Günlük mutad konuşmamızı yapıyoruz.. Ben incir çekirdeğini doldurmayacak hezeyanlarımdan bahsediyorum..Hani dokunsalar ağlayacak durumdayım.
Meğer O'nun da canı burnundaymş. Ne bileyim ben saatlerce ağır cezada duruşmada olduğunu..
Amannnnn bir başladı ki sormayın gitsin.. Hani karşısında olsam dövecek..Çemkiriyor ki, ne çemkirme..
Ben başladım salya sümük ağlamaya...
Canım benim..Hiç kıyamaz bana, çok sever.. O sinirinin ve öfkesinin arasında ara ara " niye ağlıyorsun şimdi? " sorusunu sormayı da ihmal etmedi hiç.. Sordu sormasına da, cevap umurunda değil ki, nefes bile almadan devam etti tam gaz..
Sonra ne mi oldu...
Sabah bir kalktım, kuş gibi hafiflemişim.
Her şey pek bi farklı geldi gözüme.
Meğer ne saçma bir çıkmaza girmişim dedim.Ne çok abartmışım olayları..
İşte bu dedim..Dostluk arkadaşlık bu. Derdimiz anlaşılmak değil sadece.. Göremediğimiz yanlışların güzellikle, olmadı çemkirmeyle gözümüze sokulması. Yoksa hatasından nasıl döner insan. Olayların dışında olan daha iyi gözlemliyor. Nerede yanlış var görüyor. Bunlar dile getirilmeyecekse, aman kırılmasın, üzülmesin diye insan kendi haline bırakılacaksa ben ne anlarım o dostluktan ?
Elbette gerçeği kabullenmek zor geliyor, suçlu olduğunu, yanlış yaptığını kabullenmek..
Hele ki egonuz yaralanıyorsa çok zor..
Ama mantıklı insanın yapacağı, kırılıp küsmek değil, külahını önüne alıp düşünmek..
Çünkü bir insan sizi gerçekten seviyorsa, gerçeği, bedeli ne olursa olsun yüzünüze haykırmalıdır. Susup, sadece sizi anlamakla yetiniyorsa, o sevginin sorgulanması gerekir..