Demirkadın demir öyle güzel anlatmış ki Tolga'nın kitabını, yorumda da yazmışım, "yazarı atlayıp seni kutluyorum" diye. Kitap hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler hemen okusunlar diyorum. Ve böyle bir tanıtım yazısından sonra ben ne yazsam sığ kalacak deyip, hiç yeltenmiyorum. Ancak elbette kitaptan bahsetmeden olmaz.
Tolga'yı okumaktan hep keyif almışımdır. Gerçi başta birazcık restleşmemiz olmuştu :) Yaptığı yorumda kullandığı bir kelime yüzünden yayınlamamış, kendisine de ifade etmiştim durumu. Halbuki altı üstü "g.t " gibi bi' kelimeydi. Zamanla diline mi alıştım, ruhumu mu özgürleştirdim, yoksa hayatın böylesine çirkin yüzünü gördükten sonra, ne kadar masum ve olağan kelimeler mi dedim bilemiyorum ama aramızda sulh imzalandı. Özel bir bağ oluştu kanımca.( Varsın ben öyle düşüneyim. ) Biliyorum ki , yazılarını okuyan her insanla arasında o bağ zaten var. Çünkü Tolga özel. Kendi dünyasına dalıp da başkalarını umursamayacak egosu yok. Yetenekli..Yazmakta olduğu kadar arkadaşlıkta da yetenekli. Umarım çevresindekiler, arkadaşları, dostu ya da dostları şanslı olduklarının farkındadır diyorum. (Egosu yok derken, ego yüklemesi yapmaya gerek yok di mi ama...)
Blog adından da anlaşılacağı üzere, kahveciyim ben. Kahvenin farklı bir anlamı ve yeri var bende. Hatırı boş ver, genelde yalnız içerim zaten. Ama sanki beni dış dünyadan koparıyor ve kendi sesime kulak vermeyi sağlıyor diyeyim. Zamandan mekandan koparıp, her ne ile meşgulsem ona odaklanıyorum . Tolga öyle güzel anlatmış ki çayı, çayla paylaşınlanları.. Hatta " bazen seni seviyorum diyemezsin, çay içelim mi dersin " gibi bir cümlesi vardı. "Dünyada paylaşılacak en güzel şey çay ve sıcak sohbettir." Çaya bakışım değişti. Çay koyup içmek istedim. " Bizler çay bardağıydık ve dudak payı bile bırakmayacak kadar acıyla dolmuştuk. O yüzden bizi ellerinde tutmak isteyenler ya bir süre sonra geriye bırakırdı ya da ağızları öyle bir yanardı ki dörtnala kaçıp giderlerdi. Yalnızdık hep biz. Çevremizdeki kalabalığa inat yalnız kalmayı başarabilen tiplerdik " Yalnızlık başka cümlelerle de çok ifade edildi elbette bir çok insan / yazar / şair tarafından... Ama bu anlatım tarzı ne kadar da doğru dedirtti bana...
Saatçi Nejat amcayı sevdim. Selim 'i ve Zeliha'yı sevdim. Zeliha'nın " sever adımlarla " Selim'e doğru yürüyüşünü sevdim...
Metrobüs kalabalığını " kazara birinin telefonundan duygusal bir müzik çalsa amcayla öpüşebilirim..Korkuyorum" şeklinde anlatışına güldüm.
Çağın hastalıkları arasında " sevgi arsızlığı,çağımızın belki de en büyük hastalığıdır ." teşhisiyle , sevmeyi beceremediğini iddia eden bir sevgi adamı oluşunu keşfettim.
"Zaman bedeni çürütür, zaman insanları değil, meyveleri olgunlaştırır.".... Çünkü yazdıkları, yazılanlar , yaşananlar ütopik değil. Kesinlikle değil. Hayatın içinde. Yanıbaşımızda yaşıyor esrar bağımlıları... her sabah aynı durakta otobüs bekliyoruz , sevdiğine asla kavuşamayacağını bilse de sevmekten bir an olsun vazgeçmeyi aklından bile geçirmeyen adamla... Hafif kadın ya da hovarda diyoruz aslında sevgi açlığını gidermeye çalışanlara..
"Umarım karşılaşmayız. Çünkü bir vedalık sitem kalmadı lügatimde..." Benim deeeee diye bağırmak istiyorsunuz bu cümleyi okuduğunuzda.. Egosuna yenik düşen , bu nedenle sadece kendisine değil, ruhuna dokunanlara da, acının bin bir halini yaşatanlar geliyor aklınıza...
"Ruhum tüm delilikleri ve kötülükleri yapacak kadar psikopat, ama bedenim bir o kadar dingin. Ben de bu ikisinin arasına sıkışıp kalmışım." Cümlesinden sonra hemen düşünmeye başlıyorsunuz. Ya ben ? Ben ne haldeyim sorusu karşınıza geçmiş , sizden hesap soruyor.
Gülüşlerin neden parçalandığını, neden bazı insanlarda emanet gibi durduğunu, asıl gülümsemenin gözlerle olabileceğini anlıyorsunuz. Bir insanın gözlerinin içini güldürmek kadar güzel başka bir şey var mıdır acaba şu çivisi çıkmış dünyada ?
Kitabın son kısmı, " valla benim gülüşüm hala sapasağlam" diyenler için hazırlanmış bir sürpriz adeta. Sadece gülüşünüzü değil, her hücrenizi darmadağın ediyor. Hoşuma gitmedi bu son bölümde okuduklarım. Ağır geldi ruhuma.. Peki ya yaşayanlar dedim sonra ... Onlara hafif mi gelmişti Telve ?
Bir konuda zaten yeteri kadar eleştiri almıştır diyerek kısaca değiniyorum. Basımdan önce mutlaka güvendiği bir iki kişiye okutmalıydı, konunun içine girene kadar göze batan imla hatalarını yok etmek için...
Tolga , seni yürekten tebrik ediyorum. Güzel yüreğin, samimi anlatımın, doğallığın için ....
Yolun açık olsun....