok. Nerede o eski bayramlar muhabbeti yapıldı mı, yedi kişi danaya girmek yerine bir fakirin ihtiyaçlarını karşılayıp en büyük bayram bizim bayram dediler mi, bu sene de kurban bayramı ile hac çakıştı mı bilmiyorum. Çünkü gemi su almaya başladı ve  ben batışı geciktirmek için  fazlalıkları yavaş yavaş atıyorum. Ha bir de, tek tek kişileri gözlemlemek yerine,  toplulukları/ yığınları gözlemlemek daha eğlenceli, kolay,  yorucu, zor.Tamam tezat kavramlar ama işin gerçeği bu. 
Misal, dün akşam Konak'a inip , Kordon boyu yürüdük. Konak kabus gibiydi resmen. Tüm samimiyetimle söylüyorum neredeyse ağlayacaktım. Yok böyle pislik. İnsanlar çimlerin üzerine oturmuş, deli gibi çiğdem çitleyip , etrafa savuruyorlardı kabuklarını. Her yerde pet şişeler. Ama alanı çoktan terk etmiş bir grubu takdir ettim doğrusu. Çöplerini bir poşete toplamışlar, öylece bırakmışlar. Bundan iyisi Şam'da kayısı....
Şamlılar da vardı. Kalabalık, rahat,  cangıl cungul... Da dedim, Suriyeliler de...Her yer Suriyeli değildi elbette. Araplar çok pis diyen Türkler de oradaydı. O pisletenler arasında.. Yiyip içip, çöplerini bile toplamadan gidenler , halihazırda çöpünü yayanlar arasında bizim insanımız da vardı... 
Yanımdaki misafirden utandım. Oraya sürüyle  hayvan yaysanız, böyle çöpe boğmaz, hatta yenilebilir olanları temizlerdi. 
Yapacak bi'şey yok. Konumumuz Ortadoğu , kafa yapımız da yaşadığımız coğrafya doğrultusunda ne yazık ki... Kısacası "coğrafya kaderdir". Oysa, madem ki temizlik imandandır, ev sahibinin de misafirin de çoğunluğunun Müslüman olduğunu düşünürsek, akşamki manzarayla karşılaşmamalıydık. Demek ki Aliya İzzetbegoviç'in dediği gibi " İyi insan olmadan iyi müslüman..." olunmuyor....İnsan olmayı beceremeyenlerin müslümanlığı , İslamla bağdaşmıyor...

Neyse,eğer yazıyı sonuna kadar okuduysanız, şu şarkıyı da dinleyin ki güzel ayrılın...