26.11.2012

ASLINDA BEN BEYAZ GÜL SEVERİM..


Yaşasın..
iki günlük ayrılıktan sonra evimdeyim.
hava güzel, güneş güzel, yaşamak güzel..
Ah bi de şu kedicik dışarı kaçmayaydı
kaçıp ta bitlenip gelmeyeydi iyiydi..
Ama hiç bir şey keyfimi kaçıramaz bugün...

24.11.2012

MİM / EN ABSÜRT MASAL



    Bir varmış, çok şey yokmuş.Ama çok şeyin olmadığı yerdeki bir, her şeye değermiş.Çünkü önemli olan yoklar değil, var olanlarmış..
     Hangi ülkede bilinmez , genç bir delikanlı yaşarmış.Ne beyaz atı varmış, ne de padişah babası.Bir evin bir oğluymuş. Babası gözünün içine  bakar, anası üstüne titrermiş.Kocaman mantardan evlerinde mutlu mesut yaşarlarmış.Yokluk içinde yaşamaktan gocunmazlarmış. Çünkü aralarındaki sevgi bağı sayesinde , diğer mantar evlerden daha ihtişamlı , daha parlak bir eve sahiplermiş.
    Evinden her çıkışında ormandaki tüm hayvanlar delikanlının peşine takılır, O'nun sözünden hiç çıkmazlarmış. Sadece hayvanlar değil, kremalı mantar köyündeki tüm kızlar da delikanlıya hayranmış. Bazıları  uzun saçlarını  tam O , evlerinin önünden geçerken mantar şapkasından aşağıya sarkıtır, yukarı çağırırlarmış. Bazıları da ellerindeki aynaya  "benden daha güzel kız var mı dünyada " sorusunu sorar, " yok, bu dünyadaki en güzel kız sensin " diye bağırmayan aynayı yere çalıp kırarlarmış. Gelinlik çağa gelmiş kızların tek ayakkabı ile dolaşması adetten olmuş. Her kız en güzel ayakkabısının tekini delikanlının evinin önüne bırakır,bir gün kendilerindeki diğer teki aramaya geleceği umuduyla kapıda, pencerede beklerlermiş. Delikanlı hiç birine itibar etmezmiş. Çünkü tek ayakkabıyla dolaşan kızların ağır aksak halleri hiç hoşuna gitmez, ceylan gibi seken bir kızın hayalini kurarmış..
        Kremalı mantar köyünün en akıllı , en güzel kızı ise, hemcinslerinin bu onursuz hallerine kızar, bu nedenle de üvey annesi ile hep karşı karşıya gelirmiş. Üvey anne, kızın sabahtan akşama kadar bilgisayar karşısında oturup, face deki kendisinden başka üyesi olmayan " dişiliğinizi değil, kişiliğinizi konuşturun" adlı grupta kimsenin okumadığı yazılar yazmasına sinir olurmuş. " Bu kız evlenip gitse de , bilgisayar bana kalsa, dördüncüyü bekleyen masalara oturup okey oynasam " dermiş.
      Bir gün yetenek sizsiniz yarışmasının bir bölümü  kremalı mantar köyünün en verimli çam ağacının kovuğunda yapılmış. Buraya  ismini vermek istemeyen seyirci olarak katılan üvey anne, hokus pokusçunun yeteneği karşısında hayran hayran bakınırken, gözleri yuvadan fırlamış, 4+4+4 yasası ile okula başlamışken, birden bir fikir gelmiş aklına. reklam arasında çekmiş hokus pokusçuyu yanına.Bir bir, bazen dayanamayıp üç üç anlatmış derdini. "Beni bu kızdan kurtar, ömür boyu omletinin mantarları benden " demiş. Obezite  hokus pokusçu bu cazip teklife ağzı sulanarak "tamam" demiş. Ama ne yapacağını bilememiş..Kızı bal kabağına mı döndürsem, cadılar bayramında içini oysunlar... Kurbağaya mı  döndürsem, tüm kızlar öpse de prens de prenses de olamasa acaba derken , bir zamanlar üzerinde çalıştığı ama henüz tamamlayamadığı büyüyü yapmaya karar vermiş.Sonuç sürpriz olacakmış. 
     Büyünün yapıldığı gün ayın öküz burcunda olduğunu unutmuş. Bu yüzden büyü eşek şakası gibi olmuş. Kremalı mantar köyünün en akıllı, en güzel kızı  evlerinin önünde akmaz kokmaz, hiç bir işe yaramaz ota dönmüş. Neyse ki tam o anda dünya da 3. cemrenin ekseninden geçmekteymiş.Bizim akmaz kokmaz, hiç  bir işe yaramaz ot olmuş mu nazlı bir gelincik. Yaprakları zümrüt yeşili, çenekleri yakut kırmızısı  bir gelincik...nazlı nazlı salınırmış da kimse görmezmiş..İçten içe bağırırmış da kimse duymazmış..
     Günler günleri kovalamış, ama hiç bir gün diğerini yakalayıp ebeleyememiş.İşte o koşuşup duran günlerden birinde delikanlı bir rüya görmüş. Rüyasında top sakallı , hayden cepten suratlı bir dede " ağla, ağla da biriktirdiğin gözyaşlarıyla gelincik kıza hayat ver" demiş..
     Sabah uyanır uyanmaz , rüyasını ileri sürüş uzmanı cabbar dümene  yorduran delikanlı, gelinciğin  "her genç erkeğin rüyası, köyün en güzel kızı" olduğunu öğrenir öğrenmez , başlamış ağlamaya. Önce yüksek yüksek tepelere şarkısıyla başlamış ağıdına, sonra Allah ne verdiyse devam etmiş çığırmaya.. 40 gün 40 gece ağlamış, göz yaşlarını toplamış bir cam fanusa..Güneş daha doğmadan, ortalık daha ışımadan , varmış gelincik kızın yanına,  gözyaşlarını dökmüş yapraklarına , hem de damla damla ..
      Yerden griye çalan kırmızımsı bir duman fışkırmış. Gelincik kız birden hayat bulup selvi boyuyla meydana çıkmış. Bir de bakmış ki karşısında civan gibi bir delikanlı..Delikanlı bakmış ki karşısında rüya gibi bir peri kızı..Aralarında oluşan elektiriği voltaja vursan ,dünyaya  kıyamet kopana kadar yetermiş.
      Diz çökmüş delikanlı
 " ey gönlümün sultanı
gel sen ol evimin kadını
hem çocuk yaparsın hem kariyer
evimizin tavanında olsun kartonpiyer.."
demiş.. Kız bakmış bu masalın biteceği yok, zaten bu masalı bu satıra kadar okuyan da yok, nazlanmamış, kısacıktan evet demiş..
       Onlar ermiş muradına, hadi herkes başlasın yorum yapmaya.....


 Not: Sevgili Pabuç, 734 takipçin arasından seçtiğin 5 kişiden biri  olmama sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Bu masal oldu mu onu da bilemedim. Ama elimden gelen bu :)  Masalı okuyup yorumlamayanları mimleyeceğim ona göre, okumayıp yorumlamayanların vay haline.... :))






23.11.2012

NE KADAR BENİMLEYSEN, O KADAR BENİMSİN..


Birden  ayağa kalktı, önce ne yapacağını bilmezmiş gibi duraksadı..Yatak odasına doğru adım atarken, vazgeçti, kapıya yöneldi. Figen'i şaşkın bakışlarla izleyen Selçuk, gideceğini anlayınca  engel olmak için  yanına geldi iki adımda, kolunda tuttu ve bağırdı ;
- Gecenin bu vakti nereye gidiyorsun?
Önce dişlerini sıktı Figen, sonra yumruklarını..Dişlerinin arasından belli belirsiz, fısıldar gibi , ama aynı zamanda gözlerinden ateş fışkırarak cevap verdi ;
- Beynimin ve ruhumun nerede olduğu ile ilgilenmediğin sürece, bedenimin nereye gittiğine karışamazsın !!
Şaşırdı Selçuk..Ne diyeceğini bilemedi, çünkü Figen'in ne demek istediğini  kestiremedi bir anda . Ne oluyordu bu kadına, bu isyankar tavırlar, bilmiş haller de neyin nesiydi. Ne derdi, ne eksiği vardı ki...
-Nereye gidersen git Allah aşkına, ama normale dön de gel.. dedi, bıkmış bir ifadeyle.
......
Camın önünde ayakta durup dışarıyı seyrediyordu Figen.. Ay ışığı ne kadar aydınlatabilirse dünyayı, o kadar aydınlıktı işte O'nun da dünyası. Hayal meyal seçiliyordu  herşey..Hiç bir şey net değildi..
-Tıpkı benim hayatım gibi...diye mırıldandı
Elindeki kahve tepsisiyle içeriye henüz girmiş olan Elif;
-Anlamadım canım, ne dedin ?
 Elif'e doğru döndü, sanki anlatsam anlayabilir mi acaba der gibi baktı.
-Benim hayatım da işte aynı dışarısı gibi Elif..Hiç bir şey net değil, kesin değil... Herşey flu.. Var gibi, yok gibi...Oysa ben belirsizlikten, itidalden nefret ederim bilirsin. İyisi de, kötüsü de  net olmalı. durgunluktan da nefret ediyorum.Öyle basit heyecan istiyorum serzenişleri değil bunlar. Ben inişli çıkışlı da olsa, her şeyi, her duyguyu zirvede yaşamak istiyorum. Yoksa dışa yansımayan bu med cezirler, ruhumu yoruyor anlamıyor musun..İçten içe bitiriyor beni..
-Gel hadi kahveni iç önce ..dedi Elif. İtina ile seçmeliydi kelimelerini. Kullanacağı yanlış bir ifade, Figen'in iç dünyasını kendisine de  kapamasına sebep olabilirdi.Önce yanıbaşına oturmuş, hatta çökmüş olan  Figen'in yüzüne baktı, elini tuttu...
-Canım, önce herşeyi baştan anlat bana.. Nedir seni bu kadar yoran ?
Figen  bu nasıl soru der gibi baktı. Şaşkınlık, öfke ...her şey karmakarışıktı gözlerinde..
-Sende mi Elif..Sende mi diğerleri gibi düşünüyorsun..Neyin eksik, ne derdin var mı diyorsun? İşinde gücünde, seni seven , seni aldatmayan, sana şiddet uygulamayan bir eşin var mı diyorsun ! Oysa ben her gün aldatılıyorum .Ve artık dayanamıyorum, nefes alamaz oldum !!
Duyduklarına inanamadı Elif..Selçuk gibi efendi, naif, sorumluluk sahibi, aydın bir insan mı yapıyordu bunları..Yok yok gözüyle görse inanmazdı.
-Ne yani, Selçuk'un hayatında biri mi var ?
Figen , Elif'in kendisini anlamadığını , aslında kimsenin anlamadığını biliyordu. Ama yine de içinde tutamayacaktı, birileriyle konuşmalıydı. Bu da Elif'ten başkası olamazdı..
-Elbette ki başka biri yok. Ama Selçuk'un hayatında ben de yokum Elif.. İşte beni aldatması da bu zaten. hayatındaymışım gibi yapıyor, ama asla beni iç dünyasına sokmuyor. Güya ben O'nun  hayat arkadaşıyım, ruhunun diğer yarısıyım.Buna rağmen  öyle bir an geliyor ki, bakışlarındaki soğukluk  ürkütüyor beni. Aramızda hızla örülüveren duvarları  gördükçe yalnızlaşıyorum. Kendisini bana kapattığı gibi, beni de görmüyor böyle zamanlarda..
-Nasıl yani, aynı evde iki yabancı gibi mi ?
-Hayır Elif..Keşke öyle olsa. Yabancı birini merak edersin, anlamaya çalışırsın, keşfetmek için uğraşırsın..Ama O düşman gibi davranıyor. Yani saldırı anlamında değil elbette, koruma anlamında .Bir açık verecekmiş gibi, zayıf noktalarını anlayacakmışım gibi, garip bir savunma hali içine giriyor..
-Hımmm, bu da araya mesafe sokuyor tabi.
-Oysa ben onun  ruhunu çırılçıplak görmek istiyorum .Biz arkadaş ya da dost değiliz ki Elif. madem ki bu hayatı beraber  omuzluyoruz, aramızda hiç bir sır , hiç bir sınır olmamalı diyorum.
-Ama Figenciğim,  her insanın kendisine ait bir özel alanı olmalı bence.. İnsan yeri geliyor, kendisine karşı bile dürüst olamıyor, bazı gerçekleri kendisine bile itiraf edemiyor..Karşısındakine karşı nasıl bu kadar açık olmasını isteyebilirsin, hatta bunun için suçlayabilirsin ki ?
-O zaman insanlar neden bir birinin hayatına bu kadar giriyor Elif?  Sana söyledim, ben ne yaşayacaksam, ne hissedeceksem sınırı olmamalı bunun.Benimle arasında gölgesi bile olmamalı. Yoksa ben iç dünyamı nasıl açabilirim O'na..Kendimi nasıl güvende hissederim. Benim beynimde, ruhumda neler olup bitiyor bilmeyen birinin, ben nasıl beynine  ruhuna girebilirim?.Kandırmaca bu, düpedüz aldatma.. Ben artık bu yapay, yüzeysel ilişkilere dayanamıyorum. Ben , beni yargılamayacağından  emin olursam  ruhumun hastalıklı hallerini açabilirim. Ben , benden uzaklaşmayacağını bilirsem hezeyanlarımı, korkularımı onunla paylaşabilirim. Benden saklandığı zamanlarında, sakladığı yanlarında neler olup bittiğini bilmezsem nasıl yapacağım bunu...
Bunları söylerken Figen'in sesi titremeye başlamıştı. Elif bunu farkedince, başını tutup kendisine çekti Figen'i saçlarından öptü..
-Hadi bakalım çay molası, dedi, bir yandan gülümserken ..
Figen'i yavaşça koltuğa bıraktı.Mutfağa gidip çaylarını koydu. İçeri gitmeye çekindi önce.. Haklı mıydı ? Yoksa bütün bunlar yersiz düşünceler, hatta şımarıklık mıydı... Elif'in de kafası karışmıştı.. Kaçış yoktu artık. Çay tepsisini eline alıp, salona yöneldi. Tam sehpa üzerine koymak üzereydi ki, Figen'in  başı koltukta, uyuya kaldığını fark etti.. Uzun uzun baktı arkadaşına.. Masum, yorgun, hüzünlü bir ifade vardı yüzünde..Belki haklıydı, ama O'nu haklı çıkarmak, kendi hayatını sorgulamasına neden olacaktı. Oysa Elif, O'nun kadar güçlü değildi. Kaldıramazdı, altından kalkamazdı..
-Geçer geçer, her insanın hayatında olur böyle boşluğa düşmeler..dedi fısıldayarak...Çayını yalnız içmeye başladı, düşüncelerini dağıtmaya çalışarak...




21.11.2012

SEVİYESİZLİĞİN SEVİYESİ YOKMUŞ...


beni dehşete düşüren sözlerin değildi
çünkü söylenenler unutulabilir ya da affedilebilirdi..
benim anlayamadığım
anlamlandıramadığım
konduramadığım
bu sözleri söyleyebilen o
basit
sorgusuz
sualsiz
yargısız
başı boş zihniyetindi...



20.11.2012

KEYİFLENMELİ DE NASIL ?



ne garip bir gün bu böyle.. hava kapalı, başımda müthiş bir ağırlık, beni zorlayan nefes darlığı, baharda olması gereken alerjik belirtiler.. vücut kimyam bile şaşmış..beynimin içinde binlerce cümle, ama  hiç birinin noktası, virgülü diğerine değmiyor. yani ikisi birbiriyle ilgili olsa, yazıp aha işte  konu bu diyeceğim ama nerdeeee..biri kalk gidelim diyor, diğeri otur oturduğun yerde..
keyifli bir şeyler yapmak lazım. dışarı çıkıp yerde sere serpe uzanmış bi su şişesi bulup tekme mi atsam acaba.. yok bu olmadı. adrenalin olmalı.. lunaparka gidip hani şu bakmaya korktuğum oyuncaklara mı binsem...insan tepetaklak oluyor ya işte o..aman bu yaşta kalbim de dayanmaz, geçelim..
hani bi söz vardı " herkes evinin önünü süpürse..." diye başlayan. belediye zaten yapıyor bunu.. "herkes evinin önünü boyasa..." diye değiştirsek? kaldırımları boyasak..renklerden,  şekillerden anlam çıkarsak...mesela bir evin önünden geçiyorsunuz.evin sahibi bir fincan kahve resmetmiş.. çal kapısını , iç kahveni.. bir başkası güneş, çiçek böcek çizmiş.. hımmm keyfi yerinde biri, gidip efkar dağıtmalı de, çal kapısını.. yemek resmi çizenler, karamsar şekiller koyup " iyi değilim, bana moral verin" diyenler.....öfkeden gözlerinde şimşek çakan bir resim varsa aman dikkat edin, taşkınlık yapmayın, kabak sizin başınıza patlayabilir..
ben ne çizerdim acaba... sanırım bugünkü resmim  horul horul  uyuyan biri olurdu.. sakın ses yapmayın.. kendi halime bırakın beni :))

19.11.2012

VAR GİBİ, YOK GİBİ....



aslında yoktu ama  sanki var gibiydi
hayalken bile benim gerçeğimdi...

18.11.2012

SEVGİYE SAYGI...



sen sevmeyi o kadar  güzel beceriyorsun ki
ama karşındaki insanlar 
bırak sevmeyi
sevilmeyi bile  öğrenememişler