21.09.2018

ASLA / MİM



Mime uygun bir müzik değil belki ama,  siz de dinleyin istedim

Sevgili Kadriye bence oldukça zor bir mim hazırlamış. Zor dedim çünkü benim "asla"larım değişir. Bugün söylemem derim, yarın dilimden düşmez. Hayatta  yapmam derim,  ölmeden önce yapılacaklar listesinde ilk sıraya girer.
Kararsızlıktan değil, hercailikten de değil. Okuyoruz, düşüncelerimizi geliştiriyoruz,  büyüyoruz  ruhumuzu olgunlaştırıyoruz.  At gözlüğümüzü çıkarıyor, farklı açılardan bakıyoruz. Kısacası insanız, "hep daha ileriye " derken, birçok şeyi ardımızda bırakıyoruz. Alışkanlıklarımızı, önyargılarımızı, ideallerimizi, düşüncelerimizi.....
O halde son zamanlardaki aslalarım demek daha doğru sanırım..
Neyse,  cevapları okuyup  beni tanıyanlar "nasıl yani" demesin;))

Asla affetmem
İkinci şansını iyi değerlendiremeyeni

Asla vazgeçmem
Objektif olmaktan

Asla hazetmem
Menfaati için yalakalık yapandan.

Asla yemem
Kendini zeki zannedenlerin numaralarını

Asla bitmesin
Yaşama enerjim, gelecek umudum...

Asla gitmem
Hayvanların olduğu sirklere asla gitmem. terbiye etmek adına ne işkenceler ediyorlar  zavallı hayvanlara. Kimse gitmezse acı çekmezler.

Asla söz etmem
Birine ufacık da olsa bir yardımım dokunduysa asla söz etmem. Ne ona ne başkasına.

Asla dememeli
"çok yalnızım" 
Çünkü yalnızım diyebileceğin biri varsa aslında yalnız değilsindir. Yoksa kendi kendine konuşmak olur, karşıdan gören deli der . 

Asla itiraf etmem
Evet etmem, Neyi itiraf etmeyeceğimi söylersem, itiraf etmiş olurum, bu da sorunun cevabı olmaz.

Asla yapmadım
Bile isteye kimseye kötülük yapmadım. 

Bu güzel mim için teşekkür ederim Kadriyeciğim. 
Okuyan herkes mimlendi ;) 


7.09.2018

DOKUZDOLAMBAÇ / NAGİHAN ŞAHİN



                                                         Dudaklarımın kenarlarında sevimli, 
                                                          iş-bilir kırışıklıklar olsun istiyorum.



"İn my blue castle" isimli blogda yazdığı yazıları keyifle okuduğum sevgili Narda , "kitaplı bloggerlar" kervanına katılalı aylar oldu. Ne yazık ki daha yeni yazabiliyorum. Bu da benim ayıbım olsun .
Kitabın ismi Dokuzdolambaç. Hece Yayınlarından  Mayıs ayında çıkan öykü kitabı. Kapak tasarımına bayıldım. Sıcak, samimi.... ev var ev, daha ne olsun. Arka kapak renginin kırmızı, kapak içi sayfaların mor renkte olması ayrı bir hava katmış. Kitap 128 sayfa, 21 kısa hikayeden oluşuyor. En çok sevdiğim tarafı, mürekkepten kısmamışlar, çok rahat okunuyor.
Hem konu, hem teknik açıdan hikayeler birbirinden bağımsız .
En çok, Ahsen Sabah ve Meclis Dışında'nın  cümlelerinin altını çizdim.
Eşik ve Sihirbazın Kızı'nda hayal gücüne hayran kaldım.
Diyorum 'daki " Amaaan, nayniri dünya, boş ver, öleceğiz nasılsa, diyorum" cümlesini dilime pelesenk ettim.
El Ele'de ters köşe oldum.
Üçken.... güzeldi. Lakin, ikizler burcunu  kıskandığını bu kadar belli etmeseydi keşke demeden geçemedim ;))
Uzun zamandır bekliyordum kitabın çıkmasını. Güzel olacağından da emindim. İtiraf etmeliyim ki, öykülerde Narda'nın yazmadaki yeteneğinin yanı sıra, farklı alanlardan okuyarak kendini ne kadar çok beslediğini de gördüm.
Sevgili Nagihan Şahin'i, kitabı için tebrik ediyor, yolun açık olsun arkadaşım diyorum.
Ne mutlu ki, edebiyat dünyası çok iyi eserlere imza atacağının sinyallerini Dokuzdolambaç'la veren güçlü bir öykü yazarı kazandı.



Kitaptan sevdiğim bazı cümleler;

- İnsan ölmüyor ama yaralanıyor. Delik deşik oluyor ve sonra bunu moda olmuş bir kıyafet gibi salına salına giyiyor. Sonra başkalarını yaralıyor. Cinayet tek seferde işlenmiyor.

- Bazı mimikleri, bazı anları anlatmak çok zordur. Aslında sadece hissetmişsinizdir. Ortada hissinizden başka sizin düşündüklerinizi doğrulayacak, onaylanmış ve genellenmiş hiçbir kanıt yoktur. Sinsi bakış ile saf bakışı ayırt etmek gibi. Beden dilini okumaktan başka bir şeydir aslında bu...

- Kendime olur olmaz aşklar, işler icat ediyordum galiba.

-İnsanın kendini tanıdığı zamanlar var. Bir, bilemedin iki saniyede olup bitiyor.

-...artık köprüler geçilmek için değil.

- Yalnızdınız, bu çağın gerektirdiği gibi ve O 'na ihtiyacınız olduğunu düşünüyordunuz. O'nun kim olduğunu bile bilmiyordunuz hem. Belki sadece " Ne güzel bir sabah!" diyebilmek için.

-Karşındaki, hayatın boyunda bir kez daha karşılaşma ihtimalinin neredeyse sıfır olduğu bir yabancı olsa belki her şeyini anlatırdın bir defada.

- Onlara durgunluk gibi ya da kibirlilik  gibi gelen şey , onun bu istemediği şeyi yapmama özgürlüğünü çok iyi kullanmasıydı.

-... bu cümle , öyle ortada tek başına bırakılacak bir cümle değildi. Bu haliyle o kadar çok şey anlatabilirdi, öyle heybetliydi ki kesinlikle yorumlanması, bir yöne kaydırılması, yontulup küçültülmesi gerekiyordu. 

- Şimdi sana  açılmaktan korkuyorum. Beni anlayamamandan korkuyorum. Ne kadar samimi olduğunu bilmediğimden korkuyorum. Hesaplılığından korkuyorum.

-Sesi, yeşil bir ağaç dalı gibi...Taze ama dayanıklı...Eğilebilir ama kırılmaz. Adları bilmem ama böyle sesi olan biri hayattan her istediğini alabilir. 

-Hayattan ne kadar çok şey istersen, karşılığı da o kadar büyük olur. Sözüme  dikkat et yalnız. Karşılığı iyi ya da kötü olabilir. Ya çok kazanırsın ya da dibe vurursun.

- Hayatında her neyden memnun değilsen değiştirmeye çalışmalısın. Vazgeçmemelisin. Bu her zaman, hatta hiçbir zaman kolay olmayabilir. Ama pes etmemeli insan.

- Yıllar sonra anlatmak için mi birikiyor anılar? İnsan yaşarken sadece geçmiş üretiyor. Hayatı boyunca  bir yandan kendini bitirirken diğer yandan bu geçmiş yüküyle evreni yıpratıyor.

- Bir gün herkes dinleyenleri olsun isteyecek. 

- Zaman ,büyüdükçe hilekar. Kötüyü,acıyı, endişeyi unutarak güzel olana daha çok yer açıyor, güzellik artmış gibi oluyor anarken.

- İnsanın içinde var diyorum; tabiat bize iyi geliyor.

-Çoğalmışken eksilmiş, ilkinden az kalmamış mıydım?


13.08.2018

HEDİYEM GELDİ



Sevgili Sessiz kaldım 'ın  organize ettiği etkinlik sayesinde bloggerlar arası  kitap çekilişi yapmıştık.  Veeee kitabım geldi. Aslında cumartesi elime geçti kitap. Biraz da isteyerek geciktirdim teşekkür yazısını. Henüz eline geçmeyenler vardır diye. Mesela ben Cuma günü gönderdim. Bakalım, benim gönderdiğim arkadaşım seçtiğim kitabı beğenecek mi ?

Gelelim asıl mevzuya, Ebemkuşağı Fakir Baykurt'un "Eşekli Kütüphaneci " kitabını seçmiş benim için. Üstelik blogunda tanıtım yazısını da yazmış. Merak edenler  linki tıklayıp okuyabilirler.  Sevgili blog arkadaşıma bu güzel hediyesi ve içten notu için çok teşekkür ediyorum.



6.08.2018

UNUTMA BENİ, UNUTAMA BENİ


Nihayet taşınma işi bitmiş, arkadaşlarının yardımıyla büyük eşyalar iyi kötü odalara yerleştirilmişti. Gerçi her odada açılmadık koliler hala ulaşılmaz dağ gibi yığın oluşturmuştu. Nasılsa işten izin almıştı, teker teker hepsini açmak için vakti vardı. Hep birlikte içtikleri yorgunluk çayının ardından arkadaşlarını evlerine yolcu etmişti. Yılları deviren dostlukları vardı. Bazen aylarca görüşmezler, buluştuklarında da  kaldıkları yerden devam ederlerdi. 

Evdeki boya kokusu rahatsız eder endişesiyle , koltuğa yığılmadan önce havalandırmak gerekli deyip, pencereye yöneldi. Hiç değilse birkaç saat  bu ağır kokudan kurtulmalıydı. Camı açtı, kafasını dışarı uzatıp temiz havayı derin derin içine çekti. Birden hala çayın altını söndürmediğini hatırlayıp, mutfağa koştu . Ocağı kapatıp salona doğru yönelmişti ki, acı bir haykırış duydu. 

Sesin çok uzaktan geldiği belliydi ama yine de içinin ürperdiğini hissetti. Merakla camdan başını uzattı tekrar. Etrafa bakındı, adeta nefesini tutarak dışarıyı dinledi .Ne bir ses vardı ne de hareket. Başını aşağıya doğru çevirdiğinde birkaç noktadaki beyazlıklar dikkatini çekti. Gözlerini hafif kıstı, yine de anlayamadı ne olduğunu. Daha iyi görmek umuduyla ışığı söndürüp  tekrar pencereye doğru gidiyordu  ki,ağzı açık duran , ıvır zıvır dolu koliye bacağını çarptı. Canı fena yanmıştı. Devrilen koliden matruşka fırladı, her biri farklı yerlere doğru yuvarlandı. Aldırmadı, o gizemli beyazlıkların ne olduğunu bir an önce anlamalıydı. Başını dışarı uzattığında şimdi daha iyi görebiliyordu. Birden, belki de günlerdir ilk kez bir gülümseme yerleşti yüzüne. Ne olduğunu anlayamadığı o beyazlıklar manolyaydı. Gecenin karanlığında ne kadar da asil duruyorlardı. Ne kadar narin güzellikleri vardı. Uzanabilse, dokunmak isterdi. Gerçi bir yerde okumuştu, manolyalar çok sert ve dayanıklı görünmelerine rağmen oldukça hassas çiçeklerdi.  Dokunulduğu an, renkleri kararıyordu hemen. “tıpkı O’nun gibi” diye fısıldarken buldu kendini. O da dışarıdan çok kibirli ve sert mizaçlı görünürdü. Ama iç dünyasında öylesine zavallı, öylesine zayıf ve korkaktı ki. Kendinden bahsetmeyişinin bu sebepten olduğunu anladıktan sonra  hiç özel soru sormamış, satır aralarından anlamaya, iç dünyasını keşfetmeye çalışmıştı. En çok da bu yormuştu  ya zaten.

Hay aksi, şimdi Ferit nereden gelmişti aklına !

Üşüyünce fark etti, uzun süredir çiçeğe daldığını. Hemen camı kapadı, perdeleri sıkı sıkı örttü. Buzdolabını açtı, yiyecek bir şeyler aradı. En az bir haftalık yemek getirmişti kızlar.  Selma’nın  sarmasından iki tane attı ağzına. "Ne kadar muhteşem yapıyor şu sarmayı. Elinin lezzeti  annesinden geçmiş galiba " dedi.  Çay koydu en sevdiği fincana. Aylin’in getirdiği kurabiyelerden de iki tane yemeğe karar verdi . 

Hala titriyordu. Elindekileri sehpaya bırakıp, kolilerin arasından üzerinde "örtüler" yazılı olanını aradı . Bantlarını eliyle açmaya çalışsa da beceremedi. Hemen yanda duran usturaya çarptı gözü.  İçi cız etti birden. Nasıl gelmişti bu ustura buraya, kim koymuştu ki onu eşyaların arasına. Güya bu eve taşınırken O’nu da ,eşyalarını da,  O’na ait hatıraları da diğer evde bırakacaktı.

"Keşke duygularımı da kolileyip ıssız bir yere atabilseydim " 

Hayatındaki herkesi tek tek düşünmeye başladı. Annesi, babası, ablası, arkadaşları..... Kimi aklına getirse bir yönü ya da bir duygu ağır basıyordu. Ama Ferit'i düşündüğü an ruh dünyası karmakarışık oluyor, bildiği tüm sesler beyninde uğulduyordu. Gök gürültüsü, kuş sesleri, yağmur sesi, içini çeken bir çocuk, acı içinde kıvranan kadın sesi ve tatlı tatlı gülen biri... Özlem, sevgi, nefret, pişmanlık, utanç, öfke... Hangisinin ağır bastığını düşünmüştü defalarca, içinden çıkamayınca da oluruna bırakmıştı.

Kabus gibi geçen son iki yılı da hesaba katarsak  tam 4 yılını vermişti . Vahşi bir at gibiydi Ferit, ehlileşmeye yanaşmayan. Ama inat etmişti,  bir şekilde ruhuna dokunacak, yaralarını saracaktı güya. “Benim yanımda huzur bulmanı istiyorum” demişti hep,  içindeki amansız kargaşayı, kendisiyle hesaplaşmasını farkettiğinden beri . Becerememişti, huzur veremediği gibi, huzuru da kalmamıştı. Bazı insanların kaostan beslendiğini biliyordu gerçi.

O’nun nasıl bir insan olduğunu çözememişti bir türlü. Bazen bir çocuk kadar masum, bazen azılı katil gibi acımasız olabiliyordu. Bir gün ak dediğine ertesi gün kara demesine alışmıştı. Bu ruh haline dengesizlik demek haksızlık olurdu. Başka bir şey vardı çözemediği. Çoğu zaman hiç sevgi görmemiş olabileceğini düşünür, ama sormaya cesaret edemezdi.

“Korkuyordu.  Kendi etrafına ördüğü duvarlar onun kalesiydi. Benimle ne zaman uzun uzadıya sohbete dalsa, duvarlarının gittikçe yıkıldığını görüyor, endişeleniyor, ardından da sinirleniyordu. Savunmasız hissediyordu belki de kendini” diye düşündü.

Ferit’in ruh dünyasına ilk kez kendisi bu kadar girebilmişti. Tüm hırçınlığı , asabiyeti bu yüzdendi. O'nu anlıyordu ama yine de acımasızlığına kılıf uyduramıyordu. Şimdi O’nun açtığı yaraları tamir etmeliydi. Adını koyamadığı ne aşka ne tutkuya yakıştıramadığı bu duygulardan kurtulmalıydı. 


Koliyi biraz karıştırınca içinden kırmızı renkli battaniyeyi çekti, koltuğa oturdu. Üzerini örtüp, sigarasını yaktı. Çayından bir yudum, kurabiyeden bir ısırık  alıp, cep telefonunu kurcalarken  Selma'nın gönderdiği şarkıyı  gördü, dinlemeye başladı.

Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni, unutama beni
Gözünden damlayamayan göz yaşın olayım
Unutma beni, unutama beni
....

Birden hüzün çöktü içine. Ardından özlem geldi, boğazına yumruk gibi oturdu. Hemen şarkıyı susturdu, başka şeylerle ilgilenmeye çalıştı ama artık çok geçti.

Yalnızlık bataklık gibi çoktan içine çekmişti ....

18.07.2018

BEDDUAMIZI ETTİYSEK HAREKETE GEÇELİM ARTIK / 2. BÖLÜM


Belki daha önce yazdıklarım birey olarak bizi aşan önerilerdi. Bizim yetkimizin, gücümüzün üstünde ama asla imkansız değil. Zamanla olacak, olmalı.Daha önceki bir yazımda bahsetmiştim, evlenecek olan çiftler mutlaka kişilik testinden geçirilmeli diye. Bunun  çocuk sahibi olmak isteyenlere de uygulanması şart. Eğer şiddete eğilim, sapkınlık  gibi arazlar varsa da psikolojik tedaviye tabi tutulmalı. ( Ne kadar da ütopik düşünceler diyenlere  şiddetle " Gizli Sayılar" filmini izlemelerini, bir daha , bir daha izlemelerini tavsiye ederim)

Sevgi, şefkat, ilgi dolu ebeveynlere ihtiyacımız var. Bu nasıl olacak bilmiyorum. Evrim teorisine inanmayan bir insan olarak, maymunun zamanla insana dönüşmesini kabul edebilirim de , kızına göz koyan, hamile bırakan  babadan, olup bitenin farkına varamayan, varsa da  göz yuman  anneden  sevgi dolu anne babaya nasıl ulaşabiliriz , işte bu aklımın sınırlarını zorluyor. Ancak, umutsuzluğa yer yok diyorum. Herkes ya üstüne düşeni yapacak ya da yapacak.

Kadınların çok okuması, eğitilmesi, geliştirilmesi şart. Size de garip gelmiyor mu? Kadının yetiştirdiği erkek, gün geliyor başka bir kadına şiddet uyguluyor, taciz ediyor, tecavüz ediyor, öldürüyor. O halde hiçbir kadın bir diğerinin kuyusunu, mezarını, cehennemini kendi elleriyle hazırlamamalı. Tam tersine öyle yetiştirilmeli ki oğullar, her biri tüm kadınların kaderini değiştirecek, tüm erkeklere örnek olacak kadar bilinçli, mert olmalı. Belki çok uzun zaman alacak ama şiddet ve tecavüz olaylarını  mümkün olduğunca minimize etmenin en kesin yolu bu. Bir yandan kadınlar kendi varlıklarının, değerlerinin farkına vararak , kendi benliklerini koruyabilecek seviyeye getirilirken, erkekler de kadınların "insan" olduğunun  bilinciyle büyüyecekler. Kimse bir başkasının hayatına, onuruna,  bedenine kastedemez .


Anne babalar, özellikle anneler çocuklarını daima gözlemlemeli. Çocuktaki ani kişilik değişiklikleri , içe kapanma, aşırı agresif hareketler, irkilme, korkma,  tedirginlik, gece görülen kabuslar, yatağı ıslatmalar , belki çocuğun  dışa vuramadığı şiddetin, tacizin tezahürleri olabilir. Ergenliktendir deyip geçmemeli. Çocukla iyi ve güvene dayalı bir iletişim kurulursa , satır araları iyi okunursa, birçok istenmeyen durumu önlemek, erken fark etmek  mümkün olacaktır. Mümkün olduğunca basit bir dille  , olası tehlikeler çocuğa anlatılmalı. Özellikle Aamir Khan'ın videosu bu konuda  öğretmenler ve ebeveynler için iyi bir kaynak olacaktır.

Çocuk 18 yaşına kadar zorunluluk olmadıkça aileden ayrılmamalı. Yatılı okullar, kurslar.. vs. tacizin, tecavüzün daha çok görüldüğü yerler.  Yakın geçmişimizde bu tür olaylara ( ne  yazık ki) fazlasıyla şahit olduğumuz için açıklamaya gerek yok sanırım. Hepimizin sosyal medyada  esip yağdığımız,  gerçek hayatta ise yaprağın kıpırdamadığı, sineye çektiğimiz, üstünü örttüğümüz olaylar....
( Empati yapmalıydık oysa. Sokaklara dökülmeliydik.  Neden araştırılmasını istemiyorsunuz, neden komisyon kurulmasına karşı çıkıyorsunuz diye her vekili cevap alana kadar , harekete geçirene kadar sorguya çekmeliydik...)

İşini severek, heyecanla yapan insanlara ihtiyacımız var. Özellikle de öğretmenlere... Zira  öğretmenlere sadece çocuklarımızı değil, ülkenin geleceğini, kaderini emanet ediyoruz. Geleceğin insanı öğretmenlerin elinde şekil alıyor. Özellikle ilkokul seviyesindeki çocuklar üzerinde  öğretmenler, anne babadan daha etkili oluyorlar. O halde , bir öğretmen öğrencisine sadece bilgiyi yüklememeli. İnsan, hayvan, doğa sevgisini, paylaşmayı, yardımlaşmayı, zayıf ve darda olanı korumayı..... kısacası iyi ve sorumlu bir insan olmak için gerekenleri öğretirse  sorunlu insanlar azalacaktır. 

Bu dünya bizim, hepimizin .. Ne yazık ki başka gidecek yerimiz yok. O halde yaşanılır yapmaktan başka çaremiz de yok. 
Dün akşam kısa bir video izlemiştim. Belki çoğunuz izlemişsinizdir. İki bilim adamı, palm yağı elde etmek için insanların düşüncesizce tahrip ettiği çorak bir alana , anlaştıkları bir firma vasıtasıyla 12 bin ton portakal kabuğu bırakıyor. Ve proje unutuluyor, oraya kimse uğramıyor. 16 yıl sonra döndüklerinde  bitki örtüsünün tamamen değiştiğini, hayvan türlerinin o bölgeye akın ettiğini, ağaçların büyüdüğünü ve geliştiğini  görüyorlar. Tamamen tahrip edilen alanlar, sabırla , zamanla hayata döndürülebiliyorsa,  biz neden başarmayalım? 

Sevgiyle, güzel günlere......



10.07.2018

Aylar sonra dönüp yazabildiğim için biraz da olsa umudum vardı, devam edeceğime dair. Ne yazık ki bilgisayarım bozuldu ve telefondan yazmak beni çok zorluyor .
Bi’ yerlerde tabletim olacaktı . Bulabilirsem ikinci bölümü hemen yazmak istiyorum .
Sevgiyle kalın ...

4.07.2018

BEDDUAMIZI ETTİYSEK HAREKETE GEÇELİM ARTIK / 1. BÖLÜM

Belki yazdıklarımı üstüne alınanlar olacaktır, umarım olur, hatta lütfen alın...
Kaç gündür ne tarafa dönsem masumların fotoğrafları,altına iliştirilmiş bir kaç cümle. En can alıcısı da " seni koruyamadık, bizi affet"!! Evet koruyamadık, bu kafayla gidersek geride kalanları da koruyamayacağız. 
Bu fotoğrafları her türlü sosyal medyada yayınlamanın amacı nedir ,bilen bana da söylesin. Onlar bir kere öldü ( öldürüldü),  siz anne babayı defalarca öldürdüğünüzün farkında mısınız? Biraz empati lütfen!
Toplum olarak psikolojimizi bozmak ya da bu olayları zamanla kanıksamak bana göre daha büyük tehlike ve sorunu çözmeyecek ne yazık ki...Lanet okumak, beddua etmek ve idam çığırtkanlığı yapmak yerine, herkes elini taşın altına koysa, çözüm yolları düşünse ve bunların uygulanması için elinden geleni yapsa olmaz mı? 

Emniyet, Savcı- Hakim, Psikolog- Psikiyatristlerden müteşekkil her il bazında komisyonlar kurulmalı  ve her ilin şiddet/ taciz- tecavüz haritası çıkartılmalı. Özellikle bu tür vakaların yoğunlukta olduğu şehirler başta olmak üzere,  bilgilendirme ve eğitim çalışmaları yapılmalı. Gerekirse ev ev dolaşılmalı, kahvehanelerde toplantılar, eğitici seminerler düzenlenmeli..

Şiddeti hayatımızdan çıkarmalı. Geçtiğimiz yıllarda bir genç kızımızı tecavüz edip öldüren hasta ruhlunun annesinin "babası beni döverken korkudan bir kenara sinerdi" şeklinde verdiği ifade ve diğer araştırmalar gösteriyor ki , çocukluğunda şiddete maruz kalmış, şiddetin devam ettiği ortamlarda büyümüş çocuklar, yaşadıkları travma nedeniyle ( gerekli tedaviler yapılmadığı takdirde) şiddete ya da  cinsel sapkınlığa eğilimli oluyorlar. Şiddet, tecavüzden sonraki  insan onuruna vurulmuş en büyük darbedir. Fiziksel başta olmak üzere hiçbir şiddet türü ,hiçbir canlı için kabul edilemez.

Şiddet uygulayanlar şikayet edilmese bile mutlaka tedavi edilmeli. Eğer bir kadın, bir çocuk ( nadir de olsa erkek) şiddet gördüğüne dair rapor almak için başvuruda bulunduysa, şikayetçi olmasalar da,  eğer bir kadın ya da erkek boşanma dilekçesine "şiddet nedeniyle" ibaresini yazdıysa, boşanma olsun ya da talep geri çekilsin, fark etmez, şiddeti uygulayan şahıs zorunlu olarak psikolojik tedaviye tabi tutulmalı.

Toplum bu konularda bilinçlendirilerek sessiz ve seyirci kalınmaması anlatılmalı. Karı- koca arasına girilmez, aman başım derde girmesin, belayı üstüme çekmeyeyim düşüncelerinden vazgeçilmeli. Sokakta yürürken, pazarda dolaşırken, köyde kentte, açık kapalı her türlü alanda uyanık olmak zorundayız. Gözümüz tüm çocukların üzerinde olmalı.

Tacizci ve tecavüzcülerin isimleri ve fotoğrafları yayınlanmalı. Mağdurların / kurbanların değil. Adaletin serbest bıraktığını  gerekirse toplum dışlayarak cezalandırmalı. Ya adam olacaklar , ya adam olacaklar.Şiddet uygulayanlar için de geçerli.

Hafifletici sebepler, cezada indirimler bu tür suçlular için uygulanmamalı. Duruşma anında düzgün giyimli, başı önde diye hakimler " bir daha suç işlemeyeceğine dair kanaat oluşması nedeniyle...." türünde bir ifade ile salıverme, cezasını indirme  yoluna gitmemeli.

Sınır tanımayan psikologlar/ psikiyatristler  birliği oluşturulmalı. Valiliklerle koordineli, belirli aralıklarla ve düzenli olarak yurt genelinde tarama yapılmalı. Çocuklara, gençlere, kadınlara destek verilmeli, eğitilmeli. Sorunlarına mümkün olduğunca çözüm üretilmeli.

Çalışan sayısı 100'ü geçen her iş yerine şiddet gördüğü için boşanan, tacize - tecavüze uğrayan kişilerden en az bir kişiyi çalıştırma zorunluluğu getirilmeli. İş ve İşçi Bulma Kurumu  bu kişilere öncelik tanımalı. Ve kimlikleri, işe alınış sebepleri gizli tutulmalı. ( mümkün olduğunca). Devlet gerekirse "maaşı senden, sigorta primi benden" şeklinde kolaylık sağlamalı. Aynı sistem, her 100 danışan başına 1 kişi olmak üzere psikolog ve psikiyatristler için de uygulanmalı.