6.05.2014

RUH VE BEDENİN SENKRONU....

Disiplin-Hüzün Keder Ve

Hiç ummadığı bir anda karşına çıkmış, ışık hüzmesi gibi hayatına dalıvermişti genç adam.. Kelimeleri ustalıkla kullanırken, sanki yer çekiminden kurtulmuş gibi  ruhunun hafiflediğini hissetmişti. Anlattığı hikayelerle bambaşka bir aleme dalmıştı. Bazen, odanın bir köşesine sinip, boy boy yer yatağında sıralanmış 5 kardeşe masal anlatan anacığını dinlemiş, bazen de sofralarına konuk olup, kendisine ikram edilen, yemeğin en güzel yeriyle hem karnını hem ruhunu doyurmuştu...
Başka bir havası vardı, şimdiye kadar hiç kimsede hissetmediği..Çok iyi gözlemciydi genç adam. Anlattığı her sahne,   filmden bir kare gibi canlanıyordu zihninde. Hiç bir ayrıntıyı unutmuyor, yaşadığı her anın hakkını verdiği kolayca anlaşılıyordu..
Ayakları yerden kesilirken, beyninde  şimşek etkisi yaratan soruyla kendine geldi.. Onun neden böyle güzel anıları yoktu? Bir insanın hayatı   alaca karanlık kuşağı gibi geçmiş olamazdı.
Evet eksik olan bir şeyler vardı, zaten her zaman hissettiği, ama bir türlü adını koyamadığı...
Her şeyi  ve herkesi  arkada bırakıp, kendi kabuğuna çekildi..
Sabaha karşı  dünyayla birlikte onun da ruhu aydınlanmaya başlamıştı...
Sorununun ne olduğunu anladı...
Şimdiye kadar defalarca sarfettiği " kendi hayatıma seyirci gibiyim, olaylara müdahale edemiyorum" ya da " kendi hayatıma kirli bir pencerenin ardından bakar gibiyim"  cümlelerinin sebebini de çözdü...
Bedeni ile ruhunun senkronu yoktu !!!
Beden  olayların içinde ve hep ileri giderken, ruhu arkadan, çok arkadan geliyordu.. Çünkü geçmişi kapanmamış hesaplarla doluydu.. Biriyle baş edemeden  bir diğeri  çıkıyordu ortaya.. Artık yetişemiyordu.. Ne geçmişini kapatabiliyor, ne de bu anı yaşayabiliyordu..
Oysa insan " anı" yaşamalıydı. Gününü gün etmek gibi değil !!! O an nerede ve kiminleyse   bedeniyle, beyniyle, ruhuyla ve tüm duygularıyla orada olmalıydı. Birine bir şey anlatırken, ya da birinden bir şeyler dinlerken, o an  hayattaki en önemli konu konuşuluyormuşçasına...... Bir iş yaparken   en büyük hazzı alıyor ya da  dünyayı kurtarıyormuşçasına kendini vermeliydi.  Seyrettiği manzara, sanki bu dünyada göreceği en son güzellikmişçesine bakmalıydı..
Ama bunu asla başaramamıştı  O..... Ruhu ve bedeni iki düşman gibi ayrı ayrıydı.. El ele kol kola olmamışlardı hiç..


4.05.2014

......

Bana kalbinde yer aç demiyorum ...
Gel , kalbimde sana açtığım yere sahip çık diyorum ...


2.05.2014

SEV ÇOK SEV....

Sen ne kadar çok seversen sev, yetmeyecek ..
Ama yine de sev,
Çok sev  ....



29.04.2014

.......

Bana göre,
Gözünü kırpmadan adam öldürenle,
Vicdanı sızlamadan kalp kıranın halet-i ruhiyesi arasında,
Nicelik olarak değil belki,
Ama nitelik olarak hiç bir fark yoktur.


.........



.........Yok yok hayır.Hiç bir zaman suçlamadım ben seni. Hiç bir şey de istemedim senden. Bunu  biliyorsun.
Söylersen dinledim,sustuysan bekledim,  gittiysen  özledim, geldiysen sevindim.. ..
Ama senden hiç bir şey istemedim...
Verdiklerinle yetindim..
Vermeyi esirgediğin zamanlarda da sabrettim...
Ama hiç isyan etmedim...
Hatta istedim ki,  huzur bul yanımda..
Hiç kimselerde  bulamadığın ne varsa,
Ben vereyim sana...
İşte bunu anlatmak çok zor...
Hani, sabah, daha güneş doğmadan, ama ortalık ışımışken, dingin bir uykudan  uyanıp, açık pencerenin önünde   o tertemiz havayı içine çekerken,
Islak toprağın  ya da üzerine çiy düşmüş çiçeklerin kokusuyla başı dönen,
Gözlerini kapatıp, şakıyan kuşların cıvıltılarını  dinleyen  o insanın  ruhunda hissettiği huzur var ya...
İşte o huzuru vermek istedim ben sana....
Yapamadım belki,  ama istedim....
Elimden gelen tek şey, seni sevmekti...
Ve  hakettiğin gibi  seni sevdim....

28.04.2014

Sen daha çok beklersin  " özledim " deyip  kapına dayanmamı ....
Her an kalbimde, beynimde, aklımda , ruhumda seninle dopdoluyken, ben seni nasıl özleyeyim ?
Senden ayrı kalmıyorum ki, kavuşacağımız anı düşleyeyim  ?


25.04.2014

..........
Sonra işte, her şey anlamını yitiriyor  birden. Ya da sıradanlaşıyor.  Ne kadar safmışım diyorsun,  pembe gözlük takmışım hep, inanmışım,  güvenmişim.... Tutup kendini dibe batırıyorsun kısacası.  Ohoo, senin bana yaptığın ne ki diyorsun kendi kendine. Bak sen şimdi gör, bir insan dibe nasıl batırılırmış deyip,  yükleniyorsun acımasızca.. En ağır lafları söylüyorsun kendi kendine. Aynanın önüne falan da geçmen gerekmiyor. Yolda yürürken, işini yaparken, otobüs beklerken, hatta bir film izlerken..... Hangi taraftan saldırsan yetmiyor, tatmin olamıyorsun.  Darağacında sallandırsan ruhunu, hani belki bir nebze rahatlayacaksın...Öyle demeseydim, şöyle yapmasaydım...lar havada uçuşuyor. Hiç doğru bir hamle bulamıyorsun, tüm iyiniyetine rağmen üstelik.
Oysa moda çok farklı bugünlerde. Müthiş bir "self servis"  furyası var. Kendini seviyor insanoğlu.  Bu sevginin gölgesinde her daim aklıyor kendini. İşin içinden çıkamamak gibi bir durumu yok üstelik. Her durum ve şartta haklı çıkmayı beceriyor. Zaten kural belli, haklı çıkamadığı durumlarda , " mutlaka O bi'şey söylemiştir de ben ondan böyle davranmışımdır"  kuralı  geçerli. Neticede ağır tahrik varsa, beraat kaçınılmaz yani. Hatta tutup kendini,   alnından öpüveriyor malum, insanoğlu....
Kendine gösterdiği müsamahanın zerresini başkaları için  kullanmıyor. Hep kendine cömert.  Ama başkasının  tek bir  hatasına tahammülü yok. Hele bir açığını bulmasın, yerden yere vurmakta hiç çekinmiyor. Kusursuz ya kendisi ne de olsa. Hiç  hatası yok ya, hatta küçük dağları yaratmışlığı bile vaki ya..
Yalnız kaldıkça daha çok seviyor kendini insanoğlu. Elinde kalan son kaleyi de teslim etmemek için canını dişine takıyor.
Ve kendine sarıldıkça, daha çok yalnızlaşıyor, çünkü başkasına yer kalmıyor....
Yalnızlaştıkça daha saldırgan oluyor...
Daha acımasız...
Daha kırıcı....