İkisini de gıyaben tanıyorum.. Yani hiç yüz yüze gelmedik. Bir seneyi geçti, bir vesile ile tanıştık..
Aynı şehirdeler,,
Van'da..
Kaderleri pek çok noktada kesişen iki kadın..
İkisi de genç yaşta dul kalmış.. Biri tek çocuklu, eşini kaybetmiş.. İsmi F..
Diğerinin iki evladı var, eşinden boşanmış. İsmi L..
Sık aralıklarla olmasa da telefonla görüşüyoruz.. Konuşmaları oldukça düzgün.. Şivesiz ..
L., kendine güveni olan, tuttuğunu koparan cabbar bir kişilik olarak hafızamda yer ediyor.. Her defasında dakikalarca konuşuyoruz. Garip bir enerji var sesinde.. Anladığım ve anlattığı kadarıyla, her sorunuyla kendisi ilgilenmek zorunda. Ama şikayet ettiğini duymadım hiç. Çocuklarından çok bahsediyor, aralarındaki diyalogdan da... Benimki sadece manevi destek olmak.. Ama aramam bile onları çok mutlu ediyor biliyorum.. Sık sık Van'a davet ediyor.. Her defasında " söz geleceğim " diyorum..
F. sessiz sakin..
Sesindeki hüznü ben mi hissediyorum sadece acaba ?
Çok kırılgan olduğunu düşünüyorum.. Kendini fazla açmıyor. Son konuşmamızda Bitlis'e, ölen eşinin ailesinin yanına gittiğini söylüyor. Huzursuz oluyorum.. Boşuna değil bu gidiş biliyorum.. "İnsan bir kez evden çıktıktan sonra, ailesi bile yabancı oluyor" diyor.. O kadar..
Oysa evlatlık, kardeşlik baki değil mi ?
Hani doğunun insanı batıdakilere göre birbirine daha bağlıydı?
Belki hala öyle.. Neden tek bir olaya bakıp, düşüncelerimi değiştiriyorum ki, istisnalar olamaz mı ?
Kendisini çok yalnız ve çıkmazda hissettiğini, içinde bir acının oturup kaldığını düşünüyorum. Ne büyük talihsizlik, insanın bu koca dünyada kendini yalnız hissetmesi? Üstelik kanından, canından insanlar etrafında olduğu halde..
Ama elimden bir şey gelmiyor..
Ne desem boş..
Sadece üzülüyorum..