2.05.2016

CHALLANGE / BÖLÜM 2 VE İNŞALLAH SONDUR... DURUMA BAKİCİZZZZZ

Dün   bitiremedim malum. Kaldığımız yerden devam....

16- Hadi bize el yazınızı gösterin...
Görmek istediğinizden emin misiniz ? Aslında ben inci gibi yazarım. Hattat gibi. Amma ve lakin, hızlı yazdığımdan  böyle oluyor. Okulda da  zeki ama çalışmayan öğrenciydim :) Yazım güzel ama canım güzel yazmak istemiyor...

17-Burcunuz nedir? Sizinle uyumlu özellikler hangileri ? 
Burcum ikizler. 18 Haziran doğumluyum. 
Ezbere konuşmamak için , ikizler kadınının özellikleri okuyayım dedim, hemen yarıda kestim. Anacığım neredeyse kendime aşık olacaktım :) Meğer neymişiz biz. 
uyanlar; tutumluluk, değişiklikten hoşlanmak,  hırslı olmak, emir almaktan hoşlanmayıp özgürlüğe düşkünlük.
Ya ben kendi bildiklerimi yazayım iyisi mi... Neşeli bir yapım var, espri yapmaktan hoşlanırım.  Siz bakmayın burada melankolik şeyler yazdığıma ..Seyahat etmeye bayılırım, yeni insanlar tanımak, yeni yerler görmek hoşuma gider. Çok farklı kişilikler sergileyebilirim. Genelde kararsızlık yaşarım .. Bugün  hayır dediğime, yarın evet diyebilirim. Düşünmüş ve fikir değiştirmişimdir.  Ya hep ya hiç derim genelde. Bir insanı silmemek için çok çaba sarf eder, silince de dönüp bakmam..

18- Katıldığınız ilk konser hangisiydi?
Sibel Tüzün müydü acaba ? Evet hatırladığım kadarıyla öyleydi.

19- Satın aldığınız son giyisilerle birlikte bir fotoğrafınızı paylaşır mısınız?
Yüzümü eskitmemek gibi bir prensibim var :))  Sosyal medyada paylaşmam ki, yoksa dükkan sizin...

20-Günün birinde nereyi ziyaret etmek ya da nerede yaşamak isterdiniz?

Kuala Lumpur öğrencilik yıllarımda , arkadaşımla birlikte gitmeyi hayal ettiğimiz yerdi. Sanırım hala görmek isterim. Malezyalıları severim. Birini tanıma şansım olmuştu. Gerçekten çıtı pıtı, nazik insanlar...
Nerede yaşamak isterdim ? Küçük bir sahil kasabasında değil elbette. Oturduğum şehirden, semtten, evden.... memnunum... İzmir...

21- Sizi güldüren 5 kelime  ya da söz öbeğini listeler misiniz ?
Benim gülmelerim "kullan at " cinsinden. Gülmüşümdür,  geçmiştir. Yani aklıma gelmiyor şu an ...

22-Sahip olduğunuz en kıymetli şey nedir? Neden kıymetli ?
Yarım yamalak sağlığım var çok şükür. Akıl ve ruh sağlığından bahsediyorum. Benim için en kıymetli şeyler... Allah eksikliğini göstermesin dicem de  iyi bi'şey demiş olur muyum, emin olamadım birden. Bu hayata akıllı olup ta katlanmak her aklın harcı değil.

23-Yaparken heyecan duyduğunuz bir şeyden bahseder misiniz ?
Heyecan yaramıyor bana, yasak :)) 
En doğru cevap, görmek için uzun süre hayalini kurduğum bir yere gitmek ve  fotoğraflarını çekmek . Mesela bugün bir arkadaşımdan Uşak / Ulubey'de dünyanın ikinci büyük kanyonunun olduğunu öğrendim. Şimdiden heyecan sardı. Mutlaka gitmeliyim dedim...
Bu arada Turizm Bakanlığı ne işle meşgul merak ediyorum. Tamam bilmemek benim ayıbım olabilir de, zorla gözümüze sokun, bol reklamını yapın . Görülmesi gereken o kadar güzel yerlerimiz var ki...

24- Şu an okumakta olduğunuz ya da en son okuduğunuz kitap ?


Tabi ki de Parçalanmış Gülüşler blogunun sahibi Tolga'nın kitabı , Parçalanmış Gülüşler :))

25-Favori Disney karakteriniz hangisi ? Neden?

Bi kedisevere sorulacak sorumu bu ? Cevap belli değil mi ? Elbette , gece rahat uyumak için gündüzleri dinlenen Garfield :))

26-Ziyaret etmek istediğiniz 10 yeri sayabilir misiniz ? 
Uşak / Ulubey kanyonları
Kuala Lumpur / Malezya
Mardin
Adıyaman'da güneşin doğuşunu seyretmek
Urfa/ Halfeti
Hindistan / Tac Mahal
Fas / Marakeş
İspanya
Mısır / Piramitler
Bali adası

27- Dağınık mısınız yoksa düzenli mi ?
Of of of, hem de nasıl dağınığım... Leyla'ya bi sorun isterseniz :)))

28-En sevdiğiniz 3 müzik grubu?
Duman
Depeche Mode
....... aklıma gelmedi...

29-Korkularınızdan bahseder misiniz?
Alzaymır olmaktan korktuğum için, gözlerimi kapayıp tek ayak üzerinde , kollar yana açık  durmaya çalışırım bazen. En iyi yöntem buymuş. Bir de denizde boğulmak gibi saçma ve mesnetsiz bir korkum  vardır.

çok şükür bitiyo galibaaaaaaa

30-Neden blog yazmaya başladınız ? Blog adınızın bir hikayesi var mı ?
Depresyona girmemek için :))  İşe yaradı mı tartışılır...
Kazanmayı çok istediğim bir sınavı kazanamayınca  açmıştım bu blogu. 2011 yılıydı sanırım. Bir dönem, tüm yazılarımı silip, sonra tekrar başladım.
Blog adıma gelince.... Kahveyi çok severim ve  günde bazen abartıp 5-6 fincan içtiğim olur. O nedenle "kahve molası"  adını  seçtim,lakin kullanılıyormuş , hem de pek bi ünlü blogmuş. Mecburen "kahve telvesi"ni de ekledim.  Bana "telve " denmesinden müthiş memnunum şu an. 

Nihayet bitti, inşallah okuyan da olur diyor ve şanslı isimleri söylüyorum. Profösör, Serhat Ocak ve tabiki de Değmesin Yağlı Boya.. Yolcu sevmiyordu. Hımmm Prensesi de mi eklesem acaba.Sanırım yapmadı henüz, evet Sessiz Prenses... Sessizkaldım...O kadar kitabının reklamını yaptık, Tolga..Bir de Didemika Bir Deli Bir Dolu :)) Miras'ın yazılarına çok gülüyorum ve cevaplarını merak ediyorum...
Kimlermiş, sıralayayım bari;
Profösör
Serhat Ocak
Değmesin Yağlı Boya
Sessiz Prenses
Sessizkaldım
Didemika Bir Deli Bir Dolu
Parçalanmış Gülüşler
Miras
Bu kadarla kalalım ki, bir sonrakine yazacak isim olsun elimizde :))



CHALLANGE

Bakmayın anlamının  "meydan okumak " olduğuna.... Kimseye hatta kendime bile meydan okumak gibi bir gayem yok. Çelınç kelimesini görünce merak edip, aslı ne ola ki diye araştırınca, aslında burada yapılmak istenenin, verilen cevaplar vasıtasıyla, kişiyi tanımak olduğunu anladım.  İnşallah yanlış anlamamışımdır. "Mim " devri kapandı,  "çelınç" devri başladı sanırım.
Mimlenmek kelimesi yerine çelınçlanmak mı dememiz gerekiyor şimdi ? 
Calimero   aman ısrar kıyamet yap diyeli çoook oldu aslında.:) Gezip tozmaktan  anca vakit buluyorum. Siz oturup kalkıp benim finallerin yaklaşmış olmasına dua edin.  Hiç durmadan yazıp, yazmadığım zamanlarda blog okuyorum.  Neden?  Çünkü ders çalışmak zor geliyor. Ah bi başlasam.... Başlayabilsem....
Neyse yavaştan geçelim cevaplara...
1- Müzik listenizdeki ilk 10 şarkıyı paylaşın. Dinlerken nasıl hissediyorsunuz ? 
    - Radio Tarifa / Lamma Bada
ŞU yazımda bahsettiğim Mi'den bana kalan  en güzel hatıralardan biri bu şarkı. Dinlerken kelimelerle tarif etmekte zorlandığım hüzün, özlem...ne bileyim bir sürü duygusal duygu işte :))) Böylelikle Türkçemiz " duygusal duygu " ile tanışmış oldu sayemde....
  - Emre Aydın  / Eyvah 
Emre Aydın'ın tüm şarkılarını , şarkı sözlerini beğenirim. Felsefi bir tadı var. Ama bu günlerde bu şarkıyı çokça dinliyorum. Hele "Düşüyor sustuklarım gözlerimden yine eyvah" dizesi yok mu !!! ?... 
 - Zeynep Casalini / Duvar
Bir insan etrafına duvar ördüyse, o duvarları yıkmaya çalışmayacaksın. İnat ediyorsan da, duvarlara çarpa çarpa oran buran yamulunca şikayet etmeyeceksin. Bu kadar net...İşte bazen  bu gerçeği unutuyorum da ben... Bu şarkı hatırlatıyor sağ olsun..
-Neşet Ertaş / Cahildim dünyanın rengine kandım...
Bunu da anlatmayayım.... Cehaletimi anlatıyor işte :) Zahidem türküsünü de severim   aslında ama ikisini birden yazmayayım dedim. 
- Leonard Cohen / A Thousand kisses  deep
Kadife gibi,insanın ruhunu okşuyor . Cohen'i çok severim...
-Depeche Mode / Wrong 
Özellikle uzun araba yolculuklarında , sadece bu şarkıyı değil,  şarkılarını dinlemekten  çok keyif alırdım. Dinlerken ne hissediyorum? Sanırım birazcık baş kaldırı, isyan, başına buyrukluk, uzaklara gitme arzusu, alttan alta sitem... Bunlar şarkının bana verdikleri değil, şarkıları dinlerken , onlardan bağımsız hissettiklerim.. Kabul karışık oldu biraz :)
-Sting/  shape of  my heart
Desert Rose ile sevdiğim  Sting'in bu şarkısı harika...
-Sezen Aksu / Vazgeçtim  / Sarı Odalar
Tercih yapmak zorunda mıyam :))  Dilber Ay'dan da tavukları pişirmişem eklesem mi acaba ? Evetttt  konuyu kaynattığımıza göre, sonraki şarkıya geçebiliriz...
Vazgeçtim, bu kadar yeter :))

2- Göbek adınız nedir ? Sizin için önemini anlatabilir misiniz ?
Olsa,hiç üşenmez anlatırdım ama ne yazık ki yok.
Çocukluğumda  komşumuzun  yeğeni vardı. Anne babası Almaya'da olduğu için, halasında kalıyor, yaz tatillerinde  ailesinin yanına gidiyordu.Bir gün sokaktaki tüm çocuklar, başına toplanıp , isimlerimizin  Almancasını sormuştuk. O da tek tek saymıştı. Benimkine ne dedi şu an hatırlamıyorum. Hatırladığım  ve hala bırakamadığım saflığım...  İnsanlara inanmaktan , güvenmekten vazgeçmeyeceğim ben :))
Tamam ben de biliyorum göbek adıyla alakası yok, aklıma geldi, ondan şeettim ..

3- Cüzdanınızda neler olduğunu bizimle paylaşın..
İki kez okudum soruyu,çanta demiyor Allah'tan. Hayatımda benim çantam kadar karışık çanta görmedim, çünkü kimsenin  özel eşyasını karıştırmam ben.
Cüzdanımda  ehliyetim, mesleki kimlik kartım ( nüfus cüzdanı taşımıyorum . çünkü  özellikle  nüfus cüzdanı kaybetmede olağanüstü yetenekliyim ) kredi kartı, para kartı, kartvizitlerim,  fatura kartı, kent kart , para.

4- Kim veya ne olmadan yaşayamazsınız ? Neden ?
O olmazsa yaşayamam dediğim kim varsa gittiler de hala yaşıyorum. demek ki neymiş, onlarsız da yaşanırmış ... Ben kalbim olmadan yaşayamam sadece :)

5- Koleksiyonunu yaptığınız herhangi bir şey var mı ?
hımmm hiç bir zaman olmadı.

6-Evcil hayvan olarak ne beslemek isterdiniz?
Alerjik astımım olmasına rağmen Behlül 'ü besliyorum. Ama son zamanlarda küçücük, minnacık köpeklere merak sardım. Ama cıkkkk olmaz. Kedi candır.




Ama bu kedi sevilmez miiii, beslenmez miiii?

8- Sizi gülümseten bir şeyleri bizimle paylaşır mısınız ?
Çok hazırlıksız yakalandım . Aile içinde, kendi aramızda yaptığımız, birbirimizi gömdüğümüz ! espirilere gülerim / gülümserim. Onun haricinde hayvan , özellikle kedi / köpek ve bebeklerle ilgili resimler,videolar gülümsetir.

9- Hangi alanda iyi olmak isterdiniz ?
Seçme hakkım da var demek. Ne olursa olsun  bir alanda iyi olabilseydim keşke :) İyi bir yazar olmak isterdim mesela. İyi fotoğraf çekmeyi, iyi keman ya da piyano çalmayı... bunlardan birinde iyi olsam bana yeterdi.

10-Bize biraz güçlü yönlerinizden bahseder misiniz?
Altıncı hissim kuvvetli galiba benim. Ya da iyi tahminlerde bulunuyorum. Hislerimin arkasından giderim genelde, yanılmadığımı görmek her zaman mutlu etmiyor tabi ki....

11- Biraz da zayıf yönlerinizden ?
Sevdiğim insana çok fazla şans tanırım. Moda tabirle salağa yatarım. Ta ki canımı iyice acıtsın. Ne gerek varsa :)))

12- 8. soru gibi, bunu da özel buluyor ve es geçiyorum :))

13- Favori şiiriniz ya da sizin için anlamı olan bir şiir var mı ?
Üniversite yıllarımda Sezai Karakoç hayranlığım vardı. Neredeyse kitaplarının tamamını alıp okumuştum.  Mona Roza şiirini, hikayesini de öğrendikten sonra çok sevmiştim. Hala da severim..

14- Özel bir yeteneğiniz var mı ?
Bir arkadaşım " sende olağanüstü sevme yeteneği var " demişti. Bu sayılır mı ? :))

15- Favori mevsiminiz hangisi ? neden?
Yazı sevmem sıcak olur, kışı sevmem, yakacağı olmayanlar, damı akanlar vardır. Baharı İzmirde yaşayamıyoruz ne yazık ki.Belki de bu sebepten Bahar diyeyim. Her yer yemyeşil, papatyalar, laleler..insanın içi açılıyor .
( Ama laf aramızda,  ruhum sonbahara uygun )

ayyyy bayılicimmmm .. daha yarıya gelmişim. üstelik iki soruyu es geçmiştim.Yok devam edemiycem. İyisi mi seriye bağlayayım ben bunu :))))


30.04.2016

TEBDİL-İ MEKANDA FERAHLIK VARDIR -3

Berlin Duvarı'na kadar gidip de ismimi yazmamak olmazdı..Benim için küçük, insanlık için büyük bir yazı :))

Şehir turumuzun 2., gezimizin 3. günü , bana göre çok verimli geçti. Zira hep görmek istediğim Berlin Duvarı'na gittik.  Heyecan vericiydi. Sonradan öğrendiğime göre dünyaca ünlü 100 ressamın çizdiği duvar resimleri karşımızdaydı. Hepsi karşısında durup dakikalarca incelemeye / seyretmeye değerdi.  Biz Berlin'in doğu tarafında kalıyorduk ve doğuya bakan duvarda oldukça soyut ( soyutun oldukçası nasıl oluyor ya hu ? ) , felsefi çözümlemeler isteyen resimlerdi.  Ancak duvarın arkasına baktığımda sadece ve sadece yazılar vardı. Hava çok soğuktu ve Leyla " gidelim " diye tutturdu. Bu nedenle kabaca baktım hepsine.... 





Bu araba,  duvar müzesine dahil. Ancak sırrı nedir çözemedim. Netten yaptığım  araştırmaya göre,  arabalarıyla Batıya geçen ve alkışlarla karşılanan bir çiftin ve genel anlamda geçişlerin  sembolü olabilir mi acaba ? 


Bu resim en çok etkilendiklerimden...



Duvarın arkasına geçtiğinizde bu manzaralar karşılıyor sizi. Batıdaki binalar  daha eski, Doğu, bir önceki yazımda da bahsettiğim üzere, şantiyeye benzediğinden, eski binalarla yeniler yan yana... Hatta bazen  bana çok çirkin gelen görüntüler oldu. Yeni binaları ne kadar modern olursa olsun, sevmedim..... Yama gibi duruyordu..






Ve işte Batıya bakan duvar. Önce acaba doğu ile batıyı karıştırıyor muyum dedim.  Bana göre resimler, yazılardan çok daha ilgi çekiciydi ve batıya yakışıyordu.Sonra düşündüm, toplumların ve kişilerin bunalımlı zamanlarında, kaos halinde sanatsal açıdan  üretim daha fazla olur gibi bir yorum getirdim kendimce.Ama , bu resimlerin ressamlar tarafından yapıldığını  göz önünde bulundurunca ( yazıların menşeini bilmiyorum, ya da kimlerin yazdığını)  tezimi kendi kendime çürütmeye karar verdim:)) 





Araba gibi, bisikletin de sembol ve müzeye  dahil olduğunu düşünürken, genç bir kız gelip, zinciri çözdü ve  alıp gitti. Bana da  saflığıma gülmek kaldı :))

Leyla  artık mızmızlanmanın şiddetini artırmaya başlayınca, O'na değil, ellerimi donduran soğuğa yenildim ve hadi gidelim dedim. Gönlü olsun, kıramayıp tamam dediğimi düşünsün .Tabi bunu okuyunca ne diyecek bilemiyorum :))) Otobüsümüze binip, Berlin Duvarı'nın orijinal halinin  bulunduğu yere gittik. 

Berlin Duvarı aslında böyleymiş...

Duvarın arkasındaki, birbirine paralel  bu blokların ne olduğunu , ah almanca bileydim de rehbere soraydım..
Gogıl amca  , 155 km uzunluğunda diyen tur şoförünün aksine , duvarın 46 km uzunluğunda olduğunu söylüyor. Yıkılan duvar kalıntıları bir yerde depolanmış, saklanıyormuş.Kalan kısmı da sökülecekmiş zamanla. Tabi ki hepsi değil. 
Belki de Berlin Duvarı'nı utanç duvarı yapan sebeplerden biri de, duvarı aşmaya çalışırken  insanların canlarından olmaları. Değişik tarihlerde, küçük büyük, kadın çocuk demeden bir çok insan bu uğurda can vermiş. Hayatını kaybedenlerin resimlerinin ve ölüm tarihlerinin yer aldığı .... ne denir ki buna ? anıt mezar mı ?  işte  öyle bir yer vardı. Küçük çocukların da olduğunu görünce içim cız etti.... 



Berlin  duvarı yıkıldıktan sonra, depoya kaldırılanların  dışında bir bölümü Amerika'ya satılmış. Ancak  dükkanlarda  5-10 euro karşılığında  duvar kalıntılarından  almak/ edinmek mümkün....


Sıra geldi günün özetine.....
Yani Duvar, kapitalist sistemin çarklarına daha fazla karşı koyamadığı  için yıkılmış. :)


29.04.2016

TEBDİL-İ MEKANDA FERAHLIK VARDIR - 2

Eğer gezmek  işkence olsun istemiyorsanız, konaklama için seçeceğiniz yer , merkezi olmalı. Ya da merkeze ulaşımı oldukça kolay bir yer seçmelisiniz. Bizim Leyla, muhteşem bir seçim yapıp Alexanderplatz Meydanında otel seçmiş. Takdir ettim.
Günün hemen hemen her saati dolu bu meydan. Kimse kimseye bakmıyor,  herkes kendi havasında. Yere uzananlar,  olduğu yere çöküp, etrafı seyredenler, gitar çalıp şarkı söyleyenler... Ne ararsanız var.  Ayıplama  yok,  utanma yok, insanlar alabildiğine doğal ve rahat..




Odamızdan  şehrin görünümü


gece otelden manzara harika  ( bu görsel alıntı ama bizim manzara da böyleydi :)))
Tatilin en sıra dışı karesini kaçırdım tabi ki. Sonrasında çok aradım ama bulamadım. 18-19 yaşlarında bir genç oturmuş yere, önünde 5-6 kağıt bardak. Hepsi özenle  yere sabitlenmiş bantla. Her bardak üzerinde  ayrı bir şey yazıyor. Aklımda kalanlar, " BMW, extacy, beer.." O kadar güldüm ki,  biz ekmek parası için dilenirken, millet olayı aşmış, BMW parası istiyor.
İlk gün sadece öğleden sonramız olduğu için , sadece etrafı keşfetmekle yetindik. Berlin Katedrali , yürüme mesafesindeydi. 


1700 yıllarında yapılmış olmasına rağmen, hala ihtişamını koruyor , büyüleyici ...



Lustergarten


Hava çok soğuk olduğu, hatta bir ara kar bile atıştırdığı için,kanalda  tekne gezisi yapamadık. En çok içimde kalan bu oldu. Ama bir dahaki sefere  mutlaka... İnşallah ...

Perşembe günü olması münasebetiyle, oldukça sakin. İstanbul'u hatırlattı bana burası, neden bilmem. Oturup, soğuk havada kahve yudumlamak  çok keyifliydi...


Lustgarten 



Doğu ile batının birleşmesinden sonra, Almanya'nın başkenti Berlin  olunca,  şehir dev bir şantiyeye benzemiş.Her yerde inşaat var. Ya restore ediyorlar ya da yeni binalar yapıyorlar. Ancak 5 mt kazıldığında bile su çıktığı için,   bu pembe borularla suyu kanala  aktarıyorlarmış. 


İkinci gün sabah,  "hop on hop off" denilen şehir turuna çıktık. İki günlük bilet aldık. İlk gün A turu, ikinci gün B turu.  Otobüsler her 10- 15 dk da bir  aynı noktadan   geçiyorlar. Ring usulüne benziyor.Böylelikle istediğiniz durakta, ki bu duraklar genellikle tarihi bir yerde oluyor. İnip istediğiniz kadar dolaşıyor ve aynı noktadan binip, turunuza devam ediyorsunuz. Hem zamandan kazandırıyor, hem de bana göre ekonomik. Tek problem,  otobüsteki tur rehberinin  Almanca konuşması. Güya kulaklıklarla Türkçe  dinleyebilirsiniz diyordu kitapçıkta ama,  lafta kalmış. Sadece izlemekle kaldık bir çok yeri. Ya da  yarım yamalak ingilizcemizle anladığımız kadarıyla yetindik. 


Brandenburg Kapısı



Berlin Zafer Sütunu


Tiergarten Park


Berlin Hayvanat Bahçesi


Akvaryum / Berlin 


Günün özeti, lisan şart :))


TEBDİL-İ MEKANDA FERAHLIK VARDIR -1....


Geçen hafta sonu Berlin'e gittik arkadaşım Leyla ile.. Kafayı sıfırladım, yüzlerce fotoğraf çektim,  insanları gözlemledim, kıyasladım, ölçtüm biçtim, tarttım. Sonuç; insanın evi gibi yok :)))
Leyla okulda hep fransızca gördüğü için, ingilizceyi  ordan burdan, biraz yurt dışı seyahatlerinden , en çok da evde hep ingilizce  kanallar izlendiği için televizyondaki filmlerden, dizilerden öğrenmiş.Tabi başta epey zorluk çekmiş. Hatta eşine  " niye hala öğrenemiyorum şu ingilizceyi" dedikçe , eşi " bir tık kaldı Leyla, inan birden çözecek ve sen bile şaşıracaksın " dermiş.  Bir gün bizim akıllı Leyla, açmış televizyonu,  o da ne, alt yazıları okumadan anlıyor konuşulanları. Sevinçten hoplamış, zıplamış, yetmemiş çığlık atmış. Hemen eşini aramış müjdeyi vermek için. Sonra farketmiş ki, adamlar zaten Türkçe konuşuyor. Nasıl olmuşsa, biri dil tercihini Türkçe yapmış. Bana anlatırken diyor ki, " inanamazsın Telve o 15- 20 saniyelik heyecanımı. Nasıl mutlu olmuştum İngilizceyi öğrendim  diye..."
Berlin'e gittiğimizde ilk işimiz otele yerleşmek oldu. Sonra aşağıya inip, yemek yiyelim dedik. Otelden çıkar çıkmaz bir kaç yer bulduk. Gözümüze kestirdiğimiz yere daldık. Ne yesek, ne alsak diye kendi aramızda konuşurken , garson  "ne alırsınız ? "  diye sordu. Hemen Leyla'nın kulağına eğilip " bak sakın  Almanca'yı çözdüm diye ortalık yerde çığlık atıp  beni rezil etme, adam Türkçe konuştu " dedim. 
Benim dilime düşmeyeceksin arkadaşım...:)



20.04.2016

DOWN CAFE / DENİZLİ



Yaklaşık 2,5 yıl önce yazdığım bir yazıda Down Cafe 'den bahsetmiş, İzmir'de olmadığı ve gidemediğim için hayıflanmıştım. Hafta sonu Denizli'ye gidince, işim biter bitmez " hadi " dedim A'ya. "Beni  Down kafeye götür". Birazcık aradık ama çok da zorlanmadık. Yol üstünde geniş bir yeşillik alan üzerinde, ağaçların arasında  , huzur verici ( laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten huzur vericiydi. Belki yeşilliğin bol olmasından, belki de benim sempatimden...) bir kafeydi. Hava oldukça sıcak  ve bence mevsim normallerinin üzerinde , ki 32-33 derece civarı  olduğu için çimlerin üzerinde atılmış masalarda oturmak istedik. 
Bir kaç 46 lık garson görünce etrafta  şaşırdım. Biz kendi aramızda konuşurken , kız yanımızda bitmiş, farkında değilim.Göz göze gelince karşılıklı gülümsedik.



"Tüm çalışanların 46+1 olduğunu düşünüyordum" dedim. "Ama onlar tek başlarına olsa  yürümez ki burası " cevabını aldım. Meğer 9 tanesi 46+1, geri kalan 5 tanesi de 46 lıkmış. Siparişleri isminin Ecem olduğunu sohbet esnasında öğrendiğimiz  dünya tatlısı , güler yüzlü  sevimli kızımız getirdi. Ardından Onur geldi. 

  

Yanlış hatırlamıyorsam ikisi de  22 yaşlarındaydı, ama daha küçük gösteriyorlardı. Araştırmacı gazeteci kişiliğim hortlamış gibi, soruları sıraladım. Hayatlarından memnunlardı. Mutlu oldukları anlaşılıyordu. Daha sonra fotoğraflarını çekmek için izin istedim. Sohbetimizi fazla anlatmayayım, birazcık merak edip siz de bulunduğunuz şehirde  arayıp bulun, umarım yaygınlaşmıştır. Her ilde benzeri kafelerin açılması gerekir. 



Hesabı ödemek için içeri girdiğimde  duyuru panosu gözüme ilişti. Kısacık notlar yazılıp asılmış. Arada beni gülümseten notlar da vardı. Hiç olumsuz yazanı görmedim.



Kafeden ayrılmadan önce , son kez dönüp arkama  baktığımda , şarkıya eşlik  ederek dans ediyordu Ecem.



Çalışanların  güler yüzlü oluşları,  samimi ve sıcak ortam, çimlerin üzerinde yudumlanan kahveler.... Daha ne isterim ki ben.Tüm yorgunluğumuzu atıp ayrıldık... Hepsine çoookkk çok teşekkür ediyorum.

16.04.2016

AKIŞINA BIRAK / KADI KIZI

MERHABA KENDİM,
En az merhabayı kendime söylediğimi fark ettim bugün. Oysa en çok kendimizleyiz. Ama bazen kendimize bir beş dakika ayıramıyoruz. Bundan böyle her gün beş dakikam var kendime ayırdığım. Yeni kararlar arifesindeyim anlaşıldığı üzere. Yoğun tempom arasında bu beş dakikalık kaçamakların ruhuma iyi geleceğini, beni yeniden yazının büyülü atmosferine çekeceğini düşünüyorum. Mümkünse uyanır uyanmaz  bir beş dakika buluşalım diyorum kendime...."Söz veremem" diyor, "işim gücüm var, oyun oynamıyoruz , sen gel " diyorum, "ben burada olacağım". Cevap asice "Belki gelmem, gelemem, beş dakika bekle git :)) "
Yukarıdaki satırlar, yazılarını severek okuduğum Kadı Kızı'na ait. Hukukçu gözüyle çok iyi gözlemlediği günlük olayları,  blog yazılarını  "Akışına Bırak " adıyla  ilk kitabında toplamış. Bu arada ikinci kitabı da hazırlık aşamasında.




Siz hiç aşık oldunuz mu ? Yalnızken bile iki kişilik attı mı kalbiniz ?

Akışına Bırak, hayata bakışı  farklı bir pencereden gözlerimizin önüne sermekle kalmıyor, okuyucunun  kendi iç dünyasına  yolculuğunun yollarını da gösteriyor. Bildiğimizi sandığımız, aşina olduğumuz  ve bu nedenle sıradanlaştırdığımız dünyayı, ilişkileri, duyguları bir de Kadı Kızı'nın kaleminden okumanızı tavsiye ederim.

Bu arada, edebiyat ve kitap tutkunları için hatırlatayım, Kadı Kızı yarın (17 Nisan 2016)   saat  19:00 da Kanal b' de yayınlanan Kitap Dünyası  programına  konuk oluyor ....
Bırakın dünyanın keşmekeşini....
Umutsuzluğa kapıldığınızda nefes almak için....
Yorulduğunuzda satır aralarında dinlenmek için.....
Kendinizi kendinizde kaybettiğinizde  başka yollar bulmak için...
Akışına bırakmak için....
İhtiyacınız olan  şey, bir fincan kahve eşliğinde " Akışına Bırak " :))
İyi okumalar....






12.04.2016

12. 04 DÜNYA DEEPTONE GÜNÜ.

Madem ki böyle bir etkinlik başlatılmış , katılmamak olmaz değil mi ? 
Deeptone'u tanımayan yoktur sanırım.  Ya da  oldukça azdır diyeyim. Hiç kimseyi takip etmese de , bir çok paylaşımı okur ve mutlaka yorum yapar.  Yardım istediğinizde ( hatta istemeseniz de o gerekli gördüğünde  teklif eder )  elinden geleni seve seve yapar.
Deep, sen blog aleminde gördüğüm, tanıdığım en naif insanlar arasındasın. Yazım tarzını, kitaplarını zaten es geçiyorum. Sıcak ilişkiler kurman, samimiyetin, yardımseverliğin  hepimize örnek  olabilse keşke. Özellikle   izlenesi bloglar başlığı ile blogerları birbiriyle  tanıştırman  takdir edilecek bir davranış. Eminim ki seni tanıyan her insanın hayatında mutlaka bir iz bırakıyorsun Deep.
Dünya Deeptone günün kutlu olsun güzel insan :)

DEVAMI SİZDE......

İzmir'de yaşıyor olmanın bir çok güzel tarafı vardır. Hatta    İstanbullular gibi,  başka yerde  duramaz, ibreniz  hep İzmir'e  dönük olur.  Bana  göre tek ve en kötü yanı ,  kıştan  yaza geçerken  baharı  teğet  geçer, direkt sıcaklarla boğuşuyor bulursunuz kendinizi. Ama arada benim gibi üstün yetenekliler de yok değildir hani. Baharın yaşanmadığı bir şehirde "bahar yorgunluğu" yaşayanlar :) Bu  konudaki yeteneğim  saygı duyulacak seviyede kabul  de,  başkalarının  hiç mi suçu yok ? Her gün şaşırmayı nasıl beceriyorum  anlamış değilim hala.... 
Alışamadım işte. Alışamayacağım da. 
İsmi lazım değil,  görevi veya mevkisi de... 
Açıklama  şu " 18 yaşındakinin zinasına  karşı çıkamıyorsanız , 7 aylık bebeğe tecavüze  karşı çıkmak , timsahın  gözyaşlarıdır " !!!
Şimdi  yazının devamı  buna ilişkin olacak diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.  Çünkü ne yazarsam yazayım,  duygularımı, öfkemi, üzüntümü, sinirimi, şaşkınlığımı yansıtamayacağım için,  geri kalanını size havale ediyorum..

25.03.2016

NELER OLUYOR BİZE ?


Gerçekten neler oluyor bize.  Bu gidişat sizi de korkutuyor mu beni korkuttuğu kadar. Toplum olarak mutsuz, agresif,  doyumsuz,  vefasız, kadir kıymet bilmez olup çıktık.  Hadi bunlara da razıyım. Yani  en azından bir yere kadar  hoş görebilirim. Nedir bu duyarsızlığımız. Olmadık konularda hoşgörümüzün  sınırsızlığına ne demeli ?   Birazcık empati yapsak ölür müyüz? Biz nasıl vekiller seçmişiz, o vekillerden nasıl bakanlar çıkmış?
Adını anmadan geçemeyeceğim Mi...Sen de  görüyor musun bu olup bitenleri ? Hani şu takdir ettiğin  partinin  milletvekilleri komisyon kurulmasına gerek yok demiş. Bakan da  bir kereden bi'şey olmaz deyip, normalleştirmiş  olayı. Oysa yerin göğün yıkılması lazımdı. Keşke bunları da konuşabilseydik, tartışabilseydik. Kanunen yasağı nasıl deldiler de , küçücük çocuklar için yatılı yurt / ev açtılar acaba ?  Hiç mi denetlenmedi?  Hiç mi farkedilmedi ? Bir şekilde gün yüzüne çıkan taciz olayları nasıl oldu da ört bas edildi ?  Aileler  çocuklarının  yaşadığı travmayı, o travmanın  yansımalarını nasıl farkedemediler ?
Anne babalara çok iş düşüyor. 
Yanlış hatırlamıyorsam, blogtaki ilk paylaşımım  şöyleydi ( dönüp bakmaya  üşendim ) 
" Çocuklarınıza gelecek hazırlamayın, çocuklarınızı geleceğe hazırlayın "
Bırakın evleri barkları olmasın,  bırakın zengin olmayıversinler,  bunca  soysuzluğa,  iğrençliğe , rezalete, işkenceye göz yumacaklarsa , ört bas ederek  suç ortağı olacaklarsa mevki sahibi olmasınlar !!!!! Ama her biri onurlu,  güvenilir,  hakkaniyetli, vicdanlı, merhametli  birer  vatandaş olsunlar. Kendine hakim olamayan ,  sefih arzularının peşinde koşan,   hayvani arzularını yular yapıp, sürüklediği yere giden insan müsveddesi  olacaklarına  hiç olmasınlar !!!!
Herkes  çocuğuna sevgi veremeyecekse, koruyup kollamayacaksa,  eti senin kemiği benim anlayışıyla  birilerine teslim edip,  ne halde olduklarına bakmayacaksa , o masum ruhları insanlıktan nasibini almamışlara  yem edecekse, yaşadıkları böylesine çirkin, iğrenç, alçakça travmaya, ömürleri boyunca  etkisini yaşayacakları rezalete   bedel biçip,  susup oturacaklarsa, bu dünyaya çocuk getirmesinler....
Lütfen, toplum olarak duyarlı olalım. Çevremize bakalım biraz.  Neler olup bitiyor  bilelim. Aynı durumda biz olsak, bizim çocuğumuz olsa ne yapardık , nasıl davranılmasını isterdik  düşünelim ve ona göre gerekeni  yapalım..  Aman bize ne demek,  bizi de  sorumlu kılar. 
Çocuklarımızla  nitelikli zaman geçirelim. Kendilerini nasıl koruyabilirler  utanmadan,çekinmeden konuşalım.  Bizden bir şey  saklamamaları gerektiğini,  hayatta en güvenilir ve hatta  tek güvenilir insanların anne- babaları  olduğunu bilsinler. 
Her şeyi devletten beklememek lazım sözünü,  devletten hiç bir şey beklememek lazım   diye değiştiriyorum artık. 
Konuyu derleyip toparlayamadım, farkındayım. Çünkü gerçekten çok öfkeliyim. Kaç gündür  içimde  volkanlar patlıyor, kahroluyorum, ama  elimden bir şey gelmiyor..... Kahretsin ki hiç bir şey yapamıyorum. O küçücük bedenlere sarılamıyorum. Ruhlarını okşayamıyorum, yüreklerine dokunamıyorum... Yapamıyorummmm



18.03.2016

Bazen....
Seni sevmek yerine bir hayali sevseydim diyorum.
Daha mı az incinirdim ?
Ne duymak istersem  o hayale söyletirdim  mesela...Zira duymak istediklerim, sana yabancı, ruhuna  eğreti, diline  acemi sözler olurdu. Asla lanet okumamış  birine yakışacak türden... İnsan bilmez mi kendini? neyin mutlu edeceğini? nelerin özlemini çektiğini ?
Öyle değilmiş işte. Ben de öğrenmiş oldum sayende.
Ruha güzel gelen, sevdiğinden  gelenmiş. Velev ki  sevdiği sevmiyor olsa bile...

16.03.2016

TOMURCUKLANMA VAKTİ

      
    Dün 8. kürümüzü  aldık. Alan  arkadaşımızdı, biz refakat ettik sadece. Çok şükür ki birinci evrede fark edip, daha ne olduğunu anlamadan  ameliyata alındığı için  şanslıydı/ şanslıydık. Çok vakit ayıramıyorum . Yoğunluktan gerektiği gibi ilgilenemiyorum. Hem  malum  memleketin gidişatı. Keyif, enerji, umut namına  elimizde ne varsa almak isteyenlere karşı direniyoruz . Ama  yine de ayakta dimdik durmak şart.Kendimiz için, çevremizdeki insanlar için ,en önemlisi de  bizden sonraki nesil için. 
     Bulduğum ilk boşlukta  arayıp, " hadi " diyorum. " havamız değişsin , gezelim biraz". Bazen keyfi olmuyor   film izliyoruz.  Bazen sohbet ediyoruz. Feyste rastladığım birinden bahsettim  geçen gün."Oyuncu Anne- Şermin Çarkıcı"   Arkadaş  ben böyle sinir bozucu bir kadın görmedim. Daha çok genç, ikiz oğulları  ve  onlardan tahminen 2 yaş küçük  kızıyla   bu ne bitmez enerjidir, bu ne nev-i şahsına münhasır bir kişiliktir. Sıradan birinin illallah diyeceği durumlarda bile    hem eğitici, hem eğlendirici  bir nokta yakalayıp  nasıl  değerlendirmedir böyle. "Bak" dedim arkadaşıma " senin böyle küçük çocukların yok,  ama  zaten önemli olan taklit etmek değil, hiç birimiz O'nun gibi olmak zorunda değiliz, olamayız da... Sadece sıkıldıkça oku, kendi hayatına uyarla. Şerri hayra tebdil eyle " Çok mutlu oldu. "Seninle olduğum sürece mutlu oluyorum , kendimi iyi hissediyorum. Ve ne çok şey öğreniyorum  her seferinde " dedi. ( Ah bu benim iki yüzlü hallerim öldürecek beni.  Ne yetenekli biriyim. İçim kan ağlarken bile  gülebiliyorum ya, pesss. Kendimi  alkışlamak istiyorum. Bi  gece düzenleyip,  ödül vereceğim oyunculuğuma :))
   Bunları duymak için yapmıyorum elbette. Amacım ne  enaniyetimi besleyip büyütmek ne de vicdanımı rahatlatmak. Nitelikli beraberlik adına,  O'nunla olduğum süre içinde gönlünün  bahar dalı tomurcuklansa, o tomurcuk çiçek açsa, yalnız olmadığını  ve sevildiğini bilse yeter.  Çünkü biliyorum ki, insan en çaresiz ve mutsuz olduğu anlarda yüreğine biri dokunsun ister. Belki acısı   yok olmaz, endişeleri körelmez ama  gülümser. Derdine gülümser,  yalnızlığına gülümser, çeresizliğine gülümser. Gülümsedikçe  güçlenir insan. 
     Geçen hafta   eve gelir gelmez hemen yanıma yiyecek- içecek bi'şeyler alıp,  pikniğe gidelim dedim. Evden çıkmamızla  dönmemiz 1 saat anca sürdü.  Evimizden 4-5  yüz metre ileride  oldukça yeşillik, ağaçlık  bir yere  götürdüm O'nu. Çimenlerin üzerine oturduk. Sohbet ettik. O meyve suyunu içti sadece,  ben açlıktan bayılmak üzere olduğum için atıştırdım. Sonra ayakkabılarımızı çıkarıp, toprağa bastık.  Negatif enerjiyi toprağa gömdük. Baharla birlikte onlar da  çiçek açsın diye. Yürüdük , temiz havayı, bol oksijeni içimize çektik. Bana da iyi geldi.
        İnsanları mutlu etmek, pozitif enerji vermek, hayattaki zorluklarını kolaylaştırmak inanın zor değil. Masraflı değil. Çok vakit isteyen bir şey de değil. Yeter ki yüzeysel olmasın  ilgimiz. Bakışlarımız  ruhunu görmek istercesine derin, sözlerimiz  sade,  alakamız samimi olsun. Ruhumuzla, bedenimizle, yüreğimizle, sözlerimizle o an , orada, O'nun yanında sadece O'nun için bulunduğumuzu   hissettirebilelim yeter.

13.03.2016

Daha ne kadar ? Nereye kadar ?

Adı yok , tanımı yok .... İnsanlık dışı bu olanlar . Lanetlemek değiştirmiyor , yetmiyor . Ne yazacağımı bile bilmiyorum . Kimbilir kaç insanın yüreği yanıyor , kimlerin canı acıyor ?  İsyan edecek gücüm bile yok . Yazıklar olsun bunca acıdan nemalananlara !!!!

29.02.2016

HUNİ'M NEREDE BENİM ?

Aydınlanma çağına giriş yaptım sanırım. O da nereden çıktı diyeceksiniz. Uzun süredir  belirtileri hissediyordum da, en son  buzdolabının derin dondurucu bölmesini açtığımda karşımdaki manzarayı görünce  emin oldum. Tam orta  raftaki siyah, fermuarlı, küçük deri çanta,  kısa süreli  akıl tutulması yaşamama sebep oldu.
Bu bir   tansiyon aletiydi  ve derin dondurucuda ne işi vardı ?
Hangi ara,hangi  akla hizmetle koymuştum oraya ?
İşte bu sorulara  cevap arama  zahmetinde bile bulunmadım.
Zira  bu aydınlanma çağına girişimin işaretiydi ve  deli gibi sevinmeme yeterli bir sebepti, gerisi teferruattı :))


25.02.2016

ACIDAN GEÇMEYEN ŞARKILAR DA İNSANLAR DA EKSİKTİR...


Hüznün tüm duygulardan  ayrı, daha nahif bir ruhu vardır,
Kendine has tadı, kokusu rengi...
Hüzün, törpüler sivri huyları, tavırları...
Daha mülayim yapar insanı,
Öfkeden, enaniyetten ari hüzün olgunlaştırır...
Ve bu parçanın  bende ayrı bir yeri vardır,
Gözümü kapatıp dinlediğimde benden bir şeyler alır,
Aldığından daha fazlasını da  ruhuma taşır..
Yüreğimi ferahlatır....


18.02.2016

MERHAMETSİZ RUHLAR

"Gizli anahtar, joker, temel, olmazsa olmaz, iskelet, kurtarıcı.......  adının, niteliğinin, sınırlarının hiç bir önemi yok, ister arkadaşlık, ister dostluk, ister evlilik, şahsi ya da genel her ilişki, her düzen için olması gerekir sevgi - saygı "derdim  bir zamanlar. Resmiyet ihtiva edenlerde saygı olmazsa olmazımdı. Çünkü kimse kimseyi sevmek zorunda olmasa da saygı göstermek zorundaydı zannımca.. Sevgi ise daha öznel ilişkilerde lokomotif vazifesini yüklenirdi. Evliliklerde mesela.
Şu an saçma diyorum...  cidden saçma.   Aşkın karın doyurmaması gibi, sevgi ve saygının da işe yaramadığını,  daha doğrusu yetersiz kaldığını anladım şu son bir kaç gün içinde. Allah merhametten yoksun bırakmasın yüreklerimizi. Sözüm ona  seven insan, içindeki vahşi duygular, şiddet eğilimi tezahür ettikçe  sevginin etekleri altına saklanıyor zira.  Çok sevdiği için kıskanıyor, çok sevdiğinden  dövüyor,  sevgisi terk edilmeyi kaldıramıyor, bıçaklıyor,  öldürüyor, yüzüne kezzap atıyor.  Düşününce " demek ki  sevgi iyi bi'şey değil" diyorum. Hatta "sevgi, kötülüklerin anası" oluveriyor birden ..Sevmesin beni kimse, sevmeyeyim ben kimseyi....
Oysa " lanet olsun içimdeki merhamete, acıma duygusuna, vicdana....  beni, bir insanın canını/ hayallerini/ duygularını / geleceğini katletmeye sevk eden işte bunlar. Yufka yürekli olduğum için , içimden bir canavar çıktı ve bunları yapmama  sebep oldu  !!!"  diyebilir mi insan ? Merhamet, sevgi gibi insanın gözünü kör edip, aklını başından alabilir mi ?
Ve Ankara...
Patlayan bomba....
Hayatını kaybeden onlarca insan...
Yaralılar...
İnsanların o anda yaşadığı dehşet...
Ya sevdikleri?
Ailelerinin endişeleri?
Acaba eşime, evladıma, arkadaşıma , sevdiğime bi'şey oldu mu korkusu?
Hangimiz hesap soracağız? dahası kimden, kimlerden?
Kimin  bunları yapanlara, sebep olanlara, azmettirenlere   söz söylemeye hakkı var ?
Kim atacak ilk taşı ?
Siyasi hesaplaşmaları,  gruplaşmaları  bir tarafa bırakarak kim objektif bakabiliyor olaylara ?
Hangimiz farkındayız  neden bu hale geldiğimizin ?
Toplumların, örgütlerin, siyasilerin, küreselleşen dünyada güç odaklarının çıkarları doğrultusunda,  kimin eli kimin cebinde  belli olmayan bu düzensiz düzene  vicdanımız rahat  söz söyleyebilir miyiz ? Eleştirebilir miyiz ?  Lanet  okuyabilir miyiz ?
Belki adam öldürmedik,  adam kullanmadık, petrolde ya da altın yataklarında olmadı gözümüz. Falanca devletin yönetimine, düzenine çomak sokarsam daha da güçlenirim, filanca devlet karşısında dengeler benim lehime değişir demedik belki.  Ama demeyişimiz  insanlığımızdan değil emin olun. Çapımız yetmedi/ yetmiyor. Biz daha  küçük   çaplı  bombalar patlatıyoruz. İnsan öldürmüyor , yaşayan ölülere sebep oluyoruz. Bizim iktidar mücadelemiz iki bilemediniz üç kişilik. Bizim hakimiyet kurma  isteğimiz koca  devletler üzerinde değil, etrafımızdaki  insanlar üzerinde.... Önemli olan keyfiyet değil mi ?
Akşam  adını hatırlamadığım   bir dizide, erkeğin kadına söyledikleri mealen şöyleydi "  ne bu sahiplenmeler  falan ?  Ben seninle berabersem, hesap  sormadığın ve benim hayatıma müdahale etmediğin  içindi. " Dehşete düştüm bu sözleri duyunca. Ve  aynı sözleri sarf eden adam,  beraber olduğu kızdan  karnındaki bebeği  öldürmesini  istiyordu. Bombayla adam öldürmekten farkı neydi ? Hem sana güvenen, yürüye gelen  ilişkiye binaen hayal kuran kadının  umutlarını, insanlara olan güvenini katledeceksin, hem de henüz doğmamış bir canlının  ölüm fermanına tek başına karar vereceksin ...Bu kadar duyarsız ,duygusuz, bencil,  acımasız, merhametsiz bir adam  hayvani ! ihtiyaçlarını karşılarken  insanlık dışı kararlar verebiliyorsa,  bu adamı  bir devletin başına başbakan ya da başkan yapsan  Ankara'daki olayın zuhuruna sebep olmaktan çekinecek mi ?
Eğer bu düzen  hoşumuza gitmiyorsa, endişe duyuyorsak dünyanın  gidişatından, çocuklarımız için,gelecek nesiller için  kaygılıysak....Kendimizden başlayacağız  düzelmeye ve düzeltmeye.. İncitmekten , kırmaktan, ah almaktan , hakka tecavüz etmekten korkacağız. Vicdanımızı  sık sık karşımıza alıp  hesaplaşacağız. Söylediğimizin, yaptığımızın ya da yapmadıklarımızın  nelere mal olacağını düşüneceğiz.
Allah'a inanalım ya da inanmayalım, mahşer günü var ya da yok ne gam. Başımızı yastığa  rahat koyacağız/ koymalıyız kendi adımıza. Bumerang gibi, her şey gün gelir bize döner.
İyisi de kötüsü de....


9.02.2016

PEKİ SİZ KAÇ YAŞINDASINIZ ?

   Cumartesi günü iş için şehir dışına gitmemiz gerekti. Aslında zar zor ve isteksiz kalkmıştım. "Acaba başka güne mi ertelesek" diye düşünürken,  "hadi" dedim kendi kendime...  "Hafta içi çok zorlanırsın, üşenme ! "
    Denizli 'nin içine girmeden  işlerimizi hallettik, öğle yemeği için kasabasına  gittik mecbur. Goncalı idi sanırım . Tren istasyonunun hemen dibinde, salaş  bir lokanta .  Kapısı kapalı olunca tereddüt ettik ama  neyse ki açıkmış. Hazırlıklı değillerdi tabi.  Hemen sobayı tutuşturdu genç adam . Elektrik sobasını da yaktı bir yandan. Kaç katlı olduğuna bakmadığım bir evin alt katı... Çiçekler  ayrı bir hava vermiş, bir kenarına kitaplık ve kitaplar konmuş. Üzerinde de yazı " Okumak için ödünç alabilirsiniz "
   Meğer,bizim Ortaklar 'daki meşhur  çöp şişin ana vatanı bu Goncalı imiş.Hemen mangalı yakıp, dışarıda çöp  şişleri pişirirken, bir yandan masaya  süzme yoğurt getirdiler. Dayanamayıp, bir çatal aldım..Muhteşem ! Ardından yeşillik... Kuzu kulağı, maydanoz, tere, roka... Hepsi  sıra sıra tabağın etrafına dizilip, tam ortasına turp  dilimlemişler.  Bu kadar mı güzel bir sunum olur . 
  Yemeğimizi  beklerken, elinde bastonu, başında bembeyaz örtüsü  ile yaşlı bir teyze  indi merdivenlerden.  Evine misafir gelmişiz gibi karşıladı bizi. Öyle sıcak, öyle samimi...Bizimle sohbet etmek ister gibi bir hali vardı. Konuştukça konuşuyor, anlattıkça şevke geliyordu.. Bir ara sordum " kaç yaşındasınız " diye.. Ve hayret ilk defa  sinirlenmedim.  Daha önce yazmıştım sanırım,sorularıma kısa ve net cevap isterim, lafın uzatılmasından hoşlanmam diye.. Ama iki eliyle bastona  yüklenip, öyle bir tatlı anlatışı vardı ki .. ( tüm ısrarlarımıza rağmen yanımıza oturmadı ) sinirlenmek ne mümkün.
 " Bir zamanlar , bir adam yolda giderken karşısına biri çıkmış. Başlamışlar sohbete..Adam sormuş, 
- Evladın var mı ?
- Bir tane.
-Malın mülkün ?
- Bir devem var .
-Kaç yaşındasın ?
- 20 .
    Ayrılmışlar bu sohbetin ardından ve adam yoluna devam etmiş. Az gittikten sonra, kadınlı erkekli bir grupla karşılaşmış. Sormuşlar " buralarda dolaşan yaşlı bir adam gördün mü" .Cevap vermiş adam " evet birini gördüm ama, 20  yaşında olduğunu söyledi".  Hemen  ardından koşup, yetişmişler aradıkları adama. Bizim yolcu da merakından onların peşine takılmış tabi.
- Siz nesi oluyorsunuz?
- Biz O' nun çocuklarıyız .
- Ama bana tek çocuğum var  demişti ?
Baba cevap vermiş ;
- Bir evladımı kaybettim küçücük yaşında... O nedenle bir tane dedim, bu gördüklerin  sadece emanet...
- Babamız  buranın  zenginlerindendir , hatırı sayılır bir insandır , diye eklemiş evlatları..
- Ama sen bana bir tane devem var demiştin..
Baba;
- Allah için bir deve kestim. Tek malım işte o kestiğim devedir, diğerleri sadece Allah'ın emaneti. 
- Yaşını sordum, 20 dedin ?
Yine  ilginç bir cevap vermiş  baba;
- Kendim için  sadece 20 yıl yaşadım !  Geri kalanı  dünya derdiyle geçti.."
Ve  anlatmaya devam etti teyzem ;
" 17 yaşımda gelin geldim bu eve. O zamandan beri de bu işle uğraşırız. Eşim öldükten sonra da işte bu gördüğünüz oğlumla devam  ediyoruz. Gelinim  salatayı yapar,oğlum mangalı yakar. Yaşımı sorarsanız 76 ."
    Yemeğimizi yedik, ardından kabak tatlısı getirdiler ikram niyetine... Kireç suyuna batırılmış,  ayva çekirdeği ile renklendirilmiş, dışı sert, içi yumuşacık. Tam istediğim gibi. Beklemediğim lezzet, ummadığım muhabbet ve teyzeden beklemediğim  felsefi  bakış açısıyla ayrıldık oradan...Ve, tahmin edersiniz ki kaç yaşında olduğumu düşündüm yol boyunca... 

İyi ki  diyorum, geç de olsa  fark ettim  kendi seçimlerimin ve isteklerimin  önemini...
İyi ki artık kendime de zaman  ayırıyorum...
İyi ki  karar vermeden önce , tüm zorunlulukları  ve dayatmaları bir kenara bırakıp,gerçekten ne istediğimi düşünüyorum...
 ( Gördüğü her şeyin fotoğrafını çeken ben, ne hikmetse, o gün  hiç çekmemişim :( Şimdi ne güzel olurdu , koysaydım bir iki kare. )



5.02.2016

ESKİ ! KİTAPLAR

İstanbul gibi sahaflar çarşımız yok bizim :(  
Ne alaka diyeceksiniz.Garip ..... işte buraya hangi kelimeyi kullanmalıyım bilemedim. Takıntılarım mı, zevklerim mi, huylarım mı ? Var işte böyle bi'şey.  Görünenin ardındakini ortaya çıkarma. Bir mimi cevaplarken, demiştim ki, "insanların zaaflarını merak ederim ben.Aleyhlerinde kullanmak için değil elbette. Bilirim ki bir insanı tanımanın en iyi yolu, ruhuna inmenin   tek çaresidir zaaflarını, travmalarını bilmek. "  Yine aynı  düşüncemin arkasındayım.  Bunun bana ne faydası oluyor,  elime ne geçiyor, tartışılır elbette. Yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz, abesle iştigal  diyebilirsiniz. Gerçekten ruh dünyamı açtığım/ açacağım , sıradanlığı aşan bir  münasebet varsa arada kendimce şart. Kimlik, kaş göz,  endam ... bunlar önemsiz  ya da ikinci planda kalır nazarımda. 
Bilmek güç istiyor,  öğrenmek  cesaret, öğrendiklerini  kabullenebilmek hoşgörü...
Bunlara sahip olduğumu düşünüyorum. Yargılamadan, suçlamadan, yüze vurmadan.... Yeter ki karşımdaki buna açık olsun.. Açık olduğunu  söyleyip, hala samimi davranmayanlar olunca  sigortalar atıyor işte. Sınırları kaldırmaktan yana olduğundan bahsedip, görünmez duvarlar örenlerin yansıması , hayal kırıklığı olarak geri dönüyor tabi ki...
Neyse.... Madem ki bu  bana göre gerekli, karşımdaki için  saldırganlığa varan   abeste iştigali  farklı yöne sevk etmeli diyerek ,  aklıma çok  ilginç fikir geldi. Kendimce psikolog edasıyla , kişilik tahlilini  bilmediğim kişi / kişiler  üzerinde  yapmalıyım dedim, ikinci el kitap satanlarda aldım soluğu.  Ya hu bu kadar mı temiz titiz kitap okunur. Elinizi korkak alıştırmayın pek sevgili okurlar. Çizin sevdiğiniz cümlelerin altını, yanına  hayret nidası uyandıracak ünlemler koyun,   "aynı ben" diye bir iki kelime  çiziktirin.  Çok kızdım size çoook. Onca kitap karıştırdım, tozdan nefes alamaz hale geldim,  istediğim gibi bir kitap bulamadım. Bir insanın elinin, gözünün değdiğini hissettirecek , bir ruh bu kitabı okurken neler hissetti acaba dedirtecek  bir kitap yoktu.. Elim boş döndüm tabi ki. Ama ahdim var, İstanbul'a  gidince  ilk işim bu tarz kitapların peşine düşmek olacak..
Kitapçıları dolaşırken,  bir anne oğul dikkatimi çekti.Anlatmazsam çatlarım :))
Yüzlerine çok bakmadım, sanırım 11-12 yaşlarında erkek çocuk  kitap seçerken, annesinin söylediği cümle aynen şu "  oğlum,  biraz daha kalın  kitaplar okusana, artık  büyüdün " Beni bi gülme tutacaktı ki, gülme tutmadan ben kendimi tuttum. 
İnsanların samimiyetlerini az çok  sezebiliyorum. Bana şu mesajı  vermeye çalıştığının farkındayım ,   "bak benim oğlum kitap okumayı çok seviyor , hatta  artık  yarım santim daha  kalın kitaplara geçebilecek seviyeye  geldi yaaaa "  Bir zamanlar, insanların cildine bakarak ,   odasıyla / kitaplığıyla renk uyumu sağlayacak kitaplar seçtiklerini alay  konusu  eden karikatürlere  benzettim durumu. Neredeyse "Çocuğum, boş ver sen anneni,klasikleri okumaya başla "  diyecektim ki, hadi dedim, kadıncağızı bozmayayım.. 
Öyle çok yazasım var ki... Ama vaktim yok,  hemen dışarı  çıkmalıyım,..
Yağmurlu bir İzmir'den  sevgiler...

28.01.2016

HASTA KADIN KADAR ÇEKİLMEZ Bİ'ŞEY YOK ŞU DÜNYADA.....

İzmir İzmir olalı böyle soğuk görmedi   ....
Bugün fena değil gerçi,en azından güneş var. Ama   geçen 2-3 gün dondum resmen.   Allahın işine bak ki, onca soğukta sabahtan akşama dışarıda ol, grip ol, hava normalleşmeye başladığında eve kapan..Yapacak bi'şey yok..Feriştah değilim ki ben, narin, çıtkırıldım olunca   böyle oluyor işte ...
Ah be Feriştah, sendeki  hayal gücü bende olsun isterdim.Tam tersi, hayatımızda  Numanlardan bol bi'şey yok.
**
İzmir'in eski  fotoğraflarına  baktım az önce... O halini  hiç görmedim. Bir  " zamanlar buralar hep dutluktu " diyecek kadar bilgi sahibi değilim . Sevimliymiş , sakinmiş,  sıcakmış.... Başka bir güzelmiş.  O da  bizim gibi değişmiş. İyi mi olmuş kötü mü,tartışılır elbet. Her şey değişiyor..Nasıl görmek istediğine bağlı. Bak yeminle lafı sana  getirmek gibi bi' niyetim yok, ama   kafamı kaldırdığımda, gideceği yeri kestirebiliyorum :))
**
Ben yokken  artan takipçi sayısı, geri döndüğümde azalmaya başladı. 5 kişi tarafından terkedildim !! Bakmadım bile kim gitmiş, kim kalmış. Zaten anlayamam ki,  sevdiklerim  gitmesin yeter.  Zaten  3-5 kişi arasında  dönüyor , malum blog dünyası..
**
Kişisel iç dökmeye döndü  burası. Okumasını istediklerimin buradan haberi olmadığından mütevellit, kendi çapımda eğleniyor gibiyim. Okusunlar ister miydim ....sanmam... rahatları, huzurları bozulmasın, canları sıkılmasın yeter.   Tehlikeli oluyorlar sonra. Suçluluk psikolojisi daha saldırgan yapıyor o  kişiliktekileri...Ve ne söylersen söyle,asıl söylenmesi gerekenler  unutulmuş gibi hissediyorsun. Rahatlayamıyorsun.. İyisi mi sus , gerçekten  bak.
Biraz iyileşeyim,  en iyisi başka bir blog açmak. Olmuyor böyle, mesela " haspam" diye başlayan bir cümle yazacaktım, tuttum kendimi, yazmadım :))) şimdi bu kelime yanlış anlaşılır mı, ayıp olur mu   diye sorgulayacaksam, ne anlamı kaldı ki  yazmanın.
Oysa gayet rahat savurmalıyım ortaya, aklıma gelenleri... Sen şimdi, beni kendinden uzaklaştırdın da  rahatladın mı diyebilmeliyim mesela ... Karanlıkta kurt adama  dönüşüp, yeni avlar peşinde  koşarken ........işte  bu cümleyi tamamlayabilmeliyim....
**
Film izlemek en güzeli..hem belki izlerken uyur kalırım.  Grip dinlenerek geçiyordu değil mi ?
Ölmez sağ  kalırsam, görüşürüz :))

26.01.2016

BAŞLIK FALAN YOK !!!!

"Anne, ben büyüğünce  babamı öldürcem  !!!!"

Vefasızlık, sorumsuzluk, patavatsızlık, uyuşukluk vs.  bunları anlarım. Bu kişilikteki insanlarla yaşamak zordur belki, uzun soluklu düşünüldüğünde. Ama  şiddeti  anlayamıyorum.  Fiziksel, psikolojik,   ekonomik ve  diğer türevlerini aklım almıyor.
Bir insan hangi sebeple diğerinin  bile isteye canını yakabilir ?
Nasıl olur da aşağılayabilir ?
Kendisi mükemmel midir ki; başkasının   zaafiyeti, noksanlığı, geç anlaması ya da  algılaması  bahanesiyle saldırıda bulunabilir ? Ve bunu tekrar tekrar,vicdanı sızlamadan nasıl yapabilir ?
Bu kadar basit olmamalı ! Şiddete maruz kalan nasıl atlatamıyorsa bu travmayı,izlerini taşıyorsa ömür boyu, şiddet gösteren de   kolayca sıyrılmamalı bu işten. Ben  iyiliği için yapıyorum,  adam olsun diye yapıyorum  safsatalarına  da  sığınmasın boş yere...
Daha ilkokul  1. sınıfın yarısındaki  oğlu  okumayı sökemedi diye  şiddet uygulayan, gözünden sakınması gereken  evladını döven  adamdır, çocuğuna bu afları söyleten.
Annelik şefkatiyle , yavrularına kıyamadığı için ayrılmak istediğinde , "seni öldürürüm" diye, eşini tehdit eden....
"Adamım"  diye  ortalıkta dolaşan....


25.01.2016

ADRESSİZ MEKTUP...

Sevgili Mi... Son zamanlar aklıma çok gelir oldun. Sanırım   kendi kendime düşünmekten,   içten içe konuşmaktan  yoruldum. İnsan geri bildirim almak istiyor bazen. Konuştukları, düşündükleri acımasızca eleştirilsin istiyor.Adil olmak o kadar kolay değil, özellikle  kendine karşı. Olamadığım zamanlar vardır . Ama sen de bilirsin ki bilinçli olarak kayırmam kendimi. Mutlaka  göremediğim, atladığım, ihmal ettiğim bir nokta vardır.
Görüşmeyeli kaç ay oldu , saymıyorum artık.Çünkü zaman kavramı anlamını yitirdi bir bakıma. Eskisi gibi acele etmiyorum. Daha bir yavaştan almaya başladım her şeyi. Ama hala takıntılarım var elbette törpülemek istediğim.  Mesela,  sorularıma   cevap verirken   kısa ve net olmayanlar karşısında  gerilme yaşıyorum . O kadar kusur kadı kızında da olur elbet .
Kendime kızgınım sanırım Mi...Yani üzerinde çok fazla  düşünmedim. Çok karışık bir durum bu. Olsa olsa izin verdiğim için kızmışımdır kendime. Hoşgörünün, anlayışın, empatinin fazlası  hem gösterene, hem gösterilene haksızlık biliyor musun? Biliyorsundur tabi. Şimdi "kendine değer vermek" kavramı daha netleşiyor zihnimde. Daha geniş kapsamlı   ele alıp,  karşındakine değer vermenin de ölçüsü bu  diyorum.  Önemsemediğimiz insanların ne yaptığını da önemsemeyiz. Hem susmak, göz  yummak,görmezden gelmek  değer vermekle  çelişiyor değil mi ? Bak yine kendimi aklamaya doğru gidiyor bu yol.
Me...ile  buluştun mu, ( kavuştun mu )  bilemiyorum. Yürekten  istiyorum  mutlu olmanı. Bunun için  kavuşmak  şart mıdır? sorusu  takıldı aklıma. Niye her şeyi sorguluyorum !!!! Can çıkmayınca  huy çıkmıyor . Düz mantıkla yaşamayı öğrenmek  gerek demek ki.    Bazen kendimi her şeye muhalefet ederken yakalıyorum. Aslında amacım  karşı çıkmak değil.   Hep   esnek olma  ihtiyacı belki. Başka  açıdan  baksak, farklı düşünebilir miyiz  diye  sorguluyorum. Ama herkes  hoşlanmıyor işte,  ya da kaldıramıyor diyelim.
Mi..gidişin çok  zamansızdı...
Daha paylaşılacak çok şey vardı....
......

22.01.2016

DENEME .. BİR - Kİİİ..

Kaç gündür gelip yazmak istiyor  ama nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Hala da bilmediğim için,  saçmalarsam  yapacak bi'şey yok. Zaten  uzak kaldığım bu zaman zarfında, kimlerle muhatap oldum, nasıl konuştum, neler konuştum bir bilseniz.!
Geçen hafta taziyeye gittiğimde,  " bir birimizi hiç kırmadık,  hiç  kötü laf etmedik "  dedi, 55 yıllık hayat arkadaşını  ebediyete uğurlayan kadın.. Vay be dedim,  bunu hayatımda ikinci kez duyuyorum, ilkinde nezaket icabı,  naiflikten kaynaklanan   bir söz demiştim ama, aslı var galiba..İmrendim mi? hayır. Sadece şaşırdım. Tartışma yoksa ilişki de yok bana  göre. Ya da ben kendimi öyle avutuyor(d)um. İnsan  eşiyle, hayat arkadaşıyla, sevdiğiyle.. tartışmadan nasıl  bir ömür geçirir ki ? Neyse, anlatmak istediğim bu değildi zaten. Ama   son dönem aynen böyleyim. konudan konuya atlıyor, başlangıç noktasını  zor buluyorum .  Geçen arkadaşım " sende dikkat dağınıklığı mı var" dedi. Var var, hem de nasıl...
Annemi hatırladım işte o gün.  Sanki daha  3-4  ay olmuş gibi geliyordu ama meğer tam 9  ay olmuş. Zaman  çok hızlı ilerliyor. Şu yokluk / boşluk meselesi işte...
Finaller bitti ve ben yine bütünlemeye  kal(a)madım. Cidden  üzülüyorum. Kalsam daha berbat üzüleceğimi biliyorum ama en azından  enikonu  öğrenirdim.  Bu bitsin, söz  üçüncü üniversitemi   daha ciddiye alacağım :))  Ama bu okul sayesinde  çok güzel insanlarla tanıştım.Tıpkı blog sayesinde tanıdığım güzel insanlar gibi.
Bu gecelik bu kadar...
Zaten deneme  yazısıydı..
Muhtemelen  silinir  sabaha ...

28.11.2015

....

Çok uzun zaman olmuş yazmayalı. Sanırım bir süre  daha devam edecek bu suskunluk. En azından sizleri okumaya çalışacağım elimden geldiğince. Kendi kendime konuşmaktan,  kağıda/ klavyeye dökecek bi'şeyim kalmıyor ne yazık ki. Gidişat hiç iç açıcı değil, gelecek endişe  verici. Umutlu olmak çok zor.

5.11.2015

HADDİMİ BİLEMEDİM

Sabahın köründe radyo dinliyorum..
Bir kanala denk geldim, ismi lazım değil.  Hoş lazım olsa da  bilmiyorum, rast geldi işte. Bir muhterem zat konuşuyor. Diyor ki " kadının eşine ismiyle hitap etmesi mekruhtur".  Sebeplerini sıralıyor bir bir.  Eh   kabul edilebilir az biraz zorlasan.
İçimi garip bir sevinç kaplıyor. Hatta huzur sayılabilir az biraz zorlasan.
Çok şükür diyorum. Çok şükür. Bizi yaradana hamd olsun. Kurdu kuşu yaradana, her gün güneşi doğurana...
Kabusta mıydım da uyandım,  uyudum da  rüyamı görüyorum. Hangi ara  bu hale geldik de kaçırdım.  Demek tüm dertler bitti,  yurdum insanı mutlu mesut. Ne çalan var ne çırpan.Ne haksızlık ne de zulüm. Analar ağlamıyor, her gün insanlarımız ölmüyor,şehit haberleri mazi olmuş,  gençlerin umudu tükenmemiş. Her doğan gün  içimizi aydınlatıyor. Kravat taktı diye, 14 yaşındaki kızı hamile bırakan  .... işte burada kelimeyi size bırakıyorum. İşte o  hayvan desem hayvanlara hakaret olacak mahluk iyi halden indirim falan almamış. Kimse kimseyi kırmıyor,  düşene el uzatılıyor. Hani cennetteyiz sayılabilir biraz zorlasan.
Tek kusurumuz  ismen hitap kalmış. Onu da halletsek her yer gülistan...
Bitlenmiş saça  gül konduruyoruz.
Oysa dinin toplum hayatında düzenleyici, teskin edici, doğru yere sevk edici, insanı eğitici, hayatı yaşanabilir kılıcı, güzelleştirici  etkisi olması gerekirken, hele hele  bırakın dini, İnsanlıktan uzaklaştığımız bu günlerde  fonksiyonu  ayrıntılarla uğraşmak olmamalı. Boşanmaların  hızla arttığı, devam eden evliliklerde huzurun, sevginin, saygının kalmadığı,  ite kaka gittiği  bu dönemde   Ahmet yerine   bey desen ne olur, ağam desen ne fark eder ?
Önce sevmeyi anlat bana. Saygının çerçevesini çiz. Yüzüme vur  eksikliklerimi, hatalarımı anlat. Ne zaman bu hale geldik, neden  insanlıktan uzaklaştık,  nedir bu  içimizdeki öfke, kin,nefret, hırs.  Yok mudur bunları içimizden, beynimizden, ruhumuzdan atmanın yolları.  Öyle şeyler söyle ki evime koşarak geleyim, geleni kucaklayarak karşılayayım.  Her gün yanımdakine  şükredeyim, yanımdaki  dünyamı aydınlatsın. Huzurla koyayım başımı yastığa,  gülerek uyanayım, hayata daha bir sıkı sarılayım.
Derdimiz ölüm olsun, o da  ihtiyarlıktan olsun.


16.10.2015

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU

Uzun süredir arayıp bulamadığım kitaplar için son çare olarak netten sipariş vermek isterken, bir kitap çıktı karşıma.Meçhul Bir Kadın'ın Mektubu..Bu kitabı bir arkadaşımın paylaşımlarında görmüştüm ve dikkatimi çekmişti. Kitabı  bir solukta okudum..
Sanırım 2 sene önce idi. Kürk Mantolu Madonna  çok hoşuma gidince, kendimce üçlü bir seri oluşturup, 2 farklı milletten, 2 farklı yazarın kaleminden , aşkı anlatan kitapları da okumuştum ardı sıra.. Kör Baykuş ve Kırık Kanatlar. Her 3 kitabın kendine has anlatımı var elbette. Ama son okuduğum Meçhul Bir Kadın'ın  Mektubu adeta beni büyüledi.
Aslında kitaptan ziyade uzun bir öykü kıvamında. 1-2 saatte bitecek türden. Başlar başlamaz beni içine çekip alan, bittiğinde  farklı bir boyuttan hayata bakıyormuş hissi yaşatan  bir öykü.
Bitirince netten yorumlara baktım. Tabi ki yine " hıh  ne anlarsınız siz aşktan " dedim .
Neymiş saplantıymış, birine böyle bağlanmak  normal değilmiş, obsesif  bir kişilikmiş.Kesinlikle katılmıyorum. Bu hastalık değil, saf aşk. İşte artık türüne pek rastlanmadığından günümüzde,  böyle yaftalamak işine geliyor insanların...
Daha önce okuduğum bir kitapta mealen " Aşk insanı mutlu eder, çoğaltır, besler. Hayat enerjisi verir. İnsanı üzen bir duygu aşk olamaz" diyordu. O zamanlar anlam verememiştim. Nasıl olur da aşk insanın içini acıtmazdı ki. Aşık olan, maşukunu  hep yanında isterdi. Özlem çekerdi, paylaşmak istemez, kıskanırdı. Hep kendisiyle ilgilensin, hep değer versin, öncelik hep onda olsun isterdi.
Bu hikayeyi okuyunca anladım ki, aşk emekle iktifa etmiyor . Emeğin yanında  sabır istiyor, beklemeyi , paylaşmayı, O'nun mutluluğuyla mutlu olmayı öğretiyor. Asıl sorun sahiplenmeye, hayatına karışmaya başladığında ortaya çıkıyor. Ve aşk boğuyor böyle durumlarda. Nefes almak, kaçmak kurtulmak istiyor insan..
Aşık , maşukuna  liman  olmayı bilendir.
Aşık, maşukuna   şahsi bir yaşam alanı bırakandır.
Aşık, sahip olmadan  ait olandır.
Aşık, sorun çıkaran değil, huzur verendir.
Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur sözüne inat, aşık görmese de , dokunmasa da, konuşmasa da sevmeye devam edendir. Çünkü aşk, zaman ve mekanı aştığınızda ortaya çıkan güçlü bir duygudur. Tenin,  tensel hazzın ötesinde ruhların yakınlaşması, birlikteliği, uyumu, çekimidir.
Aşk,  ömrü biçilemeyendir.
Aşk dünyalık değil,  sonsuzluğa uzanan duygu yoğunluğudur.
Aşk, yük olan değil, yükü hafifletendir.
Aşk,  tüm sorunların, sıkıntıların, dertlerin arasında  durup dinlendiğimiz, kendimize geldiğimiz sığınaktır.
Gerisi  basit bir etkileşim, hoşlanma, heyecandır..

8.10.2015

AVUÇLARINA YAĞSAM DAMLA DAMLA...



Yalanlarından değil, o yalanların doğru olma ihtimaline muhtaçlığımdan nefret ettim ben,
Gidişlerine değil, sensiz kalışlarımaydı öfkem..
Canımı yakan sözlerin değildi,
Onca kırgınlığıma rağmen , senden vazgeçemeyişlerimeydi isyanım...
Düşer miydim bilmiyorum avuçlarına,
Ama ben, yağmur olup yağmak istedim  damla damla..
Kalabalıklar içinde kaybolmaktan  endişelenmedim hiç..
Tek korkum, beni bulamaman,
Bulduğunda tanımaman,
Tanıdığında umursamamandı..
Kelimesiz kalmadım hiçbir zaman, söylenecek çok şeyim vardı..
Sustum...
Beni anlamamandan korktum.....


1.10.2015

.....


Hepsi siyah beyaz..Bazen uzunca bir yol, kenarları ağaçlık..Huzur, bir o kadar da belirsizlik..Merak ve heyecan celbeden..
Bazen dalgalı bir deniz.Korkunç ve insanın içini ürperten..
Kuzum nedir bu  her şeyi arkanda bırakıp gitme isteği ? 
Nereye ve neye gittiğini bilmeden ?
Kime sığınabilir , ne kadar uzaklaşabilirsin ?
Her hatırayı yanında taşırken ....
Yüreğin hala O'nun sıcacık sevgisiyle doluyken ....
......

YANILSAMA...




Bazen kenara çekilip izlemek lazım.. Uzaktan ve duyguları karıştırmadan. Bir insanı tanımanın en iyi yolu. Taşların yerinden nasıl oynadığını  görecek ve çok şaşıracakın. Tanıdığını zannettiğin insan, aslında  hayalinde oluşturduğun kalıba sığdırmaya çalıştığın, ama asla o kalıba uymayan, hataları olan, senin gibi ve senin kadar.. Ne eksik ne fazla...


24.09.2015

BAYRAM MI GELMİŞ..

Mümkün mü bilmiyorum, umudumu kaybetmek istemiyorum. Barış, huzur ve istikrar getiren bir bayram  olsun.. İyi bayramlar...

22.09.2015

YANİ....

Bir gün demiştin ki " Bir insanı çok ama çok seversin. Ama bir sözü, bir mimiği, bir tavrı  seni ondan soğutur. Bir anda her şeyin bittiğini anlarsın.."
Haklıymışsın.... Basitlik..
İnsanın değer verdikleri, anlam yükledikleri, çevresi, zevkleri, yaşam biçimi , hayata bakış açısı kalitesini de belirliyor. Bunun lüksle alakası yok. İnsanı kaliteli kılan  gittiği ya da yaşadığı yer, kılık kıyafeti değildir. Nerede olursa olsun vakur duruşu, kendine has onuru, yaşama gayesi, hedefidir. Bu nedenle eğitimi, mevkisi ne olursa olsun "öz"ündeki sefih duygulardan / arzulardan  kurtulamayan, pençesinde yok olmaya mahkumdur.
Bu demek değildir ki, insan  her anını dolu dolu yaşasın, hep ulaşmak istediği bir hedefi olsun. Elbette ki hayır. Hiç birimiz evliya değiliz, peygamber de..
Hatta hepimizin kendimize göstermekten bile çekindiğimiz zaaflarımız, yanlışlarımız, hatalarımız olabilir. Olacaktır da.. Ama kaliteli dediğim insan bu zaafıyla mücadele eder, hatalarıyla yüzleşir ve onlara savaş açar..
Ama zaafını alıp  önüne kılavuz  yaparsan.... Biter...

20.09.2015

SENİ SEVİYORUM ADAMIM...


Yok yok film tanıtımı değil  yazının konusu. Bu filmin sadece  5 dakikalık bir bölümünü izledim. Kız etrafındaki sesleri dinliyordu "Şehrin müziği var duymuyor musun ? Martıların çığlığını, otobüsün kornasını, ezan seslerini, rüzgarın hışırtısını duymuyor musun?"diyerek.
Ben de gözlerim kapatıp  etrafımdaki sesleri tek tek algılamaya çalıştım  dün. Gittiğimiz yer,  uzun ağaçlarla kaplı yüksek dağların ortasında bir vadiydi.  Derenin kenarına oturup, akan suyun şırıltısını dinlemek, sonra kuş cıvıltılarını..,  meleyen kuzuları... Sadece  sesleri dinlemek değil, kendini, ruhunu, duygularını, algını ve bedenini o an'a hapsetmek... Zamandan mekandan soyutlanıp, tek bir noktaya odaklanmak..İşte yapmak istediğim, yapmaya çalıştığım buydu. Hissetmek, kendi dışımda olanın, içime yaydığı etkiyi hissetmek.
Bir arkadaşım "  bak yazıyorum,.. şu anda.. Ben yazarken  izle ve bu ana yoğunlaş" demişti  bir konuyu anlatırken.. Her şeyi bir kenara bırakıp,  olumsuz duygulardan sıyrılıp, o an'ı tüm yalınlığı ile yaşamaya çalışmak ve unutulmaz kılmak... Keyif almak... Sadece doğanın sesiyle huzur bulmak. Evet huzur...
Mutluluk nasıl insanı coşturur ve adrenalinle  kalp atışlarını hızlandırırsa, dikey bir yoğunluk yaşatırsa, huzur da tam tersi. Suya atılan taşın yaydığı dalgalar gibi, halka halka, gittikçe büyüyen, çoğalan bir dinginlik verir insanın içine.. Huzur sükunettir.. Huzurla mutluluk  beraber olmak zorunda değildir elbette. Ama huzur mu mutluluk mu deseler, tereddütsüz huzur derim..


18.09.2015

BİR KİTAP / BİR FİLM

Saat 19.00 da buluşmak için sözleştiğim arkadaşım geç kalacağını söyleyince, bari yan taraftaki kitapçıdan  kitap alayım da boş durmayayım dedim.Gerçi yarım saat gecikecekti ama huyum kurusun ben her zaman  erken gittiğim için, en az 45 dakika bekleyecektim.
Aslında aklımda olan bir iki kitabı alma niyetiyle içeri girmiştim.  Fakat  ilk anda gözüme çarpan " Erken Kaybedenler"  ismi ile dikkatimi  çekti. Her ne kadar Emrah Serbes'in hiç bir kitabını okumamış olsam da, nette dolaşan birçok sözüne aşina idim. Kitabın arkasını okuduğumda, polisiyeden farklı olduğu yazıyordu, tereddütsüz aldım.
İlk hikayeyi bir solukta okudum. Kitabı kapadım. Yüzümde  gülümseme ,  sanki  farklı bir boyuta geçmiştim. Her hikaye  öyle sıcak, öyle içten ve öyle  samimiydi ki..Sanırım uzun zamandan beri ilk kez bir kitap beni bu kadar etkilemişti..Belki de küçük çocuklara olan sempatimden, bilmiyorum. Her hikaye erkek çocukların  dünyasından farklı bir kesit sunuyor. Galiba "polisiye kitap okumayı sevmiyorum" demekten vazgeçip , Emrah Serbes hayranı olarak diğer kitaplarını da okuyacağım..
Ve "Sefer Tası "
Bendeki Amir Khan 'la başlayan Hint filmleri sempatisi Sefer Tası ile tavan yaptı diyebilirim. İlk kez içinde dans olmayan bir film izledim. İnsanı  çeken, akıcı,  bir o kadar da  garip bir huzur ya da dinginlik veren konusu var.
Film, bazen size çok uzak, hatta hiç görmediğiniz bir insanın , iç dünyanızı , yanıbaşınızdakinden daha iyi anlayabileceğini işliyor. Ruha dokunmayı, ruhsal teması...Yalnızlığın  kimsesizlik olmadığını, bazen bırakın anlaşılmayı, sizi dinleyecek birine duyduğunuz ihtiyacı anlatıyor.
Kısacası okumanız / izlemeniz  şiddetle tavsiye olunur...



5.09.2015

YÜKSEK DOZDA KİŞİSEL BİR YAZI..

Acilde, gözlerim kapalı sedyeye uzanmış vaziyette  beklerken,  doktorun sorusuyla gözlerimi açtım. "Ölmek mi istediniz yoksa yanlışlıkla mı içtiniz ?"  kendi kendime gülümsedim. Tam " ölmek istedim ama yaşamayı beceremediğim gibi , onu da beceremedim " diyecektim ki, aman kızım soğuk esprilerin sırası değil, ciddiye alırlar bir de dedim. Ölmeyi istediğim doğru. Hatta buna teşebbüs ettiğimde. Tabi o zamanlar 11 yaşlarında falandım. Artık o yaştaki bir çocuğun ne sorunu olursa :)) Hani çocukluk aşkım yüz mü vermedi desem, ben tek bir kişiye   aşık oldum. Quasimodo 'ya ..O da platonikti zaten. Ben O'nu , O Esmeralda'yı sevdi...Bu arada,  hala "önemli olan ruh güzelliği" felsefesinin tek savunucusu  benim sanırım.
Aslında ölsem doktora gitmezdim, zira hiç sevmiyorum.... Ama eczacı olan teyze kızımın  "inşallah mide kanaması geçirmezsin, hemen acile koş " demesi üzerine eşyalar indirilirken, nakliyecinin parasını verip, işiniz bitince bi zahmet kapıyı çekiverin deyip   acile koştum. Meğer aç karnına  arka arkaya içtiğim ağrı kesiciler ağır gelmiş. Kolay değil 3 günde ev taşımaya kalktım. Boyacı bul, fazla gelen eşyaları sat, evi temizlet, nakliyeci ayarla...
Evi yerleştirmek de, düzeni benden iyi bilen Gülay'a kaldı tabi ki. "Telve hanım, kirli sepetimiz yok"  deyince  " kız Gülay, kirli çamaşırlardan kurtulduğumuz için sevinmeli miyim, yoksa acaba ne zaman karşıma çıkacaklar diye diken üstünde mi olmalıyım" dedim.  "Merak etmeyin, içinde özel bi'şey yoktu, banyo paspaslarını koymuştum" diyerek konuyu kapadı.
Ama iş bu kadarla da bitmedi tabi ki. Arkasından bir kaç sıkıntılı durumla karşılaşınca  olayı hafife almamam gerektiğini anladım . Nörolojiye gittim. EEG, MR.... neyse ki ciddi  bir sorun yokmuş. Yaşadıklarım  tamamen yorgunluk, stres ve ağır baskı kaynaklıymış.
Böyle olacağı belliydi. Bir iki kitap, üç dört filmle geçen bir yaz. Kendime zaman ayırmamışım hiç. Nefes almamışım. Ara sıra  kabuğuma çekilmeliyim ben. Kafamı dinlemeliyim.
Kısacası   ben ihmale gelmiyorum işte.  Yarın sabah kendimi öperek uyandırayım diyorum. Şımarayım birazcık...


1.09.2015

HAYAL DÜNYAMDAN...MİM...

Bu metruk eve sığınalı neredeyse 6 yıl olmuş. Sabah erkenden   bahçedeki tulumbadan su taşıyıp, sabah temizliğimi bitirdiğime göre, özel günler için sakladığım  elbiselerimi giyebilirim. Dün kazandığım parayı çok iyi kullanmalıyım. Deniz kenarında bir gevrek ve  çaydan   ibaret kahvaltımı yaptıktan sonra, kitapçıya gidip  20 sayfa daha okumalıyım. Eğer biraz daha  uzun kalırsam bedava okumaktan mahrum kalırım diye korkuyorum.  Dikkat çekmemeliyim.  Sanırım, yevmiyenin yanında aldığım bahşişle kendime bir kahve ısmarlayabilirim.
Bugün  epeydir heyecanla beklediğim  konferansa katılacağım.   Konu ne, konuşmacı kim   sormayın, şu an hayal edemedim :))
Elektrik de olmadığı için  hiç bir masrafım yok. Günlük işler yapıp, kazandığım parayla yine günlük yaşıyorum. Bazen yalnızlık içime koyuyor ama  sadece kendimden sorumlu ve özgür olmanın verdiği keyfi hiçbir şeyle  değişmem. Ara sıra yaşlanınca  ne yaparım diye düşünsem de , şimdiden bunların derdine düşmek  saçma geliyor ve hemen uzaklaştırıyorum kafamdan.
Dün parkta tanıştığım bayan, saati 50 liradan  ders verebileceğim bir öğrenci bulmuş. Çok sevindim. Eğer gereksiz harcamalardan kaçınırsam,  hep hayal ettiğim o tura katılabilirim.
.....
 Sessiz Prenses mim için teşekkür ederim. Sanırım aşırı yorgunluk ve yoğunluk beni böyle bir hayale itti ...