13.02.2013

/ / /



Bir insanın nezdinde değerin neyse odur...
İstediğin kadar uğraş, artıramazsın...
Bir insanın nazarında yoksan , yoksun..
Ne yaparsan yap,  gözüne giremezsin...
Belli ettiğin ölçüde  muhtaç olduğunu,
O kadar uzaklaşır senden..
Susuzluktan kurusan,
Bir yudum su olmaz sana...
Vazgeç..
Ya kendi kendine yetmeyi öğren...
Ya da sessizce öl, yoksunluğunla...










12.02.2013

ÜŞÜYORUM...


üşüyorum...
ne kat kat giyinsem,
ne ateşi harlatsam,
ısınacak gibi değil içim..
üşüyorum..





OKUMA OBEZİTELİĞİ..

    
 Şimdi böyle bir şey de mi varmış diyeceksiniz.. Var veya yok bilemem, ama aklıma bu tanım geldi, bence gayet de mantıklı...Bir zamanlar böyle bir  " hastalığım" vardı evet.. Çocuk yaşlarda başlayınca okumaya, imkanlar da şimdiki gibi değil tabi.. Yani maddi imkanlar yanında, okunacak materyal konusunda da  bu kadar  geniş imkanlara sahip değildik.. Her fırsatta itiraf ederim. İlk okumaya başladığım kitaplar, resimli çizgi roman tarzında kitaplardı. Daha açık bir dille Texas, Tom Miks, Zagor, Fantom......kültürü yani. Aslında bu kitapların her hangi bir zararını görmedim şimdiye kadar.. Ama şuur altıma gelip yerleştilerse  bilemem.. Eh, bunca şeyi içinde barındıran şuuraltım, varsın bunları da ihtiva ediversin, eline mi yapışır...
   Ama bir sonraki aşama, yani Kemalettin Tuğcu kitapları tartışılır...Elbette bu konunun ehli değilim. Şahsi kanaatim, şimdiki aklım olsa bir- iki tanesini okur geçerdim. Şimdikinin Zaman Öyle de Geçiyor, Böyle de Geçiyor dizisi gibi, bu kadar iç mi karartır bir seri.. Tamam kabul, çoğunun sonu mutlu bitiyor, kabul, insana hayata dair çok güzel fikirler empoze ediyor. Ama o kitapları okuyan, hayatı boyunca diken üstünde yaşar sanırım..Ne zaman başıma bir iş gelecek te  kuru ekmeğe muhtaç olacağım diye.. ..İşte burada " Bu günün  bir de yarını var.....Mutluyduk belki  bugüne kadar, ya sonra...." diye  hatırladığım şarkı iyi gider  :))
    Tabi araya klasikler, yerlisi, yabancısı girdikten sonra, Oblomov ile başlayan bir Rus edebiyatı rüzgarına kapıldım.. Yine seçmece yapmadan kendi kafama göre, Allah ne verdiyse... Mesela, evli bir kadına aşık bir gencin, her çıkmaz karşısında söylediği bir söz vardı " Neyse ki ölüm var... "  ya da  "Nasılsa ölüm var " mealinde bir cümle.. Bak bak, dediğine bak şunun hele... Ölüm olunca ne olacak, sıkıştığın yerde alnına silah mı dayayacaksın...Ölüm kurtuluş olabilir elbette çoğu çıkmaz karşısında.. Ama tercih edilecek bir yol, seçenek gibi görülmemeli hiç bir zaman.. sadece kaçınılmaz bir sondur, o kadar...
   Elbette ki belirli bir yaştan sonra, ne okursanız okuyun kafanızın karışma ihtimali zayıftır. Çünkü düşünce yapınız belli bir seviyeye ulaşmış ve oturmuştur. Okuduklarınızdan neyi alıp, neyi almamanız gerektiğini bilirsiniz.. Muhakeme edersiniz, mantık süzgecinden geçirirsiniz, ayıklarsınız..Ama daha yolun başında olan genç beyinler için aynı şeyi söyleyemem. Nasıl ki, mideye her bulduğunuzu indiremezsiniz, sağlığınızı bozar, rahatsız eder.. Kitap da öyle bence. İnsan  okuduğunun beyninde oluşturacağı tahribatı da göz  önünde bulundurmalı.. Hele ki  yetişmekte olan bir çocuğu varsa... Tabi burada sanki kitap okuya okuya ölüyorlar da kontrol etmesi kaldı diye düşünenler de olabilir. Doğru, yeni neslin kitaplarla arası pek barışık değil ne yazık ki...Ama bu,  bir milletin geleceği için ciddi bir tehlike.. Kitaptan, sinemadan, tiyatrodan ve sanatın diğer dallarından bi haber yetişen neslin oluşturduğuna "güruh" diyebiliriz ancak..
    Bir de  deli gibi okumanın  çok faydası olduğunu da düşünmüyorum.. İnsan okuduktan sonra bir müddet kenara çekilip, okuduklarını özümsemeli.. Muhakeme etmeli.. Üzerinde epeyce bir kafa yormalı.. Benim savunduğum görüş, okuduğunuz kitaptaki cümleleri aynen tekrar edemeyebilirsiniz, hatta kişileri ve olayları yeri geldiğinde unutabilirsiniz, karıştırabilirsiniz. Ama bitirdiğiniz bir kitabın size ne kattığını, neleri düzelttiğini, neleri çoğalttığını  tefekkür  etmelisiniz. Ve bunları da yapabilmeli bir kitap.. Madem ki yol göstericidir, yolumuza vuran ışık gibi olmalı, aydınlatmalı, işimizi kolaylaştırmalı...
     Okuyalım, okumaktan  zarar gelmeyecek şekilde okuyalım... Kitap obezi olmaya da gerek yok...
 







YETENEĞE SAYGI...


Ne sağlam kalbim varmış....Yoksa sen mi  çok yeteneklisin...Kır kır bitiremedin, hala kıracak yer bulabiliyorsun...Yok yok, ödülü benim kalbim değil, senin  kalp kırma yetenek ve azmin   hak ediyor...Ayakta alkışlıyorum seni....





11.02.2013

AHHHH...

Bir " ahhh" daha saldım semaya.. Duyulur duyulmaz bilemem..
Bildiğim tek şey, hiç bir " ahhh" kaybolmaz...
Zamanı geldiğinde yerini bulur  elbet...





10.02.2013

ÇATINIZ SAĞLAM MI ?


Bir evi istediğiniz kadar süsleyin..
İçini bir güzel tezyin edin...
Lüks ve zevkli eşyalarla döşeyin..
Çatısını kaldırdığınız anda
O güzelliklerin hiç bir hükmü kalmaz..
Güneş alır, yağmur alır..
Tipi olur, boran olur..
İçini korumak kolay olmaz..
Viraneye döner..
Tüm o güzellikler zamanla söner..
Tıpkı ilişkiler gibi..
İlişkinin çatısı saygıdır..
Saygı kalktığı anda aradan,
Kimseye hayır gelmez o sevgiden, bağlılıktan..
Her güzel duygunun yerini öfke alır, nefret alır..
Bir birini sevenler , sanki düşman olur..
Sevdiğiniz kadar saymayı öğrenin..
Hatayı herkes yapar, 
Yeter ki siz telafi etmeyi bilin..











9.02.2013

MUTLULUK İÇİMİZDE ( Mİ ? )



Kötü bir gündü..İyi ki kötüydü diyesim var bir yandan..Bol bol  düşündüm, sorguladım, yargıladım, kendimce bir sonuca vardım..
Efendim,   çoğu insanın  gayesi belli ...Mutlu olmak. Her ne menem bir  şeyse bu, aklımızı, fikrimizi, enerjimizi, vaktimizi hep ona hasreder olmuşuz. Ama finiş çizgisini geçenimiz pek az. Artık gerçekten mutlular mı, yoksa kuyruğu dik tutma  gayretiyle öyle bir görüntü mü sergiliyorlar bilemem.. Bildiğim bir şey var ki, yanlış yerde arıyoruz. Kimi çok para kazanıp, yaşam kalitesini yükseltince mutlu olacağını zannediyor. Kimi okulu bitirince, kimi iyi bir işe sahip olunca, sevdiği ile evlenince, güzel bir evi olunca....vs. vs. vs.
İşte ben de bu yanılgıya düşmüşüm... 
Mutluluğu ne başka birine,
Ne makama mansıba,
Ne paraya pula
Ne şana, itibara bağlamayacaksın arkadaş...
Mutluluk senin içinde...
İyi de ben neden göremiyorum bu  içimdeki mutluluğu ?
Araştırmacı gazeteci kişiliğim (!) onu da çözdü merak etmeyiniz.. İçimdeki çocuk , ilgisiz kalınca sanırım onu oyuncak bildi ve sakladı.. Evet evet kesin sakladı.. Ver diyorum, yalvarıyorum, tehdit ediyorum, ı ıhh bana mısın demiyor..
Peki dedim kabul.. Salarım kendimi, bırakırım dibe doğru.. Ne kadar çabuk ve derinlere inersem o kadar kolay olur dedim yüzeye çıkmam ..ne dipsiz bir dipmiş mübarek , in in bitmiyor.. Hayır bir şey değil, bronşiyal astım var bende.. Çok fazla nefesimi tutamam ki. Zaten ben o doktora da dedim. " Bak bir aydır usluyum, yaramazlık yapmıyorum,  yazın  oraya, not düşün " dedim. Havalı havalı, "ben bilirim sizleri " dedi. " Azıcık iyi oldunuz mu başlarsınız yine"... Al işte, sen bana güvenmedin mi, ağır geldi  , başladım yine.
Neyse efendim...Sonra bir bakıyorsunuz ki, ortada bir yerlerde kala kalmışsınız.. Nereye yakın olduğunuzu kestiremiyorsunuz bile..Aşağı mı inmeliyim, yukarı mı çıkmalıyım.. İşte tam bu noktada yalnızlık denen bir karanlık çepeçevre sarıveriyor etrafınızı.. Şimdi birinci adım, mutluluğu hiç kimseye, hiç bir şeye bağlamayacaktık ya... Hah işte ikinci adım da, kimseden size el uzatmasını beklemeyeceksiniz. Beklediniz mi yandınız demektir. Bu kadar sosyal olup, bu kadar yalnız kalan başkaca da bir  canlı mevcut değildir sanırım. Yine  kendiniz karar verip, kendiniz uygulayacaksınız.. Çünkü böyle zamanlarda beyaz atlı prensler, süpermenler .... Yani diğer bilumum kurtarıcılar  ortalıktan yok oluyorlar ... Her türlü doğal afet için çanta hazırlayıp bir kenara koyan insanoğlunun bir de bunalım için böyle bir hazırlığı olmalı bence...Mesela, kendini her açıdan güçlü, kararlı, huzurlu, mutlu....hisseden insan,  dibe çöküş anları için bir yazı hazırlayıp koymalı ki, ihtiyaç anında alıp okusun, kendine gelsin, güç kuvvet kazansın.. Fonda  güzel bir müzik, keyfini yerine getiren yiyecek ya da içecek ( ille de  çikolata olması gerekmez efendim....  bir de acılı, ekşili şeyler deneyin :))  Ha bir de  filmlerden özenti demeyin,  insanın sığınağı olmalı.. Kendini iyi hissettiği bir yer, konum, durum...Oradayken tüm olumsuz düşüncelerinden sıyrılabildiği bir yer...Bunları iyiyken ayarlamak lazım ki, kötüyken elimizin altında oluversin hemencecik...Yoksa  " Telvesi...Kahve Telvesi... Bunalımda olmadığı zamanlarda, bunalımda olamamanın verdiği üzüntüyle bunalıma giren kadın" modunda dolaşır durursunuz benim gibi....
Uzun lafın kısası,  yatırım yapmak şart... Zor günler için.. Zor günlerde yıkılıp kalmamak için, toparlanmak için....
Sevgiyle....