14.06.2015

BİR DAHA....



bildiğini söylemem kadar,
bildiğimi söylemeni istemem de  belki  sana saçma geliyor,
ama sevgili
insan  sevdiğini / sevildiğini  hep söylemek / duymak istiyor....


11.06.2015

NEDEN ?

Aklıma takılan bir soru var..
Çocukların çok rahatlıkla yaptığı bir çok şeyi, biz büyükler neden yapamıyoruz ?
Hadi genelleştirmeyeyim, ben neden yapamıyorum? Mesela en basitinden, duygular arası geçiş çocuklarda neden bu kadar kolay?
Ağlamakta olan bir çocuk, nasıl oluyor da arkasından gülebiliyor?
Küsmek, kızmak, uzaklaşmak, nefret etmek, inatlaşmak gibi keskin hallerden nasıl ılımlı, sevimli, mutlu... hale nasıl gelebiliyorlar?
Çocuklar anı yakalıyor ve yaşıyorken, benim  ruh hallerim neden zaman ve mekana  hapsolmuyor? Neden gittiğim her yere, yaptığım her işe, sözüme, hareketime, tepkime  yapışıp kalıyor ?

3.06.2015

.......

A: Hayatın boyunca en çok söylemeyi istediğin  cümle ne ?
G: " İyi ki varsın " diyebilmeyi çok isterdim...
A: Peki kime söylersin bu cümleyi ?
G: Kendimi yanında güvende hissettiğim,  her şart ve durumda  sevgi dolu, beni koruyup kollayan  birine..
A: İyi  de dünyada  öyle biri yok  ki.
G : ....!!!!


BEN KÜÇÜKKEN ( MİM ) .....



Benjamin Button gibi hissediyorum kendimi çoğu zaman. Hayatı tersten yaşıyor gibiyim. Çocukken çok ağırbaşlıydım. Sessiz, sakin. Anne - baba için bulunmaz bir nimet ama  benim için hayatta  dolması mümkün olmayan bir boşluk . Hiç oyuncağım olduğunu hatırlamıyorum mesela. Aslında sokağa çıkıp oyun oynamışlığım da yoktur pek.  Sanırım çocukluğum okumakla geçti. Çocukluk  demek hafif kalır, ömrüm demem lazım, hala okuyorum :) 
Yaz tatillerinde gittiğimiz köyde bile, öğretmen olan dayımın kitaplarını okurdum. Haa bir de köy bakkalından aldığımız ve sıcak suda eritip içtiğimiz tarçına bayılırdım. Rengi kokusu müthişti.
Abimle vakit geçirmeyi severdim. Belki de karakter olarak benzediğimiz için,şimdi de  iyi anlaşırız.
Babamdan çok korkardım . Baba demek otorite demekti benim için :( 
( Bu mim zormuş yaa :))
Annem çok güzel yemek yapardı. Okuldan geldiğimde duyduğum yemek kokuları  hala hafızamda.Belki bu yüzden hiç bir yemeği ayırt etmem. 
Konuşmayı pek sevmezdim. Yani severdim de, içimden :) Hep bi'şeyleri sorguluyor olurdum. Kendi kendime sorular sorar, cevapları yine kendim bulmaya çalışırdım. Sanırım  başkalarının cevabı hala beni tatmin etmiyor. Kendim bulmalı ve ikna olmalıyım. Mantığıma oturmayan şeyleri kolay kolay kabul edemiyorum.

Sevgili Deeptone'a çok teşekkür ediyorum bu mim için. Okuyan, isteyen herkes yapabilir. Ama Değmesin Yağlı Boya, mutlaka yapmalı diyorum.. :)


25.05.2015

.........

Sevgili, 
Kaç umuda düşük yaptık seninle
Kaç hayalimiz ölü doğdu, doğuma beş kala?
Her gün bir hatırayı daha verirken ben toprağa,
Yağmur altında,
Gözyaşlarımla.
Söyle  kimleri kendine hayran bırakıyorsun?
Hangi bahçeden güller deriyorsun?
Ne zaman kendimi arasam,
Yüreğinin kapısında buluyorum..
Öyle inatçı, öyle kararlı,bir o kadar da sevdalı
Ama sen... görmezden geliyorsun..


20.05.2015

ZAMAN....



Sabrı öğretiyor zaman,
Can evinden vura vura beklemeyi,
Sükuneti öğretiyor..
Her şeyi yerle bir edip,
Kendi seçtiklerini dayatıyor..
Karşı koyduğunda, cezan bir " tık" daha artıyor,
Bildiğin bütün anlamları siliyor zaman,
Doğruların  elinde kalıyor,
Ama endişelenme,
Her şey geçiyor..



18.05.2015

PRENSES'E CEVAP..:)

Zaten bizim prenses canı sıkıldıkça kızıyor. Bu sefer kendisinden başlamış kızmaya, sonra Allah ne verdiyse...Sanırım doğrusu, kimi verdiyse..
Yazıyorum, ama içimden geldiği gibi değil  ne yazık ki. Çünkü reelden  tanıdıklarım da okuyorlar yazdıklarımı. Bu da sansürsüz yazmama engel oluyor. İki yüzlülük müdür ?  olabilir . Ama mesele daha derin sanırım. Yanlış anlaşılma korkusu ?!?  Konuyu şöyle bağlayayım. Ben içimden geldiği gibi yazarım da, toplum buna hazır değil :)
Yazdığım yazılara yorum yapılmasından çok, okunmuş olmalarıyla ilgileniyorum. Yorumlar insanın hoşuna gidiyor elbette. Hatta ilk yazmaya başladığım zamanları hatırlıyorum, yorum yapıldığında iki tur halay çekerdim :)  Yok ya hu, şaka yapıyorum, mutlu olduğumu anlatmak istedim işte.  Bak şimdi burada pek bi felsefi açıklama yapmak isterdim ama toparlayamadım. Yazılar ne kadar çok okunuyorsa, o kadar insan  yazılarınızda kendisinden bir şeyler buluyor demektir.
Ne  işim olursa olsun,  hangi ruh halinde olursam olayım, mutlaka her yazısını okuduğum  bloggerlar var elbette. Okuyorum ama yorum yapamıyorum. Yani Prensesciğim, racona ters davrandığımın farkındayım, kızma :)) Bu üşenmek ya da önemsememek değil elbette.  Mesela bak dün geceydi sanırım, Serkan Aydemir'in şiirini okudum,  bayıldım.  Ya bu kadar güzel yazılan bir şiire yorum yapacaksan,  şiirin güzelliğine gölge düşürmemelisin.Tabi ben yine de iki kelime de olsa  yorum yaptım :)) Uğur Böceği'ne  çoğu zaman  yazacak  bir kelime bulamıyorum, çünkü  anlatımı bozmak istemiyorum..
Heee, bana yapılan yorumlara cevap verme meselesine gelince, protesto etme gözünü seveyim :)  Mutlaka cevap vermeye çalışıyorum, ama bazı yazıların yorumlarını yayınlayıp, öylece bırakıyorum. Çünkü benim açımdan artık söylenecek söz kalmamış demektir.
Gelelim mim konusuna... Kafamdaki en komik ya da ilginç derneği kuracağım öyle mi ? Pat  diye söyleyince aklıma gelmedi işte.  Ama  " Kaşifleri koruyalım, besleyelim, büyütelim " derneği olabilir.  Kim bu kaşifler dersen,  hangi bloga gitsem " bloğunuzu yeni keşfettim, sizi takibe aldım, bana da beklerim " deyip, link bırakıp gidenler elbette... Kaç blog takip ettiğimi saymadım, ama kimseye böyle bir yorum bırakmadım.  Tolga hariç tabi :) Parçalanmış Gülüşler 'e sırf  muziplik olsun diye öyle bir  yorum yapmışlığım vardır.
Arkadaşım,  her hangi bir bloğu beğendiysen, takip etmeye başlarsın. O sana ister gelsin, ister gelmesin. Sen oku geç git. Ama sakın öyle bir yorum bırakma,  inan hoş olmuyor. Ben kendi adıma itici buluyorum.
Sevgili Prenses iyi ki  varsın diyorum. Her şey gönlünce olsun  arkadaşım :)