11.09.2013

BÜYÜK BULUŞMA...


       Bloglarla   tanışalı ne kadar oldu bilmiyorum. Ama farklı bir aleme açılan geniş bir pencere burası benim için. Her insan ayrı bir dünya. Yazılarından, yorumlarından  tanıdığım bir çok insan oldu.  Elbette ayrıcalıklı olanlar da  var aralarında.. İşte o arkadaşlarımdan biriyle, yazdığım bir yazının dikkatini çekmesi sonucu, önce mail ile başlayan yakınlaşmamız, telefonla da sürdü. Gerçi müthiş bir trafik değildi ama, sesindeki  pozitif enerjiyi almam ve içimin ısınması için yetti  bir iki konuşma..
       Efendim, şimdi bu zat-ı şahane çok koştu peşimden.. Her yorumunda "kahve içelim", "ne zaman içiyoruz", " hadi daha içmiyor muyuz" türünden serzenişleri artınca, kıyamadım.  Aradım ve çarşamba müsaitsen görüşelim dedim. Uzun zamandır bu anı beklediği için, hayır diyemedi elbette ki :)
       Daha salı akşamından , keyifli bir buluşma olması için kendime telkinlerde bulunmaya başladım. Yok yok, öyle " sakın gazoz  içme, pul koleksiyonu göstermek isterse, evine gitme...." türünden değil elbette.   Malum karşımızda mühendis olacak,   konuşurken lafını sakın bölme, çok suskun durma ki " ohooo bu ölmüş de, cenazesini kaldıran yok" demesin..  Ya da " avukat değil mi, susmak bilmedi "  şeklinde  blogunda  yazı falan yazmasın..
      Neyse, uzatmayayım sakın okuyucu,  bu sabah buluştuk. üstelik beni teeeee Bornova'dan Balçova'ya kadar getirdi.   Hadi dedim,  deniz kıyısında oturalım bari.  Madem o kadar yol geldik :) Yukarıdaki resim, salaş olmasına  rağmen , manzarası nedeniyle çok hoşuma giden   sohbet mekanımızın resmidir. 
     Sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi , çok güzel, sıcak ve keyifli bir konuşmamız oldu. Beraber geçirdiğimiz  saatler su gibi akıp gitti.  Kah edebiyattan, kah bloglardan konuştuk.. Kendi elleriyle yaptığı ,   ebru çalışmasının  güzel bir örneği olan kitap ayracını hediye edince ,  boş gittiğime bir utandım ki sormayın. 
      Seni tanımaktan, yüz yüze görüşmekten  müthiş bir keyif  aldım sevgili N. Narda.  (http://mavikalemdekiler.blogspot.com/)  ..  Umarım  daha sık  oturur, sohbet ederiz... 
Not: Hesabı bana ödetmeyeydin iyiydi..( sana blogda yazarım demiştim :))  Neyse, çok yakın zamanda çıkaracağını ümit ettiğim, hatta emin olduğum hikaye kitaplarından birini imzaladığında ödeşmiş oluruz... Sevgiyle...
     


10.09.2013

SENİ DİNLİYORUM...




Tıkadım kulaklarımı evrenin tüm seslerine...
sadece seni dinliyorum...
saçlarına taktığım yıldızları tek tek göğe fırlatıp,
gözlerindeki alevi külleyip,
seni dinliyorum...
kelimelerimi soyup  tüm duygularından
ve anlamlarından
teslim ettim avuçlarına..
şimdi sen giydir onları,
seni dinliyorum..
artık  ne kokunu teslim ettiğin rüzgar var arkanda
ne yaslanıp huzuruna bandığım gölgen...
ellerin...hala güzel mi?
başına taç yaptığım gök kuşağını siyaha boyadım,
seni dinliyorum...
kapının eşiğini çoktan bıraktım ben,
yönümü kuzeyden esen sert rüzgara çevirdim..
dönüp bakmam , 
şu yüreğimi söker atarım da, geri adım atmam...
seni dinliyorum...
ya bir kelam et, çevir yolumdan,
ya da sus, çık git  aklımdan.....







9.09.2013

..........

Hiç durmadan konuşmak isterken, susmak zorunda kalmak çok kötü...
Ama anlaşılamayacaksa insan, susmayı da bilmeli...
Ya da konuşmak çözmüyorsa problemi...
Sustum...








..........

Bazen çok fazla sorgulamamak lazım galiba olup biteni...
Herkesin kendine göre vardır elbette bir  gerekçesi..
Gidenin ardından üzülmek yerine, ne kazandım, ne kazandırdım demek daha doğru. Kazanç varsa ne ala, yoksa  zaten gidenin yoktur ki bir önemi...
Hayat devam ediyor, her şeye rağmen...
Film şeridi gibi...
Film sahnesi gibi...
Rolü biten elbette çekilecek kendi köşesine..
Ve belki, gidenin hayatında da bizim rolümüz bitmiştir...
Şimdi  kendi sahnemize dönme vakti...








6.09.2013

...........

Ferhat olup dağları delmeni değil, karşımda  dağ gibi durmanı istiyorum....
Aşılmaz olmanı değil, heybetinle güven vermeni istiyorum...






4.09.2013

BEN GELDİM......


Dün akşam müthiş bir keşifte bulundum..Benim işitsel zekam yok !!!
Bunu söylediğimde G. "o ne demek ilk defa duyuyorum" dedi. Durur muyum hiç, başladım atıp tutmaya.. Benim anlamam içim gözümle görmem lazım. Yoksa söylenenler bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor. İşte bu sebepten,  ışıklara geldiğinde ikinci sağdan dön, ilk sola sap.... diye uzayıp giden adresi bulamadım ve kayboldum tabi ki..
İyi ki de kaybolmuşum. Müthiş keskin kekik kokuları arasında dolandım bir süre.. Bir koku bu kadar mı güzel olur. Sanki bütün hücrelerimde dolaşıp , içimi tazeledi.  Buralarda ( az ilerideki dağlarda )  kekik mi var acaba diye düşünürken, öğrendim ki baharat fabrikasından geliyormuş koku...
Oysa bu kalabalığın içine girmeden daha bir kaç gün önce tatildeydim ben.. Sessiz, sakin ,  bahçedeki akşam sefalarıyla, her sabah kahvaltı için dalından kopardığım tazecik biberlerle haşır neşirdim. Uzun yıllar sonra ( sanırım 4 yıl oldu )  ilk defa denize girdim bu sahilde.  Korktuğumun aksine su soğuk değildi. Ve girer girmez nefesim kesilmedi. Zaten ya Mayıs ya da Eylül ayında  deniz  tam benim istediğim  ayarda oluyor.  Hafif dalgalı denizde  kendini sırt üstü bırakıp, gözlerini kapattığın anda, o  denizin sesi her şeye iyi geliyor. Dinlendiğini hissediyor insan...
Ve ben bu yaşıma geldim, ilk defa gece gökyüzünü gördüm..  Evet evet ilk defa. Elektriğin kesildiği bir akşam, başımı yukarı kaldırıp baktığımda inanamadım gördüğüm güzelliğe.  Şimdiye kadar görmemişim hiç. Nasıl kaçırmışım  diye hayıflanmadan edemedim. irili ufaklı  binlerce yıldız. Farkedemiyoruz şehrin ışıklarından. Kim bilir daha neleri kaçırıyoruz,  bakıyoruz ama görmüyoruz..
Kısacası uzun bir aradan sonra geri döndüm işte..




19.08.2013

KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR....



Tavsiye üzerine film izlerim genelde.. Ama bu defa tam tersi oldu. sakın izleme ısrarına dayanamayarak izledim...
Ama film değildi izlediğim.  İran yapımı, Irak  savaşında mülteci kampındaki çocukların dramı. Muhtemelen senaryo falan da yazılmadan, direkt  küçücük, masum çocukların hayatından bir kesit. Mayın toplayarak karınlarını doyurmaya çalışan, bunu yaparken de mayınlar yüzünden kollarını, bacaklarını kaybeden çocukların  dramı.İnsanların nasıl insanlıktan çıkabileceğini,  gözü dönmüşlerin  çıkar kavgası sırasında  en çok bedeli ödeyenlerin   çocuklar olduğunu anlatan  ve mutlaka izlenmesi gereken bir  yapıt..Savaş sonrasında çekilen ilk  film..Üstelik bu savaşı bizzat yaşayan çocukların rol aldığı,  kendilerini anlattıkları , rol yapmadıkları, bizzat  kendilerinde olan korkuyu, çaresizliği, masumluğu yansıttıkları bir film.






Bu filmi izledikten sonra   içinizde hep bir sorgulama olacak, olmalı..Şu an acaba dünyanın hangi köşesinde   bir çocuk ağlıyor ? Hangi çocuğun canı yanıyor ?  Ve bu yaşanan travmaları  atlatabiliyor mu bu çocuklar ? Hiç bir şeyden korkmadan uyuyabiliyorlar mı ? Geleceğe ait umutları, hayalleri kalıyor mu ?
Ve Agrin....Amerikalı askerlerin tecavüzü sonucu hamile kalan, kendi çocuk haliyle çocuğunu bir türlü benimseyemeyen,  ondan kurtulmanın yollarını arayan, bu çaresizlikle tek başına mücadele etmeye çalışan Agrin....Daha nice Agrinler neler yaşıyor acaba ? Dünyada tüm bu olup bitenlerde bizim sorumluluğumuz ne ? Sessizliğimiz kimlerin içini acıtıyor ? Ve Agrin'in kollarını kaybetmiş ağabeyi...  Bebeğe bir şey olacak diye ödü kopan, kızkardeşinin bebeğe kötülük yapmasından korkup buna engel olmaya çalışan ama elinden hiç bir şey gelmeyen çocuk ağabeyin çaresizliği, insanın içini kezzap gibi delip geçen gözyaşları...
"Bizim büyük çaresizliğimiz" demek geliyor içimden.. Olan bitene engel olamama çaresizliği değil bu..Tam tersine neler olup bittiğinden haberdar olamama çaresizliği.. Hayatın tuzu biberi olan problemlerle baş edemeyip, kendi kabuğumuza gömülme acziyeti belki de.. 
Sokakta koşup oynaması gerekirken, kollarını bacaklarını kaybetme pahasına, para kazanmak için mayın toplayan bu  yetim çocukların hayatını  izleyin..
Savaşın soğuk değil, yürek yakan  yangınını görün...
Hiç bir şey yapamıyorsanız, en azından   bu çocukların hayatını cehenneme çeviren , hayatlarını karartan, umutlarını çalan her kim varsa, karışan, tetikleyen, susan, görmezden gelen.... Lanet edin...
Lanet olsun bir fidanı ezene, boynunu bükene, kolunu kanadını kırana....







Film oldukça bol ödül almış.. İşte bu ödüllerden bazıları..
2006 Oscar ödülleri için, en iyi yabancı film ödülüne adaylık,
52. San Sebastian Film Festivali Altın İstiridye ve En iyi Senaryo Jüri Özel Ödülü
55. Berlin Uluslararası Film Festivali Barış Ödülü,
5.Tokyo Filmex Film Festivali  Agnes B. ve Jüri Özel Ödülü
19. Fribourg Uluslararası Çağdaş Film Festivali Seyirci Ödülü, E Changer Ödülü,
Mexico City Uluslararası Çağdaş Film Festivali La Pieze ve Seyirci Ödülü..