9.02.2019

ÇARPIŞMA / TUĞBA SARIÜNAL

Polisiye romanlara uzak durmuşumdur hep. Çarpışma ne tür bir roman bilemiyorum, polisiye diye geçiyor.Bu durumda ben polisiye kitapları da okurum bundan sonra. 
Edebi yönü kuvvetli sayılmaz. Kurgu fena değil, bir iki nokta var "nasıl yani" dedirten. Dili çok sade, okuması kolay, oldukça akıcı. Kitabın arkasında " İyiliğin sınır tanımaz gücü ve insanlık kavramı üzerine yazılmış muhteşem bir roman." cümlesi içerikle ne kadar uyumlu , tartışılır. Çünkü iyilikten ziyade, mecburiyet var. İşte beni üzen de bu. İnsanların etrafta olup bitenler hakkında duyarlı olması ve dönen çarka dur diyebilmesi için, kötülüğün ucunun kendilerine dokunması gerekiyor. 
Pedofili üzerine yazılmış bir kitap. 
Eleştiride bulunmam, yazarı tebrik etmeme engel değil. Böyle bir konuya değinmesi farkındalık oluşturur umarım. Zira ne şiddete uğrayan, öldürülen kadınların sonu geliyor ne de istismara, tecavüze uğrayan çocukların.
Şahsi fikrim, çocuk istismarına kıyısından köşesinden dokunulmuş, olayların içinde ana fikir biraz güdük kalmış. 

Altını çizdiğim cümlelerden bazıları;

* Hayatın tehlikedeyken, beyninin emrettiği gibi çırpınmak yerine, kontrolü kaybetmeden  numara yapmak mucizevi bir güç gerektirirdi.
* Neyi çok sevse uzaklaşıp gidiyordu işte. Görünmez oluyordu yanında kalmasını istediği tüm ruhlar.
* İşlenen suçu ve suçluyu daha iyi anlayabilmek için iyiliğin tarafında savaşan herkes, biraz da olsa çizginin diğer tarafına kayardı.
* Geçmişini unutanlar, belki de onu bir kez daha yaşamak zorunda kalıyordu.
* Sevgiyi değil, ne olursa olsun bir arada yaşamayı ezberlemişti.Aileler birbirini sevmeseler de bir arada yaşarlardı.
* Acı bile güzel geldi çünkü canı yanıyorsa yaşadığı şey de gerçekti.
* Kimsenin yeterince önemsemediği çocukluk travmaları ne yazık ki çocuklukta kalmıyor komiser.
* Ama değersiz hisseden insanın bütün savaşları kendisiyle olur.
* oysa çocukluk, insan ömrünün en önemli zamanıymış. Sevgisiz kalan çocuk özgüvensiz olurmuş. Terk edilen çocuk ilişkilerinde bağımlı biri haline gelirmiş. Sürekli azarlanan çocuk büyüyünce sık sık depresyona girermiş. Peki ya istismara uğrayan çocuk?
* Her şeyi çocukların maruz bırakıldığı davranış şekilleri belirliyordu. Daha güzel bir gelecek hayal eden, önce savunmasız olana karşı hassasiyet göstermeliydi. Doğru kelime bu diye düşündü. Hassasiyet ve empati.
* Hemen herkes gibi, iyilik de bir yere kadar diye düşünürken kötülüğün sınırlarının olmadığını göremiyordu.
* Yaşadığı acıyı anlatabilenlerin yeterince acı çektiklerini düşünmedim hiçbir zaman.
* İnandığı zaman nasıl da parıldıyordu bakışlar. En derin kuyulara atılmış ruhlar bile kendine acımayı bıraktığında ışığın var olduğunu görebiliyordu.
* Hepimizin özlemi geçmişe değil kaybolmuş masumiyeteydi şüphesiz.

29.01.2019

AZİZ BEY HADİSESİ / AYFER TUNÇ





Yine hicran ile gün bitti, güneş battı gönül.
Yazık, ümit seni bir gün daha aldattı gönül...

Suzan Defter kitabıyla tanıdığım Ayfer Tunç'un Aziz Bey Hadisesi uzun bir öykü, kısa bir roman tadında. Can Yayınlarından çıkan kitabın 88 sayfa olduğuna bakmayın, içinde can alıcı cümleler oldukça fazla.
" Yanılgılarla dolu bir ömrün bütün çilesini saklamaktan vazgeçmiş, çökmüş yaşlı yüz" e sahip Aziz Bey'in hayatı, sevdiği,  hatta sevildiğini zannettiği Maryam'la tanışmasından sonra tamamen kontrolünden çıkmıştır.  Oldukça gururlu, dikkat çekici görünüme sahip Aziz Bey "Havaiceydi biraz, ruhu kuşları andırırdı. Filinta gibi delikanlıydı da, yakışıklıydı" İşte bu nedenle hayatına kadınlar girer, çıkar, ama hiçbirine ehemmiyet vermezdi. "Öyle bir aşk bekliyordu ki hayattan, yüzünde birdenbire patlayan bir tokat gibi, onu serseme çevirsin. Eli ayağı tutulsun, kesilsin.Böyle çarpan aşka aşk derdi Aziz Bey"

O'na göre babası bal gibi de severek evlenmişti annesiyle. Yine de evde sevgiden eser yoktu. Babası  asabiydi, onu bunu bahane eder, fırtınalar estirirdi. Zavallı annesi kaderine boyun eğmiş, silik bir kişilik olarak kalmıştı.

Aziz Bey Maryam'ı tanıdıktan sonra , daha doğrusu ona aşık olduktan sonra başlar yürek burkan hikayesi. Evet, aşık olur ama "Bu aşk, kör bir göz, felçli bir sağ kol, tekleyen bir kalp gibi, ona hep acı verdi ama onunla birlikte yaşadı." Maryam'ın ailesiyle birlikte Beyrut'a taşınmasının ardından bir süre mektuplaşırlar ve Maryam'ın "gel"  çağrılarına kayıtsız kalamayıp babasının tüm itirazlarına rağmen aşkının peşinden gider. Çarpıp gittiği kapının ardında annesinin yığılıp kaldığından haberi bile olmaz. 

Uğruna ailesinden, yerinden, yurdundan vazgeçtiği Maryam, birkaç gün ilgilense de, Aziz Bey'i arayıp sormaz olur. Çünkü "Maryam için önemli olan sadece böyle bir aşığın varlığıydı. Bunun Aziz Bey ya da bir başkası olması hiç önemli değildi." Aziz Bey bu hayal kırıklığı ile kendi içine dönük, "mutsuz ve aksi, çoğu zaman öfkeli kimi zaman öksüz bir çocuk gibi kırgın yaşadı."

"Gerçekte Aziz Bey sevildiğini sanmak yanılgısına düşmüştür." 

 Her ne kadar kitabın kahramanı Aziz Bey olsa da, erkek egemen toplumların görünmeyen yüzü, gizli kalmış mağdurları, asıl hayal kırıklığını ve mutsuzluğu yaşayan kadınlar olduğu için, bana göre Vuslat'ın yani Aziz Bey'in İstanbul'a döndükten sonra "sessiz sakin, beni bunaltmaz" düşüncesiyle evlendiği eşinin üzüntüsü, yaşadığı yalnızlık ve ilgisizlik daha dikkat çekicidir. Zira Aziz Bey "Hiç farkına varmadan babası olmuştu. Kalbini karısına açmayan, evinin dışındaki hayatı evinin içindekinden daha önemli bulan, evdeki yürek sızılarını anlamayan, anlasa da umursamayan, çehresi daima asık, sesi daima gür ve azarlamaya hazır babası."

Gerçi işsiz kalıp , dışarı çıkmadığı  günlerde fark etmiştir "olmadığı bir adam olabilmek için kendi halinde bir kadını ezmekle tüketmiş bir adamın devamı.." olduğunu. "Onu evin içinde kaybetmiş, Haliç'e  bakan pencerenin önündeki koltukta unutmuştu. İçinden neler geçtiğini hiç merak etmemişti."

Vuslat hayat arkadaşı, dert ortağı, öteki yarı olmaktan uzak, Aziz Bey'in hayatını kolaylaştıran ev arkadaşı konumundan öteye gidememiştir. Gerçi tamburi Aziz Bey, onu, her gece eve döndüğünde pencerenin önünde otururken bulur bulmasına da, eşini beklemiyordur aslında. " Vuslat bu bekleyişten çoktan vazgeçmişti. Artık hiçbir şeyi beklemiyor, sadece yılların verdiği bir alışkanlıkla, pencerelerinden ışık sızan evlere bakarak, böylesi evlerde yaşandığını sandığı mutlu hayatlara imreniyordu."

Nazım Hikmet'in "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?" sorusuna karşılık, Abidin Dino ne cevap verdi, nasıl bir resim yaptı bilemiyorum.

Ama Ayfer Tunç, "Aziz Bey Hadisesi" kitabında mutsuzluğun, yalnızlığın, kalp ve hayal kırıklığının resmini gayet güzel çizmiş. 

* Koyu renkli cümleler kitaptan alıntıdır.