17.09.2017

....

Kıyamete kadar sönmeyecek ateşi attın yüreğime...
yaktı,
yaktı da kül edemedi...
dumanım tütmeden,
kimseye belli etmeden,
için için yanarken,
söyle
hangi söz söndürür bu ateşi?
  hangi söz hükümsüz kılar idam fermanını?

Kıyameti başlatacak  ateşi bıraktın yüreğime...
günahıma cehennem,
cehennemime odun oldun,
ben yanarken ateşi harladın
yandım,
yandım da ahhh! diyemedim
kimselere söyleyemedim...

Tüm insanlığı temize çıkaracak kadar yandım,
yandım da
bir tek içimdeki "sen"i aklayamadım...



13.09.2017

FIRTINA / BİR KUYUYA BAĞIRIYORUM

....
Montun fermuarını açıyorum. Derin bir nefes, rüzgarın ağzımdan ve burnumdan dolmadığı bir anda. Öküz tortop oluyor içimde. Saçlarım her yerde. Kocaman bir yağmur damlası yüzüme. Gözyaşım onu yalnız bırakmıyor. Ak lan diyorum. Her yer kaos. Senin üstünlüğün ne , ak. İnsanlar pencerelerin arkasında. İnsanlar hep bir şeylerin arkasında zaten. 
....

Yazının tamamı şu  blogda...


11.09.2017

...

Yükümlülüğüm "iyi olmak" değil... "İyi olmaya çalışmak". Yani hatalarım olabilir, aleme yetecek kadar yanlış da yapabilirim. Yeter ki sonrasında kendimi tarafsız yargılayabileyim. Pişmanlık duyabileyim. 
İnsanı helak olmaya götüren merhamet ve vicdandan yoksun kalmasıdır bana göre... Vicdan bahanelerle kendimizi temize çıkarmak için değil, insan olabilmek için var... İyi insan olabilmek.
( arkadaş nedir bu "iyi" saplantısı anlamadım ki !!!)
***
Uyumuyor dalıyorum,  yarım saatlik aralıklarla... Deliksiz iki saat uykuya hasretim. Sipariş verdiğim rüyalar var, hiç değilse onların hatırına...
***
Bazı konularda kısıtlı zamanım var karar vermek için, erteliyorum. Tüh, geç kalmışım, kaçırmışım cümleleri  kapımı çalmak üzere...
***
Şu an canım , canımı acıtacak film, şarkı, söz çekiyor. Mazoluğum depreşti...Önerilere açığım, her zamanki gibi.
***
Buralar dutluk ve hep öyle kalacak gibi bir his var içimde..Yanlış ata oynadınız sanki. Benden söylemesi. 
***

9.09.2017

BEKLE BENİ DEDİ GİTTİ, BEN BEKLEMEDİM O GELMEDİ....


" Bana korkmadan risk alanların cesur olduğu öğretildi. 
Ama daha cesuru, korkularına rağmen risk alanlardır. 
Cesaret korkunun ettiği duadır.!!!" *
"Ömrüm seni beklemekle nihayet bulacaktır" demiş Fitnat Hanım. 
Bizim ömrümüz de beklemekle geçiyor işte. Hep bi'şeyleri bekliyoruz. Herkes bi'şeyler değişsin istiyor hayatında. Ahh yanlış oldu, değişsin değil, değiştirilsin  istiyor, birileri değiştirsin. Bu işimize geliyor. Değişsin demek bizim  adım atmamızı gerektiriyor, harekete geçmemizi, seçim yapmamızı, yola koyulmamızı.... Ama işimize gelmiyor. Sorumluluk almak istemiyoruz. Sonuç istediğimiz gibi olmazsa suçlu konumuna düşmekten korkuyoruz. Oysa ki biz neticelere katlanacak kadar güçlü ya da cesur değiliz. İşte o zaman karşımıza hemen "ağlarını ören kaderin bize yaptığı haksızlık" çıkıyor. Adil davranmayan hayatın başkalarına cömert davranırken bizden esirgedikleri... Sıkıca yapışıyoruz, can simidimizmiş gibi... Sarıldıkça dibe çöküyoruz, batıyoruz !!!. Oysa bizi dibe çeken " haksızlık" olarak adlandırdığımız o durum değil, karşı koymak yerine teslim olmamız, ona sarılmamız, kurtulmaya çalışmak yerine kurtarıcı beklememiz...
"Mevzu acı çekmekten ibaret değildi. Aynı zamanda acı çekerek bir şeyler öğrenmekti" ** Acı, üzüntü, korku, yılgınlık  içimizdeki "yapmalıyım/ yapabilirim"'i ateşlemiyorsa , çıkış yolu bulmamıza yardımcı olamıyorsa "dipsiz kuyularda merdivensiz kalmak" kaçınılmaz son olacaktır. Acıyla olgunlaşmak kavramını yeni baştan düşünmemiz gerekiyor belki de.. 
Bizi dibe çeken, yaptığımız seçimlerimiz, aldığımız ya da alamadığımız kararlar. Bizi çaresiz bırakan çaresizliğimiz değil, çareyi başka yerlerde aramamız. Önce sen kendin için  çözüm arayacaksın, buluncaya kadar aramaktan vazgeçmeyeceksin.. İşte o zaman değişecek hayatın. Tüm olumsuzluklar, beklemeyi bırakıp adım attığında , senden uzaklaşmaya başlayacak.   
Mutlu insan hayatta her şey kendisine bahşedilen insan mıdır, aleyhine olan durumları fırsata çeviren mi?
Başarılı olan insan olgunlaşmış şartlarla bir yerlere gelen midir, olumsuzlukları basamak yapıp yükselen mi?
"İnsan insanın kurdudur" ***. İnsan , insanın ilacıdır. İlaç , bazen derdine derman olmaz. Bazen de o anki sorunu çözer, başka sorunlara sebep olur. ya da ilaç zannettiğin de sana ilacıymış gibi bakar.
Şimdi her şeyi elinin tersiyle itip, tüm mazeretlerden sıyrılıp, hayatına sahip çıkma zamanı. 
Bekleme... Gelmeyecek....

*     Bu Dünyanın Dışında filminden alıntı
**   Damga Ve Toplumsal Kimlik kitabından alıntı
*** Hobbes'un sözü

....

Ben aklıma mukayyet oluyorum
Senin adın dolaşırken dilimde dimağımda...
Korkularımı biliyorum ve sığınacak yer arıyorum,
Sensizlik duygularımı esir aldığında...

7.09.2017

MASUM DEĞİLİZ....

Kabul edilebilir mazeretlere sığınacak kadar makul bir saflıktı benimkisi.. Masumiyete sığar mıydı bilmiyorum ama zaten söylentiler hiçbirimizin masum olmadığı yönündeydi.
Belki de oradan tanışıyorduk.
Seçenekler sunulmuştu, hadsizce çoktu, ama biz acılardan bağlanmayı yeğledik birbirimize..Daha samimi, daha yapmacıksız ve sağlam gerekçeydi kendimizce...
Şimdi, kozasından sıyrılmaya çalışan ipek böceği misali, bekliyorum ve biliyorum gideceğini..
Dilerim ki,
Hiç unutmazsın,
Seni nasıl sevdiğimi...!!!

6.09.2017

ÖRSELENMİŞ KİMLİĞİN İDARE EDİLİŞİ ( DAMGA)



"Başımız dertte ve bu bizim suçumuz " diyordu ,  geçenlerde izlediğim filmin  kahramanlarından biri. Hatta cesaretle ilgili çok güzel bir sözü daha vardı da geri dönüp alamadım.Tamam, hayat dediğimiz tercihlerimizden ibaret ve her tercihin bir bedeli var. Her vazgeçtiğimizin de elbette. İnsanın en büyük yanılgısı, iki seçenek arasında doğru tercih yaptığında hayatının güllük gülistanlık olacağını zannetmesi. Oysa hayatta hiçbir şey net değil,siyah ve beyazdaki kesin ayrım renklerde mümkün sadece. En azından benim görüşüm böyle. Dayanılmaz zannettiğiniz durum, tüm benliğinizle karşı çıktığınız görüş, zamanla o kadar da kötü durmuyor. Çünkü değişiyorsunuz, gelişiyorsunuz, olaylar sizi törpülüyor. İnsan olmanın gereği belki de bu. Mevsimler değişiyor, bedenimiz değişiyor, duygu ve düşüncelerimiz değişiyor. Elbette verdiğimiz tepkiler de değişecek.
Aslolan , yapılan tercih ya da atılan adımın arkasında durmak, sorumluluğunu taşıyacak kadar sahiplenmek. Gözümüzün hep karşı kıyıda olması, o kıyıya yanaşsak da geldiğimiz kıyıya bakmaktan kendimizi alıkoyamamız da gösteriyor ki, yolumuzu çizerken daha iyi, daha kötü ayrımını iyi yapmak gerekiyor. Ve  sonrasında arkaya bakmadan yola devam etmek.....
Çünkü ister inanalım, ister inanmayalım, adına kader dediğimiz  ve asla müdahale edemediğimiz bir alan/ zaman kesiti var. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, damga gibi üzerimize yapışanlar var. Silmek için uğraştığımız, silsek de ardında bıraktığı izden kurtulamadığımız...
Erving Goffman'ın Damga kitabını büyük bir hevesle alıp, aynı hevesle okumaya başladım. Lakin tıkandım....Çok zor ilerliyorum. Okuduğum cümleler öyle bir sarsıyor ki ruhumu, kendime gelmek için  ara vermek zorunda kalıyorum. Sanırım çok fazla içselleştirerek okuyorum . O kadar dolu, o kadar güzel bir kitap ki, psikolojiye, sosyolojiye ilgi duyanların okumasını isterim. Kitabın tanıtımını yapmak beni aşar. Ama böyle bir kitap var, bilin istedim....
Şarkının bu konuyla ilgisi yok, olayı yumuşatmak için geldi kendileri... Ben defalarca dinledim, hala da dinliyorum....
Sevgiyle kalın...