İsmini hatırlamadığım bir İran filmini izlerken de aynı şeyi düşünmüştüm "Memleketimin şu anki haline ne kadar çok benziyor !!"
The Confession filminin başında da aynı düşünceye kapıldım. Ateşler içindeki oğlunu kaptığı gibi hastaneye koşan filmin kahramanı, ilgisizlik neticesi başka hastaneye gitmek zorunda kalıyor, ancak oğlunu daha yolda iken kaybediyor. Bildiğimiz , aşina olduğumuz manzaralar kısacası. Ve yine tahmin ettiğiniz üzere, baba adaleti kendisi sağlamak için işlerinin sorumluluğunu taşımadıklarına kanaat getirdiği kayıt memurunu, doktoru, hemşireyi öldürüyor. Tabi filmin bundan sonrası hiç tahmin etmediğim şekilde gelişiyor.
Çok güzel, anlamlı, felsefi vs. diyebileceğim cümleler vardı. Aklımda tutamadım, akışı bozmamak adına durdurup yazamadım... Ama şunları unutmam mümkün değil;
"Doğru olanı yapmak zor değildir, doğru olanı bulmak zordur.."
"İyi birinin de günahı olabilir." Günah insanı kötü biri yapmaz ...
Bizler yaptığımız hatanın, yanlışın kılıfını bulmakta hiç zorlanmayız genelde. Zaten yaptığımız yanlış ve hata da değildir. Kendimizi aklamakta üstümüze yoktur. Bu nedenle de " hafifletici sebepler" can simidimizdir. Bir de " ağır tahrik" vardır elimizde kapı gibi. Emrahvari bir bakış, boyun bükme, takım elbise- kravat ikilisi vazgeçilmezlerimizdir. Sorumluluk , dik duruş, bedel ödeme ne kadar yabancısı olduğumuz kavramlar..
Adam diyor ki, evet öldürdüm, pişmanım ama cezamı da çekmek istiyorum. Çünkü eğer cezamı çekmezsem, bu işten kurtulursam , yaptığım sadece adi bir cinayet olarak kalır, sıradan bir katil olurum. Ben sorumluluğu üstlenmek ve oğlumu onurlandırmak istiyorum..
Alec Baldwin'in avukat rolünde, baba Ben Kinsley ile ilk karşılaşmalarındaki konuşmalar müthiş etkileyici ve anlamlı. Sırf bu sahneler için mutlaka izlenmeli bu film.