Yok yok film tanıtımı değil yazının konusu. Bu filmin sadece 5 dakikalık bir bölümünü izledim. Kız etrafındaki sesleri dinliyordu "Şehrin müziği var duymuyor musun ? Martıların çığlığını, otobüsün kornasını, ezan seslerini, rüzgarın hışırtısını duymuyor musun?"diyerek.
Ben de gözlerim kapatıp etrafımdaki sesleri tek tek algılamaya çalıştım dün. Gittiğimiz yer, uzun ağaçlarla kaplı yüksek dağların ortasında bir vadiydi. Derenin kenarına oturup, akan suyun şırıltısını dinlemek, sonra kuş cıvıltılarını.., meleyen kuzuları... Sadece sesleri dinlemek değil, kendini, ruhunu, duygularını, algını ve bedenini o an'a hapsetmek... Zamandan mekandan soyutlanıp, tek bir noktaya odaklanmak..İşte yapmak istediğim, yapmaya çalıştığım buydu. Hissetmek, kendi dışımda olanın, içime yaydığı etkiyi hissetmek.
Bir arkadaşım " bak yazıyorum,.. şu anda.. Ben yazarken izle ve bu ana yoğunlaş" demişti bir konuyu anlatırken.. Her şeyi bir kenara bırakıp, olumsuz duygulardan sıyrılıp, o an'ı tüm yalınlığı ile yaşamaya çalışmak ve unutulmaz kılmak... Keyif almak... Sadece doğanın sesiyle huzur bulmak. Evet huzur...
Mutluluk nasıl insanı coşturur ve adrenalinle kalp atışlarını hızlandırırsa, dikey bir yoğunluk yaşatırsa, huzur da tam tersi. Suya atılan taşın yaydığı dalgalar gibi, halka halka, gittikçe büyüyen, çoğalan bir dinginlik verir insanın içine.. Huzur sükunettir.. Huzurla mutluluk beraber olmak zorunda değildir elbette. Ama huzur mu mutluluk mu deseler, tereddütsüz huzur derim..
Saat 19.00 da buluşmak için sözleştiğim arkadaşım geç kalacağını söyleyince, bari yan taraftaki kitapçıdan kitap alayım da boş durmayayım dedim.Gerçi yarım saat gecikecekti ama huyum kurusun ben her zaman erken gittiğim için, en az 45 dakika bekleyecektim.
Aslında aklımda olan bir iki kitabı alma niyetiyle içeri girmiştim. Fakat ilk anda gözüme çarpan " Erken Kaybedenler" ismi ile dikkatimi çekti. Her ne kadar Emrah Serbes'in hiç bir kitabını okumamış olsam da, nette dolaşan birçok sözüne aşina idim. Kitabın arkasını okuduğumda, polisiyeden farklı olduğu yazıyordu, tereddütsüz aldım.
İlk hikayeyi bir solukta okudum. Kitabı kapadım. Yüzümde gülümseme , sanki farklı bir boyuta geçmiştim. Her hikaye öyle sıcak, öyle içten ve öyle samimiydi ki..Sanırım uzun zamandan beri ilk kez bir kitap beni bu kadar etkilemişti..Belki de küçük çocuklara olan sempatimden, bilmiyorum. Her hikaye erkek çocukların dünyasından farklı bir kesit sunuyor. Galiba "polisiye kitap okumayı sevmiyorum" demekten vazgeçip , Emrah Serbes hayranı olarak diğer kitaplarını da okuyacağım..
Ve "Sefer Tası "
Bendeki Amir Khan 'la başlayan Hint filmleri sempatisi Sefer Tası ile tavan yaptı diyebilirim. İlk kez içinde dans olmayan bir film izledim. İnsanı çeken, akıcı, bir o kadar da garip bir huzur ya da dinginlik veren konusu var.
Film, bazen size çok uzak, hatta hiç görmediğiniz bir insanın , iç dünyanızı , yanıbaşınızdakinden daha iyi anlayabileceğini işliyor. Ruha dokunmayı, ruhsal teması...Yalnızlığın kimsesizlik olmadığını, bazen bırakın anlaşılmayı, sizi dinleyecek birine duyduğunuz ihtiyacı anlatıyor.
Kısacası okumanız / izlemeniz şiddetle tavsiye olunur...
Acilde, gözlerim kapalı sedyeye uzanmış vaziyette beklerken, doktorun sorusuyla gözlerimi açtım. "Ölmek mi istediniz yoksa yanlışlıkla mı içtiniz ?" kendi kendime gülümsedim. Tam " ölmek istedim ama yaşamayı beceremediğim gibi , onu da beceremedim " diyecektim ki, aman kızım soğuk esprilerin sırası değil, ciddiye alırlar bir de dedim. Ölmeyi istediğim doğru. Hatta buna teşebbüs ettiğimde. Tabi o zamanlar 11 yaşlarında falandım. Artık o yaştaki bir çocuğun ne sorunu olursa :)) Hani çocukluk aşkım yüz mü vermedi desem, ben tek bir kişiye aşık oldum. Quasimodo 'ya ..O da platonikti zaten. Ben O'nu , O Esmeralda'yı sevdi...Bu arada, hala "önemli olan ruh güzelliği" felsefesinin tek savunucusu benim sanırım.
Aslında ölsem doktora gitmezdim, zira hiç sevmiyorum.... Ama eczacı olan teyze kızımın "inşallah mide kanaması geçirmezsin, hemen acile koş " demesi üzerine eşyalar indirilirken, nakliyecinin parasını verip, işiniz bitince bi zahmet kapıyı çekiverin deyip acile koştum. Meğer aç karnına arka arkaya içtiğim ağrı kesiciler ağır gelmiş. Kolay değil 3 günde ev taşımaya kalktım. Boyacı bul, fazla gelen eşyaları sat, evi temizlet, nakliyeci ayarla...
Evi yerleştirmek de, düzeni benden iyi bilen Gülay'a kaldı tabi ki. "Telve hanım, kirli sepetimiz yok" deyince " kız Gülay, kirli çamaşırlardan kurtulduğumuz için sevinmeli miyim, yoksa acaba ne zaman karşıma çıkacaklar diye diken üstünde mi olmalıyım" dedim. "Merak etmeyin, içinde özel bi'şey yoktu, banyo paspaslarını koymuştum" diyerek konuyu kapadı.
Ama iş bu kadarla da bitmedi tabi ki. Arkasından bir kaç sıkıntılı durumla karşılaşınca olayı hafife almamam gerektiğini anladım . Nörolojiye gittim. EEG, MR.... neyse ki ciddi bir sorun yokmuş. Yaşadıklarım tamamen yorgunluk, stres ve ağır baskı kaynaklıymış.
Böyle olacağı belliydi. Bir iki kitap, üç dört filmle geçen bir yaz. Kendime zaman ayırmamışım hiç. Nefes almamışım. Ara sıra kabuğuma çekilmeliyim ben. Kafamı dinlemeliyim.
Kısacası ben ihmale gelmiyorum işte. Yarın sabah kendimi öperek uyandırayım diyorum. Şımarayım birazcık...
Bu metruk eve sığınalı neredeyse 6 yıl olmuş. Sabah erkenden bahçedeki tulumbadan su taşıyıp, sabah temizliğimi bitirdiğime göre, özel günler için sakladığım elbiselerimi giyebilirim. Dün kazandığım parayı çok iyi kullanmalıyım. Deniz kenarında bir gevrek ve çaydan ibaret kahvaltımı yaptıktan sonra, kitapçıya gidip 20 sayfa daha okumalıyım. Eğer biraz daha uzun kalırsam bedava okumaktan mahrum kalırım diye korkuyorum. Dikkat çekmemeliyim. Sanırım, yevmiyenin yanında aldığım bahşişle kendime bir kahve ısmarlayabilirim.
Bugün epeydir heyecanla beklediğim konferansa katılacağım. Konu ne, konuşmacı kim sormayın, şu an hayal edemedim :))
Elektrik de olmadığı için hiç bir masrafım yok. Günlük işler yapıp, kazandığım parayla yine günlük yaşıyorum. Bazen yalnızlık içime koyuyor ama sadece kendimden sorumlu ve özgür olmanın verdiği keyfi hiçbir şeyle değişmem. Ara sıra yaşlanınca ne yaparım diye düşünsem de , şimdiden bunların derdine düşmek saçma geliyor ve hemen uzaklaştırıyorum kafamdan.
Dün parkta tanıştığım bayan, saati 50 liradan ders verebileceğim bir öğrenci bulmuş. Çok sevindim. Eğer gereksiz harcamalardan kaçınırsam, hep hayal ettiğim o tura katılabilirim.
.....
Sessiz Prenses mim için teşekkür ederim. Sanırım aşırı yorgunluk ve yoğunluk beni böyle bir hayale itti ...
Ankara'dan misafirlerimiz vardı bayramda. 5 tane de ateş parçası genç. Ben Aydın'la anlaştım en çok. O da itiraf etti, birbirimize benzediğimizi ve iyi anlaşacağımızı. Tam istediğim insan tipi. İstediğim demeyeyim, hoşlandığım. Zeki , genel kültürü iyi, okumayı seven ama sıkı çalışmaya gelemeyen. Gündeme duyarlı. Üstelik te hukuk öğrencisi, daha ne isteyeyim . Çalışmayı sevmediğinden olsa gerek, Türkiye 9. su olmuş sınavda. Aydın'ın bir numara küçüğü Fen lisesini kazanmış bu sene. Öyle bir bakışları var ki, insanın ruhunu delip geçiyor adeta. Selahaddin.. İsminin t ile söylenmesine çok sinir oluyormuş. Dikkat ettim ben de. Kelimelere takıntılı. Ne demek istiyorsanız onu söyleyeceksiniz. Düşüncelerinizi tam ifade edeceksiniz. Yoksa müthiş sorguluyor. Sohbet esnasında çok takıştık. Bir ara acaba sinirlendiriyor muyum ki diye endişeye kapıldım. Zira ifadeleri çok sertti. Ama annesi " normalde kimse ile konuşmaz, ama seni sevdi demek ki, sohbet ediyor " deyince rahatladım..
Sonra üzüldüm. Zeki diyorsam, gerçekten normalin üstünde zekayı kastediyorum. İşte böyle insanların hayatta mutlu olma ihtimali zayıf görünüyor bana nedense. Belki önyargı bilemiyorum. Zeka seviyesi arttıkça mutluluk hormonu daha mı az salgılanıyor ne. Zeki çocuk, zeki eş, zeki dost sahibi olmak hoşumuza gidiyor da, böyle insanları dengede tutmak zor mu ne.. Hep teyakkuzda olmayı gerektiriyor sanki.
Neyse, konumuz mimdi zaten..
Prensese teşekkür ederim mim için...Mimin sahibi İrem Yağızel'e de ayrıca teşekkür ediyor, ellerinize sağlık diyorum
1- Haziran ayında en çok dinlediğin müzik ?
Deniz Seki'den işte bu şarkı. Nakaratı dolandı uzun süre dilime...
2- Rock mı Jazz mı?
Leonard Cohen hayranı olarak elbette rock diyorum..
3- Kitap okurken en çok hangi tür müzikler dinlersin ?
a- Dikkatimi dağıtır, sessiz ortamda kitap okumayı severim.
b- Hangi şarkı olsa farketmez, kulağa hoş gelen her tür müzik olabilir..
c- Zaten bir süre sonra müziği duymayacağım için hiç önemli değil,
Bu cevapların hepsi doğru. Sadece okuduğum kitaba, o anki ruh halime, okuma amacıma göre cevaplar değişebilir..
4- Hangi şarkı seni huzura çağırır ?
İşte bu zor bir soru. Beni genelde hüzne çağırır şarkılar nedense. Huzura çağıran çıkmadı henüz sanırım. Ama ney olabilir gibi geldi. Bir ara deneyeyim.
5- Bu yaz ayını hangi şarkıyla anlatırsın?
Sözlerini tam hatırlamıyorum ama, Ferhat Göçer'in bir şarkısı var, "gençliğimi geri verseler, bu kez en çok kendimi severim" Hah işte bu şarkıyla anlatırım.
6- Sokakta yürürken en çok hangi şarkı tempona arkadaş olur ?
Hımmm yürürken şarkı dinlemem ki ben..
Narda, seni mimledim canım. Tabi ki, kadrolu mimcim Değmesin Yağlı Boyayı es geçmiyoruz :) Şahin Erdem, sizi de mimlesem mi bilemedim .. Size bırakıyorum ..