2.11.2013

LAF Ü GÜZAF .......4




İnsan hayatını ya da bir insanın niteliklerini, kendine has değerleri bir tablo gibi düşünün..
Ama domino taşlarından oluşturulmuş bir tablo...
     İşte hayatımıza dahil olan her insan bize yakınlığı, verdiği değer ya da kendi donanımı ölçüsünde bu domino taşlarından birini ya da bir kaçını devirerek , bizim tamamlanmamıza katkıda bulunur..Ancak bunun karşılığında bedel ödememiz de mümkün.. İhtiyari ya da mecburi ayrılıklar gibi... Ya da her canımızın acıması neticesinde tecrübelerimizin artması gibi... 
      Bazıları da hayatımıza girer, bir başkasının yaptığını bozarak gider.. İnsanlara olan güvenimizin sarsılması , hayallerimizin yıkılması, umutlarımızın kırılması gibi..Hayatımıza giren her insan bize güzellik katmaz çünkü...
Kimi insan çok şanslıdır.. İyi bir aile, bilinçli  ebeveyn sayesinde devrilen ilk taş, tüm güzelliği yavaş yavaş ve zamanı geldiğinde ortaya çıkarır.. Ya da bunu insanın ruh ikizi , eşi, dostum dediği kişi  veya mürşidi yapar ... ( Buradaki mürşid  doğru yolu gösteren, eğiten anlamında kullanılmıştır..) 
      En kötüsü ise, içinde sakladığı güzellikleri ortaya çıkarma imkanı bulamadan, kendini tamamlayamadan hatta tanıyamadan  hayatın sonuna gelmektir..
       Peki donanım  insanın içindeyse, kendisi dışa vuramaz mı ? Mutlaka birilerine mi ihtiyaç vardır ? 
    Elbetteki hayır. Ancak bunu yapabilmek için insanın kendini aşmış olması gerekir. Ne geçmişle kapanmamış bir hesap, ne insani zaaflar, ne de törpülenmesi gereken necis duygular....Bunların olmadığı insanlar da  büyük olasılıkla ya peygamberdir ya da evliyalar :))


31.10.2013

MİM / HAYAL KURMAK GÜZELDİR....




Hayallerinle Gel 'in başlattığı bir mim.. Şu ana kadar kaç kez mimlendim bilmiyorum ama hiç bu kadar zorlanmadığımdan eminim..
Hayal kurmayı pek beceremediğimi anladım  :)
Sadece yapmak istediklerimi sıralayabilirim.. Aslında Pe  Hito ve İnsan Yavrusundan sonra bu mimi cevaplamak abesle iştigal benim için ama neyse.. Okuyunca fena bozuldum. Bu ne kurgudur, bu ne yetenektir... Yetenek dağıtılırken ben ne yapıyordum acaba diye düşünmeye başladım ...
İstediklerim için çok geç kaldığımın farkındayım...
Akademisyen olmayı çok isterdim mesela, ama bu son zamanlarda,  yani işten geçtikten sonra zuhur eden bir istek :)
Mutlak bir enstrüman çalmayı öğrenmeliyim.. Piyano veya keman diyeceğim ama, hani bir tepsiyi ters çevirip ritmik çalmak da benim için yeterli olabilir...Çok hayalperest olmamak lazım..
Fas_İspanya  turu, bu sene yapılacaklar arasında, umarım gerçekleştirebilirim.. Çok pahalı bu turlar ya, devlet bi el atsın :)
Malum ikinci ünv. ye başladım , en az bir yıl okumayı planlıyorum, gerisine söz veremem.
Emeklilik döneminde küçücük, sevimli bir yerde yaşamayı istiyorum, ama şehre de çok uzak olmamalı. Mesela Çiçekliköy bunun için ideal.. Hatta ben de  küçük bir kahvaltı salonu açabilirim. Ama halihazırda olanlardan farklı bir konsepti olmalı... Mesela açıkbahçe... Evet ya, şimdi aklıma geldi. Açık büfeye alternatif.. Bahçeye girsin millet, domates, biber, salatalık dalından koparsın  koysun masaya... Tamam  süt sağıp, peynir yapsınlar demiyorum :) O benden ... Benim kahvaltı salonumun küçük hobi odaları olmalı... girişte ver 20 tl mesela,  tuvali, boyası , fırçası benden  tablonu yap, hatıra olarak al git.. Ya da  Ebrudan bir tablo olabilir...Çamurdan   testi,  tabak, çanak da yapılabilmeli....... Bunu genişletmem lazım azıcık... Tuttum ben bu fikri....
Yıllardır söylerim ama yapmaya cesaret edemedim henüz..Tek başıma  rotası anlık geliştirilecek , amaçsız kendimi yollara vurasım var. İstediğim yerde durup, istediğimi yapmak...Hiç değilse 4-5 günlük bir gezi...
Bahçeli evlere soğuk bakmışımdır hep nedense... Ama  küçük sevimli, baraka  tarzı bir evim olsun istiyorum. Bahçesi de çok büyük olmamalı... Ama bi divan atıp, üzerine çardak yapmalıyım...
Bu kadar yeter sanırım... Bunlar olsun  hele,  daha ne isteyeyim:)
Kimseyi mimlemiyorum, isteyen yapabilir :)


Not: Aşağıdaki resimler Pabuç için eklenmiştir :)



 






30.10.2013

LAF Ü GÜZAF.....3

Bu neden başıma geldi  diye düşünmemek lazım.. Ya da  bana neden böyle yaptı / davrandı ...
Bir insanın ruhunda basitlik ve kalleşlik varsa, insani değerlerin çoğundan mahrumsa, istediğin kadar  dik dur karşısında. İnsan ol, dürüst ol, iyi ve anlayışlı ol..
Farketmez, o kendine yakışanı yapacak ve canını acıtacaktır mutlaka...




29.10.2013

LAF Ü GÜZAF....2

Bir insanı ne kadar severseniz sevin mutlu edemeyebilirsiniz...
Çünkü sevgi  soyutluğuna inat, somutluk ister...
Sözle yetinmez, icraat ister..
Eğer  sevmek fiilinin içini dolduramıyorsanız, yani sözlerinizle  davranışlarınız birbiriyle örtüşmüyorsa   problem var demektir.
Bir de şu var tabi ki, sevgi dilinden anlamak... Herkes sevgisini farklı dile getirir,  sevildiğinden farklı şekilde emin olur. Bu ikisi örtüşüyorsa, ne mutlu size...
Dilin, gözlerin  konuşması kadar, sevgi dilinin uyumu da önemlidir...





25.10.2013

LAF Ü GÜZAF.....1

      Madem her gün saatlerce konuşuyoruz, bari çıkardığımız sonuçları  derle topla, blogda yayınla dedim,  sen yayınla deyip, üzerime attı... Bence güzel bir seri olur....En azından denemiş oluruz, beğenmezsek siler atarız, yumurta küfesi yok ya sırtımızda... Bu lafı ne çok kullanır oldum bu günlerde....:)

- Bazı insanların meslek seçimlerinde , ideallerinden ve hayallerinden  ziyade geçmişte yaşadıkları travmalar  etkili oluyor. Kötü geçmiş bir çocukluk, aile içinde yaşanan şiddet, anne-baba sevgi ve  şefkatinin eksikliği, had safhadaki geçim sıkıntıları,  aileden birinin amansız hastalığı...... Bu nedenlerden dolayı, zengin bir işadamı, doktor, hukuk adamı.... gibi olayların gidişatını değiştirebileceği ya da gücü elinde bulundurabileceği, haksızlığa uğrayanın yanında yer alabileceği mesleği seçiyor, örselenmiş çocukluğa sahip olanlar...
      Ve ne yazık ki bu travmaların çoğunun tedavisi ya mümkün değil ya da çok zor. İşte bundandır ki, eğitimi, titri, sosyal hayattaki yeri ne olursa olsun, karşıdan ne kadar saygın görünürse görünsün,  bu insanların ruhunu ele geçiren zaafları var, kimsenin bilmediği karanlık yönleri. Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkan ve sizi şaşırtan, inanmakta güçlük çekeceğiniz ve asla konduramayacağınız  yönleri.... ya da kim bilir..." yönlerimiz"... var.....





KIRIK KANATLAR / HALİL CİBRAN



      Halil Cibran.. Lübnan doğumlu olmasına rağmen, Amerika'da uzun yıllar yaşamış yazar, şair, ressam ve filozof....Belki çok yönlü olması nedeniyle, kitabı okurken şiirsel bir dil hissettim. Tanımlamaları, tahlilleri ve tasvirleri oldukça etkileyici..
    1883 yılında doğan yazar, daha 16 yaşında iken  Amerika'dan vatanına yaptığı ziyaret neticesinde,  umutsuz bir aşka tutulur, Yaşadıklarını iki yıl sonra kaleme aldığı  " Kırık Kanatlar " kitabıyla ölümsüzleştirir.
       Kırık Kanatlar,   babasının isteği doğrultusunda piskoposun yeğeni ile evlenmek zorunda kalan Selma Kerami ile  Cibran'ın umutsuz aşkını anlatırken,  aynı zamanda toplumun kadına bakışını da irdeliyor. 
       Gerçek aşk, ruh bütünlüğüdür. Eğer iki ruh gerçek anlamda birleşmişse, toplumun baskılarından, yargılarından  ve koyduğu kurallardan  sıyrılmış, zaman ve mekanı aşmış demektir. Bu nedenle de  bedenlerin ayrı yerde olması aşka halel getirmez. Tam aksine, aşkın temizliğini, aşka rağmen dürüst  ve ilkeli kalabilmeyi mümkün kılar. 

Kitaptan hoşuma giden bazı satırlar ;

- Saflığın insanı boş kıldığı, boşluğun da onu aldırmaz yaptığı söylenir.....Fakat çok hisseden ve az şey bilen duyarlı genç, iki güç tarafından zorlandığı, kemirildiği için, güneşin altındaki en talihsiz yaratık durumundadır. Yalnızlığın yumuşak, ipek elleri vardır, güçlü parmaklarıyla  yüreği kavrar ve ıstırapla inletir onu. Yalnızlık kederin müttefiki olduğu gibi, ruhsal yücelmenin de yol arkadaşıdır .  (s.7)

- Ve anladım ki, insan hayatında en azından bir kere yeniden doğmazsa, var oluş kitabında  boş bir sayfa olarak kalıyor. (s.9)

- Gerçek güzellik , adına aşk denen ve kadınla erkek arasında var olabilen , gönüller arası ruhi bir rabıtadır. (s.19)

- Aşk hayatta bulunabilecek tek sahici özgürlüktür, çünkü ruhu  öylesine yüceltir ki, ne insanların yaptığı yasalar ne de  doğanın  ortaya koyduğu olgular  karmaşası yolundan çevirebilir onu.. ( s.21)

- Sessizlik ölümden daha acıtıcı değil midir ? (s.23)

-Mahzun bir gönül, ancak benzeriyle birleştiği zaman huzur bulur..(s.26)

- İki ruh arasında anlaşmanın tek yolu konuşmak değildir....... Ağızdan çıkan sözlerden daha büyük ve saf bir  şey var : Sessizlik.. (s. 31)

- Aşk ruhsal yakınlığın ürünüdür ..(s.37)

- Kendi ruhumu seninki için bir zırh haline sokacağım; kalbimi senin güzelliğin için bir barınak  ve göğsümü de elemlerin için bir mezar yapacağım... (s.61)

- Kadın , bir ulus için lambadaki  ışık gibidir.Lambanın haznesindeki yağ az olunca, ışık da cansız olmaz mı ?
  Kederli ruh, onu ayakta tutacak ferahlamayı yalnızlıkta bulur. Yalnız ruh, yaralı bir geyiğin sürüden ayrılması gibi, insanlardan uzaklaşır ve iyileşinceye ya da ölünceye kadar bir mağarada yaşar.. (s.77)

- Engelleri, zorlukları göğüslemeye cesaret etmek, rahata ve emniyete boyun  eğmekten daha soylu bir davranıştır.  ( s.79)

- Anne,  her şeydir bizim için. kederli günlerimizin tesellisidir o ; sıkıntılı günlerimizin umudu ve kendimizi zayıf hissettiğimiz anlarda yanımızda hissettiğimiz güç....Aşkın kaynağıdır o ;  aşkın, merhametin, sevginin ve bağışlamanın..
Ve anne, bu yaratılmış alemini topyekun varlığın prototipi, güzellik ve sevgiyle yoğrulmuş ezeli ruhudur .(s.84)

- Umutsuzluk, görme gücümüzü zayıflatır, kulaklarımızı da tıkar. Gamdan, kasvet veren hayallerden başka bir şey  göremez, acıyla sıkılıp açılan kendi yüreğimizin vuruntusundan başka bir şey işitemez oluruz. (s. 91)

- Ateşle arınan ve gözyaşıyla  yıkanan ruh, halkın utanç ve şerefsizlik dediği şeyden daha yücedir ve insan kalbinin ürettiği yakınlık duygularına karşı çıkarılmış tutsaklık yasalarından ve adetlerden de bağımsızdır. Bu ruh,  utanmadan ve özgüven içinde  Tanrı'nın huzuruna çıkabilir. (s.98)

- Zulme başkaldırmayanın kendisi de bulaşmıştır zulme..(s.104)

- Koşullu ya da sınırlı sevgi, sevende, sevilene sahip olmak ister ; ama sınırsız ve koşulsuz  sevgi, sevende yalnızca  kendisinin var olmasıyla  yetinir. (s.107)

- Engelleri ve zorlukları aşmayı cesaretle göze almak, bencilce huzur ve güvenlik aramaktan daha asil bir davranıştır.  (s.108)

- ...Bir kere Tanrı'nın gölgesini  gören ruh , artık bir daha korkmaz şeytani hayaletlerden..Ve bir kere göğün nuruna , rahmetine  çevrilen  göz, bir daha yeryüzünün acılarıyla kararmaz. (s.111)



İyi okumalar...




24.10.2013

İYİLEŞEMEYENLER.....


Akıl ; affet,
unut,
zamana bırak diyor...
Ama yürek öyle mi ya,
yürek unutmuyor,
yürek affetmiyor...
Kırıklarım çok derin, ulaşılamaz yerde diyor..
İşte bundandır ki,
mesafeler kapanmıyor,
ruhlar birleşmiyor...



22.10.2013

ÜŞÜYORUM...


Öyle kelimeler ser  ki  üzerime ...
Yüreğim  ısınsın...





ŞİMDİ OKULLU OLDUK, SINIFLARI DOLDURDUK.......

Neredeyse kaçırıyordum başvuru süresini. Az evvel iyi ki aklıma geldi de hallettim. En azından online başvuru tamam. Şu andan itibaren üniversite öğrencisiyim :)
Felsefe mi sosyoloji mi gelgitlerinden sosyoloji galip çıktı . Psikolojiyi tercih ederdim ama, ne yazık ki öyle bir bölüm yok. İstanbul Üniversitesine kaydoldum, kaç senedir açık öğretimi var araştırmadan üstelik. Umarım  yanlış yapmamışımdır. 
İkinci üniversite düşünenler varsa ellerini çabuk tutsunlar derim. 1 Kasım  son başvuru tarihi...
Başvuruyu yapar yapmaz, " biter mi bu dört yıl " dedim... Bitireceğime hiç ihtimal vermiyorum gerçi ama zorunluluk yok nasılsa.... Malum, çabuk bıkıyorum her şeyden:) 
Atılsam da sıkılsam da, başka bölüm seçerim :) Tarihte de aklım kaldı mesela....Yine de ümitvar olmakta fayda var.....









20.10.2013

YARIM KALDI / K



Yarım kalmak nedir bilir misin ?
Başladığın bir kitabı bitirememek...sonunu merak ederken üstelik...
Ya da ince belli bardaktaki çayı soğutmak..
Girdiğin sokakta çıkışı bulamamak nedir bilir misin ?
İncitmekten korkarak başladığın cümlelerin gerisini getirememek...
İşte öyle yarım kaldım ben. Artık ne geri dönebiliyorum, ne de bir adım atabiliyorum.....  Şu an mı ? İnan yaşadığımı  bile anlayamıyorum  bazen..
İlk kez dün fark ettim  sonbaharı. Hatta belki de hayatım boyunca hiç böylesine içimde hissetmemiştim, düşen sarı yaprakları, rüzgarda savruluşlarını.... Böylesine üşümemiştim akşamın karanlığında , ürpermemişti içim...
Korkuyorum galiba... Kış gelecek eminim, ama ardından  bahara ulaşır mıyım bilemiyorum..





15.10.2013

MUTLU BAYRAMLAR.....

Bugün kimsenin boynu bükülmesin,
Kimse zulüm görmesin ,
Herkes mutlu
Herkes umutlu olsun..
Bugün
ve hergün ...





14.10.2013

BEN DE BÜYÜYÜNCE "AYKIRI" OLCAM !!!

       

   Her bayram gittiğimiz bir teyze vardı.  O'nu ziyaret etmeye bayılırdık. Küçük havuzlu, kenarında renk renk gülleri olan  bahçesi insanın içini açardı.. Yüzünde hep hüzünlü bir gülümseyiş ......  Sevgi doluydu. Çok yaramaz bir oğlu (  yaramaz dediysem, çocukça yaramazlıklar değil,  koca adamdı  )  vardı ve onun her hatasına rağmen sarıp sarmalaması,  sahiplenmesi hoşuma giderdi. İşte annelik bu derdim. Ne olursa olsun, evladını bırakmama...
        Asıl hoşuma giden yönü ise, bayramlarla   kısıtlı  olan  ziyaretlerimizde tatlı yerine yaprak sarması, biber dolması ikram etmesiydi :) Ve şeker yerine sakız.... Seviyorum bu tür kalıpları aşmış insanları, kendine özgü tavrı olanları...




10.10.2013

KÖR BAYKUŞ / SADIK HİDAYET




"Yaralar vardır  hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta  yiyen, kemiren yaralar..."
       İşte böyle  başlıyor  İranlı  yazar Sadık Hidayet'in  kitabı.. Elbette bu cümle ile  beni hemen içine alıveriyor..Anlıyorum ki,  kim ve ne olursa olsun, bu dünyada yaşayan her insanoğlunun ruhunun derinliklerinde bir açmazı var. İşte hayat, bu açmazların ya da yaraların gölgesinde sürüp gitmeye mahkum.. Ya güçlü olup , savaşacak, yüzleşecek , iyileştirmeye çalışacaksın. Ya da  Kör  Baykuş'ta olduğu gibi yenilip, vazgeçip,   iblise teslim olacaksın..  Belki de  özellikle  sanat dünyasındaki eserler,  bu mücadelede  çekilen sancının güzel bir dışa vurumu...
       Sadık Hidayet,  1903 yılında Tahran 'da doğmuş,  itibarlı bir aileden gelen , İran Edebiyatı'nda önemli bir yer edinmiş büyük bir yazardır. Uzun yıllar Fransa'da kalmış,  iki kez  intihar girişiminde bulunup, üçüncüsünde ( 1951) bunu gerçekleştirmiştir.  Kitabın sonundaki  Sadık Hidayet Biyografyasında  O'nu yakından tanımamızı sağlayacak şu cümleler geçmektedir :

        - Adamdan saymadıklarına karşı dümdüz tutumu, bayağılık ve şirretlikleri maskaraya çeviren kıvılcımlı zekası, hiç bir ayrıntıyı atlamayan belirgin gözlem yeteneği; karakterinin belli başlı özellikleridir.
         - Bir nükteciydi Hidayet, çok zaman o maskesi ardındaki üzgün düşünürü görmek imkansızdı hemen hemen.  Bazı kimseleri ciddi bir söz söylemeye layık görmez, onlarla eğlenirdi sadece ; ama edepsizleşip gönüllerini kırmak istemezdi hiç.
         - Ömrünün son yıllarında  afyon düşkünlüğü, kapıldığı ümitsizlikten  ve hayatını  yavaş  yavaş ölüme teslim etmek niyetinden ileri geldi.
          - Bu roman, daha çok, sessizce katlanılan bir acının ifadesidir; kendisinin çektiği, onunla beraber hisseden ve terörün susturduğu diğerlerinin çektikleri acıların ifadesi..

      Kör Baykuş, İranlı olmasına rağmen, yazarın Hindistan 'da yayımladığı bir roman. Bir çok dile çevrildiği gibi, Behçet Necatigil çevirisiyle de Türkçeye ve bize kazandırılmış bir başyapıt...
      Elbetteki, ilgi ve bilgi alanım olmaması sebebiyle kitabı eleştirecek değilim. Amacım, henüz okumayanlara duyurmak. Kitap oldukça kısa. Ancak her bir cümlesi geniş açılımlar yapılabilecek kadar anlam yüklü... İlk başta  okurken devaju mu dediğim cümle tekrarları, zamanla yazarın tarzı olduğunu  anlamamı sağladı.  
      Kitap gerçekle hayalin arasında   savuruyor okuyucusunu.  Derin bir hüzün, derin bir yalnızlık, ölüme meydan okuma, ama mümkünse   ölümden sonra  yok olma isteği hakim . Bütün bunlara sebep ise, daha çocukluktan başlayan  aşkın, tutkulu  ve platonik olması sebebiyle, saplantı haline gelmesi, aşkın  nefretle , tıpkı bir "adamotu" gibi  birbiri içine girmesi... Kitapta birbirinden farklı bir çok  kişinin, aslında tek bir kişiliğin yansıması olduğunu  sonunda anlıyorsunuz. Yani kitabın kahramanı ile sevdiği kadının değişik karakterlere bürünmüş halleri......
İşte kitaptaki ,  çok hoşuma giden cümlelerden seçmeler:

- Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince  düşüncelerimi kendime saklamalıyım.. (s.15)

- Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine aşina idim ki, ruhlarımız  önceki bir hayatta , cisimsiz maddesiz bir alemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece  bizim yeniden birleşmemiz  adeta kaçınılmaz olmuştu. Ben bu haytta da onun yanında olmalıydım.  (s.20)

- Hem sonra , yaşarken nasıl başkalarının uzağında kalmışsa, şimdi de diğer ölülerin uzağında kalması gerekiyordu. (s.32)

- Zifiri bir gecenin koynunda kımıldayıp duruyordum, ömrümü dalgalarına gömmüş, derin bir geceydi bu...
   Doğa ile aramda bir bağ kurulmuştu, ruhuma inmiş, çökmüş derin karanlıkla benim aramda bir bağ. Böyle bir sessizlik, bizim anlayamadığımız bir lisan gibidir. (s.33)

-  ....sanki ben ömrüm boyunca bir kara tabutta uyuyordum hep..... (s.34)

- Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar*  gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm.. (s.39)

- Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi. (s.39)

- Pencereden dışarı bakmaya korkuyorum, kendimi aynada  görmekten korkuyorum. Nereye baksam  çoğalmış  gölgelerimi görüyorum .. (s.40)

- Hayat bana tek ve değişmez  bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi  eritti. (s.41)

- Dünya , ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Evin bütün odalarını yalın ayak dolaşmak zorundaydım  sanki .. (s.55)

- Ben çoğu zaman , unutmak, kendimden kaçmak için  hatırlıyorum çocukluğumu.. (s.60)

- Tek tesellim ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya  bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim ? Bana göre değildi bu dünya.... (s.69)

- Yalnız ölüm  yalan söylemez !
   Ölümün varlığı  bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından  bizi o kurtarır.. ( s. 69 )

- ....ayna karşısında konuşuyordum  kendimle  " Derdin öyle derin ki,  gözlerinin ta derinlerinde. Ağlayınca gözyaşın gözlerinin derinlerinden geliyor, yoksa akmazdı gözyaşların ! " (s.72)

- Bu dünyanın insanlarıyla, dirilerle nasıl konuşulduğunu unutmuştum her halde... (s.76)

-.... oysa bütün kalbimle  de tiksiniyordum  ondan, öyle sanıyordum ki aşk ve kin  aynı şeydiler.. (s83)

- Başka türlü düşünüyor, başka türlü hissediyordum; ve bilmiyordum kendimi onun elinden - içimde uyanmış ifritin elinden - nasıl kurtaracağımı. (s.84)

- Önümdeki mangalın ateşinden, geriye bir üfleyişte uçup gidecek bir avuç kül kalmıştı. Hissettim ki benim düşüncelerim de  dayanıksız  bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar.. ( s.85)

 İyi okumalar...






* Butimar, deniz kıyısına çöken , ancak denizin  bir gün kuruyacağı düşüncesiyle hiç su içmeyen bir kuş.



......

Kendi başımda nöbet tuttum bu gece..Uyutmamalıydım kendimi. Öyle kabus görme korkusu değil benimki. Görürsün... Etkisi en fazla bir kaç gün sürer.... Unutursun. Kötü de olsa, rüyadır neticede..Uyanırsın...
Benim korkum başka..Hani  şerrinden korktuğum için  duvarlar ördüğüm, engeller kazdığım,  bazen kuyulara girip saklandığım  o duygular var ya,  o duyguların neticesi, getirisi olan düşünceler...İşte ben uyurken , onların beynime hücum etmesinden endişeliyim..
Artık uyuyamıyorum...






8.10.2013

TEMEL VE BEN....

Bi'şeyler ters gidiyor bu aralar..
Sağdan bakıyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor...
Yok,  ne kadar empati yapsam boş, anlayamıyorum..
Bazı insanlarla ortak noktada buluşamıyorum..
İşin ilginç tarafı, zerre kadar  "acaba" sorusu takılsa kafama, üstüne gideceğim ama  o kadar da eminim haklı olduğuma...
Bunların hepsinin mi mantığı ters işliyor ya hu diyorum kendi kendime.. İşte o zaman bir fıkra geliyor aklıma..
Temel otobanda  giderken, radyodaki yayın kesilir  ve bir anons duyulur. " ........  otobanında seyretmekte olan sürücüler, dikkat !!, bir araç ters yönde yol almaktadır.."
Temel elini kaldırıp kendi kendine söylenir " ne biri, ne biri, bunların hepsi ters !!!"



7.10.2013

DUYGU YÜKLÜ MİM...



Hepimize hayırlı uğurlu olsun, mim sezonumuz açılmış sanırım.. Hayallerinle Gel mimlemiş , söz verdiğim üzere cevaplayayım dedim...

1- En çok kırıldığın / incindiğin  kelime ?
 Bu sorular çok mu zor oluyor anlamıyorum..İnsan düşünmeden cevap verebilmeli ama cevap bulamadım. Çünkü bana göre kelime değildir inciten.  Söylendiği an, söyleniş tarzı, söyleyen kişi önemli... Şartlar olgunlaşmışsa "nasılsın" kelimesine bile kırılır insan. O kadar yersiz kalır bazen bir kelime... Düşünün, Karadeniz'de gemileriniz batmış kadar üzgünsünüz, bayanlar muhtemelen salya sümük ağlama halini de ekleyebilirler, işte tam o anda karşınızdakinden  bi'şey beklersiniz, dokunmasını, sarılmasını..... O kalkar "nasılsın"  der, işte buna bile kırılırsınız...

2-Herkesin kullandığı bir kelime olur,  ama senin için özel olan bir insan bu kelimeyi kullandığında alınırsın..Ne düşünüyorsun ?  ( sorunun  şeklini azıcık değiştirdim :))
Özel olma hali  karşılıklıdır  bana göre. Benim için özelse, ben de O'nun için özelimdir.  Yoksa tek taraflı anlamı olmadığı gibi, yıpratıcı oluyor.... İşte o özelim olan kişinin   " çok yalnızım"   demesi beni kırar.. Sen böyle düşünüyorsan, ben neciyim derim... Yok  diyemez, dememeli, öyle hissettiği anlar olabilir, olacaktır , ama yüzüme vurmamalı...Fena halde kırılırım...

3- Seni en çok duygulandıran şarkı ?
Sezen Aksu'nun  şarkıları duygulandırır...Emre Aydın da etkiler... Ama ille de tek bir şarkı derseniz  "Olmaz ilac sine-i sad pareme, çare bulunmaz bilirim yareme..." çok sık dinlemem, ama çok severim..

4-Daha önce seni bırakan birisi geldi, senden ikinci bir şans istedi, sen de verdin. Buna rağmen  yine bırakıp gitti...Şimdi pişman, ne yaparsın, ne  hissedersin ?
İşte yine bir yuvarlak cevap daha... Ortada hala yaşanacak birşeyler kaldıysa, seviyorsam, sevdiğine inanıyorsam , pişmanlığı inandırıcıysa  bir şans daha veririm. Tabi geri döndüğünde zor durumdaysa,  herhangi bir menfaati varsa, bu beni düşündürür..Acaba sorusu kafama takılır.  Bunu sadece kadın- erkek ilişkisi olarak ele almadım.. Arkadaşlıklar için de geçerli.  Herşey yolunda olduğunda benden uzak durup,  başı derde  ya da zora girince bana dönene (hislerim de eskisi gibi değilse eğer )  sanırım çok fazla şans vermem. Mesafeli olurum..

5-Nefret mi aşk mı ?
Yoğun ve tutkulu olan hangisiyse işte o :))

6-Birinin kalbini kırdığında nasıl gönlünü alırsın ?
Yazarım, konuşurum, yanına giderim... Ama bazen öyle haller oluyor ki, iki taraf  ta  karşılıklı kırılıyor.. Kırgınlığım çok fazlaysa, artık hiç bir şey yapmayıp, o insandan yavaş yavaş kopuyorum..

7- Nasıl ağlarsın, bağırarak mı, içine atarak mı ?
Yok yaaa, sessizimdir ben.. Hatta çok iyi kamufle ederim. Bir insanla konuşurken, sohbet ederken, gülüp eğlenirken bile ağlayabilmişliğim vardır.  Gözlerimi farkettirmeden sile sile....

8-En çok korktuğun şey ?
Yaşlandığımda başkasının yardımına ihtiyaç duyar hale gelmek... Büyüklerimiz derdi ki, 3 gün yatak, dördüncü gün toprak :) Kısa vadede, evde yalnızken elektriklerin gitmesi veya sesler duymak  çok korkutur beni...

9- Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin, kendini nasıl sakinleştirirsin ?
Düşük dozda olanları kendi içimde halletmeye çalışırım.. Orta dozda ise  film izlerim, pcde oyun oynarım...Daha da ileri aşamada ise, çok sevdiğim  iki arkadaşım var onlarla konuşurum...Mutlaka beni sakinleştirirler..

10-Bazen kızılmasından hoşlanırsın, peki en çok ne için kızılmasını seversin ?
Ne yaptığımın önemi yok.O kızmanın içinde hafif yollu sevgi, değer verme, önemseme.....olacak. Çok klasik bir cevap oldu sanırım ama öyle işte...

11-Şiir / müzik / öykü / deneme
Sanırım deneme, ardından şiir..

12- En son ne için ağladın ?
Giden, tekrar gelip bir daha diyen, sonra yine giden biri yüzünden ağlamıştım :)

13-Birinde hemen etkilendiğin özellik ?
Ruh dünyası yaralı olanlardan çok etkilenirim.. Dengesiz olanlardan, kendini ve dünyayı sorgulayanlardan...

14-Dayanamadığım şey ?
Zor bir soru..Duygusal anlamda acı çeken birine yardım edememek sanırım..

15-En sevdiğin duygu ?
Samimiyet.. Özellikle insanın kendisine karşı bile samimi olmakta zorlandığı bu zamanda....

 Benden bu kadar :) Yeterince samimi olmuştur umarım :)






YARIM KALAN Bİ'ŞEYLER VAR....


Kışın erkenden bastırması gibi, çok zamansız oldu bu ayrılık...
Söylenecek ne çok şey vardı oysa....





6.10.2013

DOLANDIRICI GELDİ HANIMMMMMM....

Kırk yıl düşünmeme gerek yok. Ben kendimi bilirim, saflık akıyor benim suratımdan..Bilirim böyle hallere düşmek tam bana göre..
Karabağlar  mı acaba o caddenin adı. Öyledir muhtemelen. İşte  o büyük caddede  trafik oldukça yoğun akıyor. Üç geliş, üç gidişli... Cuma günü gidiyorum. Arkamdan bir araba ha bire selektör yakıyor. Bir hafta önce arabada bir problem çıkmış, çekici çağırmak zorunda kalmışım.  Birden aklıma o geldi, ya  sakın alttan dumanlar çıkıyor olmasın,   lastikte bir problem olsa farketmez miyim, ben anlamadım da arkamdaki araba mı farketti acep, yoksa bu beni tanıyan biri de  durdurup selam mı vermek istedi ?  Bir yandan da el kol işareti yapıyor. Çektim kenara, adam  sağ cama yanaştı,tanıdık değil, yine de camı  açtım..
" Abla kusura bakma rahatsız ettim, cenazemiz var , Aydın'a annemleri almaya gidiyorum"
Tamam  durum anlaşıldı, şimdi param yok deyip, parfüm satacak ...Çünkü iki kez de böyle bir şey başıma gelmişti..
" Aceleyle çıktım evden, yanımda  hiç param yok, arabada da benzin yok"
 Kızım telve  işte tam şu an dolandırılmanın eşiğindesin, istediğin tarafa dön, gülümseyerek el salla....
"Ben ne yapabilirim"  diyorum.."
"Yardım etsen abla,  sana geri ulaştırırım"
Hayda,   al başına dert... Ya insanları ne diye vicdanlarıyla baş başa bırakıyorsun. Senin hiç mi arkadaşın, konu komşun yok. Falan yerde çalışıyorum diyorsun, ne diye gidip patronundan istemiyorsun..
Hani derler ya,  kapkaça uğradınız mı, direnmeyin, bırakın çantanız gitsin,  canınıza kastetmesinler diye...  Açtım çantımı uzattım parayı.. yeter ki gitsin başımdan..
"Bu beni götür mü ki ?"
İnsaf,  ben bilmiyor muyum  Aydın kaç kilometre,  ne kadarlık benzin gider, araba ortalama ne kadar yakar... Hem  bunun  çok ucuz bir hikaye olduğu belli değil mi ?
Telimi istiyor. Parayı geri getirecek güya.. Büronun telini veriyorum..
İçimden ne olur getir parayı diyorum.. En azından ara, getireyim mi diye sor.. Ben de gerek yok, sen de ihtiyacı olan birine ver diyeyim... Yeter ki insanlara olan,   gram kalmış güvenimi tüketme.. Yeter ki, gerçekten  muhtaç birine şüpheyle yaklaşmama, sırtımı dönmeme sebep olma... Ben  birine yardım etmenin hazzını yaşama derdinde değilim. Aptal  durumuna düşmüş olmayı da kafama takmam inan bana. Ama hala  iyi , dürüst, içten insanlar olduğuna inanmak istiyorum. Üç kuruş para için şerefsizlik yapan, insanların iyiniyetini su_i istimal  edenlerin var  olduğunu düşünmek istemiyorum... Tamam, ana babasını öldürebilecek kadar gaddar evlatlar  var, yaşlı anasını para vermiyor diye  öldüresiye döven   cani ruhlular var. Ama  bu insanların alayı böyle dedirtme bana...Getir şu parayı !!!!!
Yolda arkadaşım arıyor. Olayı anlatıyorum... Aman bi fırça yiyorum ki sormayın.  Ya adam spreyle beni bayıltsa,  eşim  bayıldı deyip alıp gitse ne yapacakmışım, yolda beni bi kenara attığına şükredermişim. Nasıl bu  kadar akılsızca bişey yapmışım...   Haklısın be gülüm...  Ama  ben böyleyim işte.. Elinde  "dolandırıcı geldi hanımmm" yazılı pankartla biri yanaşsa,  yine de   arkamı döner gider miyim emin değilim... Sanırım  ben cidden çok safım...





...........

Boşuna dememişler,
" Herşey olacağına varır.."
Eğer  müdahale eder, olağan akışı bozarsanız,
Ne kadar iyi niyetli olursanız olun,
Verdiğiniz zararı telafi edemezsiniz....






3.10.2013

KİMSEYE SONSUZ KREDİM YOK....

    
     "Orada alicenap bir duruş sergileyemedin" dedi... Başka biri söylese, bu cümleye bozulurdum. Enaniyetime  ters düşerdi. Ama biliyorum ki, objektif değerlendirmiş. ....." Doğru " dedim...
 (Aslında bu kelimeden kasıt,  birebir sözlük anlamı değildi elbette.. Yüce gönüllülük anlamında kullanılmıştı. Ortada onursuzca bir durum yok yani )
     Bu cümle çıkış noktası. Konu uzadı .. Kime, ne kadar, nereye kadar taviz verilmeli, hoşgörü tanınmalı ? Bunun  sınırı olmalı mı ?  Davranış tarzını belirlerken ölçü nedir ?
     Herkesin görüşü, doğrusu ,  tavrı elbette farklı olacaktır...
     Benim düşüncem, insan   kendi kişiliğine, doğrularına ( bu doğrular yazılı yazısız toplum kuralları da göz önünde bulundurularak, yaşanmışlıkların insana kazandırdığı değer yargılarının süzgecinden geçerek belirlenmeli )  ahlak anlayışına, insan ilişkilerine verdiği öneme  yakışır biçimde davranmalı her zaman.  Yani karşınızdaki buna değer mi değmez mi düşünmeyecekseniz.  Öncelikle kendi vicdanınızın sesi ve gereğidir yapılması gereken.. İyi, kendi zafiyetlerinden olabildiğince arınmış, her türlü kötü his ve düşünceden uzak durmaya çalışan  bir insanın ölçüsüdür bu. Karşı taraf bunu takdir eder ya da etmez o ayrı mesele...
     Ancak, hoşgörüde sınır tanımamak, insanın kendisine eziyet etmesi demektir.  Yok bu genelleme oldu. Şöyle düzeltelim, ben sınırsız bir hoşgörü tanıyamam kimseye.. Kim olursa olsun. İsterse canımın parçası , hayatımın anlamı, yaşama gayem...... gibi,  büyük büyük laflar ettiğimiz insan olsun karşımda farketmez... Çünkü unutmamak gerekir ki ben de insanım.. Demirden değilim ki.. Duygularım var, bıçak sırtında seyreden hassasiyetlerim var. Korumakla mükellef olduğum  ruh  ve akıl sağlığım var...
    Hoş görürsünüz, yapılan hatayı affedersiniz, görmezlikten gelirsiniz, amenna.. Belki bu  tavır, karşı tarafın kendisini sorgulamasına sebep olur. Belki durup, ben ne yapıyorum diye düşünür..... Ama bu tavrınız karşı tarafa cesaret veriyorsa, aynı tutumu sergilemeye devam ediyorsa,  hatasını anlayıp geri dönmüyorsa,   vicdanınıza deyin ki,  artık yeter...  Bu noktadan sonrasını ben kaldıramam. Ağır gelir.  Üstelik,  kendime karşı büyük bir haksızlık etmiş olurum. Hala aynı hoşgörüye devam edersem, yapılan haksızlığa veya kötü muameleye ortak olmuş olurum.. Zira, yapılan kötülüğe ses çıkarmamak , razı olmak anlamına gelir, suç ortaklığıdır...
Her ne kadar sabır ve sabırlı olmak  güzel hasletlerden olsa da, sınırsız olmamalı...
Bir yanağıma tokat atana, öbürünü çevirmek bana göre değil...İlkini affedebilirim, ikincisine dur derim..
Yüreğime ayak basan olabilir, verdiğim değere göre hoş görürüm.. Ama bir yere kadar....
Hiç kimsenin yüreğim üzerinde tepinmesine izin vermem !!!!
 





1.10.2013

..........



Kim kime yoldaş belli değil....
İzmir de,
 ben de 
ağlıyoruz...



30.09.2013

BEYAZ GİYME SÖZ OLUR, SİYAH GİYME TOZ OLUR....

Çok mu amiyane bir söz olur bilmem ama, hayata gol atmış gibiyim bu aralar. Pek bi huzurlu hissediyorum kendimi. Hatta dingin demek daha doğru olur.
İşte tam böyle  hissederken  duygular arasında çok ince bir çizgi olduğunu düşünmeye başladım. En azından benim  penceremden böyle görünüyor. Çok gülenin, gülmesi bitmeden ağlamaya başlamasının sebebi de  bu mu acaba ?
Yıllar önce bir arkadaşım demişti, " sevgi ne kadar yoğunsa, nefrete dönüşmesi o kadar kolay olur " diye. Şimdi demek ki, her şeyi kararında yaşamak lazım diyeceğim de...Demiyorum...Onun yerine amaaaaannnnn, ne farkeder, herşey bir gün gelip bitmiyor mu diyorum..İyi de olsa kötü de olsa miadını dolduran gidiyor. Olay, durum, duygu,  insan....hiç farketmiyor. Çok da sorgulamamak lazım belki de.
E be telve, mutluluğu da sorguluyorsun ya, kızım bi dur, yaşa, içine sindir...Sorularla kendini boğmanın alemi ne ?....
Konuyla  alakasız başlığa,  başlıkla alakalı bir parça.....:))







28.09.2013

............

Bu Eylül başka.....
Bambaşka..
Ağaçtan yapraklar düşerdi önceden,
Bu Eylül'de sen düştün yüreğimden ..






27.09.2013

...............

Bir mezar kazmak istiyorum..Yüreğimde kendi canına kıymış ne kadar insan varsa, hepsini toptan  gömmek ve üstünü toprakla örtmek istiyorum...




26.09.2013

BANA GELSİN....



Duru,
Tadı çok hoş,
Tıpkı berrak görüntüsü gibi..
Hep uzaklara bakan, hüzünlü gözlerin gibi
Yudum yudum içiyorum..
Gözlerimi kapatıp,
Bir iksiri içer gibi,
Ayaklarım yerden kesiliyor,
Ruhum hafifliyor,
Zaman dediğin nedir ki,
Sal yakasını, istediği yere aksın,
Seninle olduğum "an" bana yetiyor..
Her şarkıda,
Her şarkının tınısında , kokun burnuma geliyor,
İçime çekiyorum.
ve çoğalıyorum..
Bitmese...
Araya ayrılık girmese..
Aslında üzülmüyorum gidişine,
Sadece sabırsızlanıyorum,
Ya gelmezse korkusu liklerime işlerken,
Sözlerini hatırlıyorum..
"Elimi bırakma "...
Hayaline sımsıkı sarılıyorum..
Artık hazırım,
Bilmediğim diyarlarda çıkmaz sokaklara dalabilirim..
Ve sokak çalgıcıları..
Neydi sevdiğin  şarkı?
Umurumda mı,
Sıradakini bizim için söyle diyorum,
Ama bizden bi'şeyler olsun içinde..
Umudu harmanlasın hüzünle,
Öyle güzel söyle ki, o da duysun
Duysun ki, özlediğimi bilsin
Her neredeyse, kiminleyse,
Bana gelsin...






24.09.2013

...........

İzin ver gözlerine sere serpe uzanayım......
Ve baktığın her yerde, gördüğün ben olayım....




23.09.2013

BEYAZ PANTALON GİYMEYİN !!!

Oldukça kalabalık bir caddede, kol kola yürüyoruz..
Öyle derin mevzulara dalmadık..
Havadan  sudan, ama keyifli bir sohbet  bizimki..
Zaten onca insan yanımızdan  gelip geçerken, derinlere dalmanın pek de mümkünatı yok :)
Karşıdan gelen, biri 8-9 diğeri 11-12 yaşlarında iki çocuk, bize iki adım kala, hafifçe yere eğilip, ağızlarındakini  püskürtüyorlar, ardından sinir bozucu bir kahkahayla...
Öyle gülmekten kendilerini tutamayıp yaptıkları bir hareket değil..
Ne zevk aldılarsa ,   üstümüz başımız  özellikle pantalonlarımız   pembe- mor, garip bir renge bürünüyor...
Vişne suyu gibi bişey sanırım..O anda ellerinde ne var bakmak aklıma gelmiyor..
Sinirleniyorum..
Üstümün başımın batmasına değil, yıkarsın geçer, geçmedi, atarsın olur biter..
Beni sinirlendiren, aymaz tavırları..
Utanmazlıkları...
"Beğendiniz mi yaptığınızı? " diyorum...
Etraftan bizi görenler,  "cık cık " deyip, çocuklara kızıyorlar..
Durup tartışmanın anlamı yok, yola devam ediyoruz..
Ama o kadar pervasızlar ki, arkamızdan bağırıyorlar,
" Siz de beyaz pantalon giymeseydiniz  !!!"
Beyazlara gelesiniz  diyesim geliyor  ( anlamını bilmiyorum gerçi :))
Yanımdaki söyleniyor, " şu kadar para verdim,  daha ikinci giyişim, ya çıkmazsa bu lekeler ? "
Çocukça haşarılıkları anlarım..
Ama bu  komşunun bahçesinden gizli gizli erik koparmaya, kapının ziline basıp kaçmaya benzemiyor...
Arabaları anahtarla çizmek, camları taşlayarak kırmak, kartopunun içine taş koymak  çocukça haylazlığı aşıyor..
Çünkü işin içinde başkasını rahatsız etmek var, zarar vermek var, canını yakmak var...
Acaba diyorum,
Çoluğuna çocuğuna, eşine şiddet uygulayanların çocuklukları böyle miydi?
Yolda kendi halinde dolaşan kedi- köpeği tekmeleyerek öldürenlerin,
Trafikte yol verme  yüzünden tartışıp arbede çıkaranların,
Üç kuruş için adam bıçaklayanların,
Sahte belgelerle adam dolandırmaya kalkanların,
Hırsızlık yapanların,
Kız arkadaşını, eski eşini / sevgilisini hunharca öldürenlerin...
Yolda kaza yapıp, yaralıyı hastaneye yetiştirmek yerine, bırakıp kaçanların çocuklukları böyle miydi ?
Belki olayı abartıyorum..Ama insan yedisinde neyse, yetmişinde de odur sözü geliyor aklıma...




22.09.2013

...........




Canımı yakıp,
Duygularımı görmezden geldiğinden  beri,
Tüm hislerimi dumura uğratıp,
Ruhuma kıyasım var...





20.09.2013

..........

    Bir insanın aldığı eğitim, edindiği tecrübe, vardığı nokta ( makam, mevkii) , insanları, olayları ve hayatı doğru yorumlamasını sağlamıyorsa, ben onun sahip olduklarına " donanım" diyemem. Yaptığı sadece bilgi hamallığıdır......




16.09.2013

HAYATIN SÜRPRİZLERİ..

   


    Sen sardalya almak için evden çık, bulamayınca da, balıkçının yanındaki manavdan  kırmızı pancar alıp eve dön..Olacak iş mi ?..Şimdi ben hayat insana beklediğini, beklediği zaman sunmuyor, hep bir  sürpriz peşinde deyip, felsefi bir giriş yapar, bir güzel de devam ederdim ama..... Hiç keyfim yok..
    Asıl sürprizi pazar günü yaşadım çünkü. Acaba bayramda ne yapsak, nasıl değerlendirsek planları yaparken,   acı bir haberle  kendime geldim...İşte hayat dediğin bu..Bir taraf keyif sürme peşindeyken, başka birinin  evine ateş düşüyor.. Kendisini tanımazdım, hiç yüz yüze bile gelmedik..Ama eşiyle  görev  icabı,   bir başka şehirde 3 ay beraber aynı pansiyonda kalmıştık. Beraber yedik içtik,  sohbet ettik....Çok çok iyi bir insan. Kendi halinde,   sessiz sakin bir beyefendi. Eşi pazar sabahı   balkondan düşüp hayatını kaybediyor. Geride acılı bir eş, annesiz bir genç kız bırakarak...
     Acaba O'nun ne  hayalleri vardı...Yapmak istedikleri, yapamadığı için üzüldükleri neydi ?  Son anlardaki ruh hali?  En son ne düşünmüş, ne söylemişti ?  Kimlere kızmış, neye mutlu olmuştu?
     Birine çok kızdığımız bir anda, kırıldığımızda , 5 dakika sonra öleceğimizi bilsek ne yapardık ?   Öfkelenir miydik aynı ölçüde.. Ya  çok sevdiğimizi düşünürken, az sonra ayrılacağımızı bilsek ?   Bilsek farklı olurdu elbette, ama kestiremiyoruz ki...Ölüm hep uzak gibi geliyor bize.. Oysa ki belki de nefesi ensemizde, bilemiyoruz, hissedemiyoruz. Sanırım   bu hayatın bize yaptığı en büyük iyilik. Kim ne zaman öleceğini bilerek yaşamak ister ki ?
     Şimdi ben  bir kaç güne kalmaz normale dönerim.. Yine eski kahve telvesi.. Huysuz, dengesiz, kırılgan.... Üzülürüm,   söylenirim, öfkelenirim... Unuturum hayatın ne kadar kısa olduğunu...   Ruhun dingin olmasını gerektiğini bile bile, fırtınalar kopartır, kasırgalar estiririm iç dünyamda...  Unuturum,  hiç bir şeyin aslında üzülmeye değmediğini...   Her anımı  son anımmış gibi  yaşamanın keyfini süremem.. Affedemem kolay kolay..Sırtıma yeni yükler alırım... Ben kendimi biliyorum, yaparım...
    O gencecik kıza üzülüyorum şimdi...Ne yazık ki, O, uzun süre atlatamayacak bu travmayı..   Hep boynu bükük kalacak.....





15.09.2013

BÜYÜMÜŞÜM..



İçim acıyor desem usulca,
ne kadar diye sorsan,
kollarımı açıp iki yana,
küçük bir çocuk masumluğuyla,
işte bu kadar desem...
işte böyle kocaman.....
acıyor..
elimi koyup,  gözlerimi kapayıp,
susuyorum...
ağzımdan çıkacak her kelimeye düşmanım şimdi ..
sözler,  yarama kezzap misali...
içim oyuluyor konuştukça...
farketmemişim..
meğer ben büyümüşüm..
öğrenmişim ayak sürüye sürüye gitmenin ne olduğunu,
ve  aşktan  önde tutmuşum gururumu..
şimdi,
bekliyorum ..
geçecek,  hüznüme  katık yaptığım günler biliyorum..






.........

yaralı bırakmamalı insanı..
ya yarasını sarmalı,
ya da çekip vurmalı.....





.............

yerçekimi çok kısa bir an için ortadan kalksa.....
tutunacak dalı olmayanlar uzay boşluğuna savrulsa........




13.09.2013

..........



Bazen öyle bir kırılıyorum ki...
Tuz buz oluyor ruhum...
Dört bir yana dağılıyorum
Toplayamıyorum...




..........





Aşkla gurur bir arada barınamıyor sanırım...
Birinin olduğu yere, diğeri uğramıyor.....




HERŞEYİN / M



Ben sana yol olmak istedim..
İstediğin menzile seni ulaştıran..
Kim varsa gönlünde, seni O'na kavuşturan..
Bazen sarp kayalıklara varsa da sonum, ayağına dikenler batsa da ,
 Benden vazgeçme istedim..
Seni bir pınarın başından geçirip, içini ferahlatmak istedim
Yangınını söndürmek..
Ben sana yol olmak istedim.. 
Her sapakta şaşırtmak,
Ulu bir çınarın gölgesinde rüyalara daldırmak...
Bulut olup ,
Sağanak sağanak yağmak....
Ben sana yoldaş olmak istedim..
Hasbihal etmek seninle,
Yüzündeki gülümseme olmak,
İçini ısıtan  neyse, işte o olmak istedim...
Uğruna koca bir ömrü harcamak istediğin
Hayalin olmak istedim..
Gecelerde huzur bulduğun yalnızlığın,
Kalabalıkta  sığınağın..
Masum bir çocuk yüzündeki gülümsemen olmak istedim..
yaramaz bakışlardaki gamzen,


Benim herşeyimdin, senin herşeyin olmak istedim....







DÜŞÜNCE AÇLIĞI....

     Bazı insanların sadece mideleri değil, düşünceleri de doymak bilmiyor.. Ya da mantıkları diyelim...
Efendim şöyle ki,  ara ara  gündeme gelir bu konu. Derim ki, herkes bir değil. Olmak zorunda da değil.. Böyle bir şeyin imkanı da yok. Nasıl ki yüzlerimiz farklı, karakterlerimiz de öyle işte. Bunda anlaşılamayacak bir şey yok ki.. Hele ki  farklı olanı kendimiz gibi yapmaya çalışmak,   abesle iştigalden başka bir şey olamaz..
     Uğraşıp , elinden geleni yapıp,   hatta her yolu deneyip çözemediğin  sorunu hayatından çıkaracaksın..Bunu yapamıyorsan o sorunla yaşamayı öğreneceksin. Kendine işkence eder gibi değil ama....
    Elbette atıp tutmak kolay. Asıl maharet hayata geçirmekte..Sızlanıp durmaktansa, bunun için uğraşmak  en doğru olanı...






12.09.2013

..........

kırıntıları toplamak, iz sürmek, izine yüz  sürmek.. yeter mi sanıyorsun..




11.09.2013

........

bitiyormuş işte, bitiyormuş..
hiç bitmez dediğin dertler de, küllenmez dediğin sevgiler de zamana  yenik düşebiliyormuş...





BÜYÜK BULUŞMA...


       Bloglarla   tanışalı ne kadar oldu bilmiyorum. Ama farklı bir aleme açılan geniş bir pencere burası benim için. Her insan ayrı bir dünya. Yazılarından, yorumlarından  tanıdığım bir çok insan oldu.  Elbette ayrıcalıklı olanlar da  var aralarında.. İşte o arkadaşlarımdan biriyle, yazdığım bir yazının dikkatini çekmesi sonucu, önce mail ile başlayan yakınlaşmamız, telefonla da sürdü. Gerçi müthiş bir trafik değildi ama, sesindeki  pozitif enerjiyi almam ve içimin ısınması için yetti  bir iki konuşma..
       Efendim, şimdi bu zat-ı şahane çok koştu peşimden.. Her yorumunda "kahve içelim", "ne zaman içiyoruz", " hadi daha içmiyor muyuz" türünden serzenişleri artınca, kıyamadım.  Aradım ve çarşamba müsaitsen görüşelim dedim. Uzun zamandır bu anı beklediği için, hayır diyemedi elbette ki :)
       Daha salı akşamından , keyifli bir buluşma olması için kendime telkinlerde bulunmaya başladım. Yok yok, öyle " sakın gazoz  içme, pul koleksiyonu göstermek isterse, evine gitme...." türünden değil elbette.   Malum karşımızda mühendis olacak,   konuşurken lafını sakın bölme, çok suskun durma ki " ohooo bu ölmüş de, cenazesini kaldıran yok" demesin..  Ya da " avukat değil mi, susmak bilmedi "  şeklinde  blogunda  yazı falan yazmasın..
      Neyse, uzatmayayım sakın okuyucu,  bu sabah buluştuk. üstelik beni teeeee Bornova'dan Balçova'ya kadar getirdi.   Hadi dedim,  deniz kıyısında oturalım bari.  Madem o kadar yol geldik :) Yukarıdaki resim, salaş olmasına  rağmen , manzarası nedeniyle çok hoşuma giden   sohbet mekanımızın resmidir. 
     Sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi , çok güzel, sıcak ve keyifli bir konuşmamız oldu. Beraber geçirdiğimiz  saatler su gibi akıp gitti.  Kah edebiyattan, kah bloglardan konuştuk.. Kendi elleriyle yaptığı ,   ebru çalışmasının  güzel bir örneği olan kitap ayracını hediye edince ,  boş gittiğime bir utandım ki sormayın. 
      Seni tanımaktan, yüz yüze görüşmekten  müthiş bir keyif  aldım sevgili N. Narda.  (http://mavikalemdekiler.blogspot.com/)  ..  Umarım  daha sık  oturur, sohbet ederiz... 
Not: Hesabı bana ödetmeyeydin iyiydi..( sana blogda yazarım demiştim :))  Neyse, çok yakın zamanda çıkaracağını ümit ettiğim, hatta emin olduğum hikaye kitaplarından birini imzaladığında ödeşmiş oluruz... Sevgiyle...
     


10.09.2013

SENİ DİNLİYORUM...




Tıkadım kulaklarımı evrenin tüm seslerine...
sadece seni dinliyorum...
saçlarına taktığım yıldızları tek tek göğe fırlatıp,
gözlerindeki alevi külleyip,
seni dinliyorum...
kelimelerimi soyup  tüm duygularından
ve anlamlarından
teslim ettim avuçlarına..
şimdi sen giydir onları,
seni dinliyorum..
artık  ne kokunu teslim ettiğin rüzgar var arkanda
ne yaslanıp huzuruna bandığım gölgen...
ellerin...hala güzel mi?
başına taç yaptığım gök kuşağını siyaha boyadım,
seni dinliyorum...
kapının eşiğini çoktan bıraktım ben,
yönümü kuzeyden esen sert rüzgara çevirdim..
dönüp bakmam , 
şu yüreğimi söker atarım da, geri adım atmam...
seni dinliyorum...
ya bir kelam et, çevir yolumdan,
ya da sus, çık git  aklımdan.....







9.09.2013

..........

Hiç durmadan konuşmak isterken, susmak zorunda kalmak çok kötü...
Ama anlaşılamayacaksa insan, susmayı da bilmeli...
Ya da konuşmak çözmüyorsa problemi...
Sustum...








..........

Bazen çok fazla sorgulamamak lazım galiba olup biteni...
Herkesin kendine göre vardır elbette bir  gerekçesi..
Gidenin ardından üzülmek yerine, ne kazandım, ne kazandırdım demek daha doğru. Kazanç varsa ne ala, yoksa  zaten gidenin yoktur ki bir önemi...
Hayat devam ediyor, her şeye rağmen...
Film şeridi gibi...
Film sahnesi gibi...
Rolü biten elbette çekilecek kendi köşesine..
Ve belki, gidenin hayatında da bizim rolümüz bitmiştir...
Şimdi  kendi sahnemize dönme vakti...








6.09.2013

...........

Ferhat olup dağları delmeni değil, karşımda  dağ gibi durmanı istiyorum....
Aşılmaz olmanı değil, heybetinle güven vermeni istiyorum...






4.09.2013

BEN GELDİM......


Dün akşam müthiş bir keşifte bulundum..Benim işitsel zekam yok !!!
Bunu söylediğimde G. "o ne demek ilk defa duyuyorum" dedi. Durur muyum hiç, başladım atıp tutmaya.. Benim anlamam içim gözümle görmem lazım. Yoksa söylenenler bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor. İşte bu sebepten,  ışıklara geldiğinde ikinci sağdan dön, ilk sola sap.... diye uzayıp giden adresi bulamadım ve kayboldum tabi ki..
İyi ki de kaybolmuşum. Müthiş keskin kekik kokuları arasında dolandım bir süre.. Bir koku bu kadar mı güzel olur. Sanki bütün hücrelerimde dolaşıp , içimi tazeledi.  Buralarda ( az ilerideki dağlarda )  kekik mi var acaba diye düşünürken, öğrendim ki baharat fabrikasından geliyormuş koku...
Oysa bu kalabalığın içine girmeden daha bir kaç gün önce tatildeydim ben.. Sessiz, sakin ,  bahçedeki akşam sefalarıyla, her sabah kahvaltı için dalından kopardığım tazecik biberlerle haşır neşirdim. Uzun yıllar sonra ( sanırım 4 yıl oldu )  ilk defa denize girdim bu sahilde.  Korktuğumun aksine su soğuk değildi. Ve girer girmez nefesim kesilmedi. Zaten ya Mayıs ya da Eylül ayında  deniz  tam benim istediğim  ayarda oluyor.  Hafif dalgalı denizde  kendini sırt üstü bırakıp, gözlerini kapattığın anda, o  denizin sesi her şeye iyi geliyor. Dinlendiğini hissediyor insan...
Ve ben bu yaşıma geldim, ilk defa gece gökyüzünü gördüm..  Evet evet ilk defa. Elektriğin kesildiği bir akşam, başımı yukarı kaldırıp baktığımda inanamadım gördüğüm güzelliğe.  Şimdiye kadar görmemişim hiç. Nasıl kaçırmışım  diye hayıflanmadan edemedim. irili ufaklı  binlerce yıldız. Farkedemiyoruz şehrin ışıklarından. Kim bilir daha neleri kaçırıyoruz,  bakıyoruz ama görmüyoruz..
Kısacası uzun bir aradan sonra geri döndüm işte..




19.08.2013

KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR....



Tavsiye üzerine film izlerim genelde.. Ama bu defa tam tersi oldu. sakın izleme ısrarına dayanamayarak izledim...
Ama film değildi izlediğim.  İran yapımı, Irak  savaşında mülteci kampındaki çocukların dramı. Muhtemelen senaryo falan da yazılmadan, direkt  küçücük, masum çocukların hayatından bir kesit. Mayın toplayarak karınlarını doyurmaya çalışan, bunu yaparken de mayınlar yüzünden kollarını, bacaklarını kaybeden çocukların  dramı.İnsanların nasıl insanlıktan çıkabileceğini,  gözü dönmüşlerin  çıkar kavgası sırasında  en çok bedeli ödeyenlerin   çocuklar olduğunu anlatan  ve mutlaka izlenmesi gereken bir  yapıt..Savaş sonrasında çekilen ilk  film..Üstelik bu savaşı bizzat yaşayan çocukların rol aldığı,  kendilerini anlattıkları , rol yapmadıkları, bizzat  kendilerinde olan korkuyu, çaresizliği, masumluğu yansıttıkları bir film.






Bu filmi izledikten sonra   içinizde hep bir sorgulama olacak, olmalı..Şu an acaba dünyanın hangi köşesinde   bir çocuk ağlıyor ? Hangi çocuğun canı yanıyor ?  Ve bu yaşanan travmaları  atlatabiliyor mu bu çocuklar ? Hiç bir şeyden korkmadan uyuyabiliyorlar mı ? Geleceğe ait umutları, hayalleri kalıyor mu ?
Ve Agrin....Amerikalı askerlerin tecavüzü sonucu hamile kalan, kendi çocuk haliyle çocuğunu bir türlü benimseyemeyen,  ondan kurtulmanın yollarını arayan, bu çaresizlikle tek başına mücadele etmeye çalışan Agrin....Daha nice Agrinler neler yaşıyor acaba ? Dünyada tüm bu olup bitenlerde bizim sorumluluğumuz ne ? Sessizliğimiz kimlerin içini acıtıyor ? Ve Agrin'in kollarını kaybetmiş ağabeyi...  Bebeğe bir şey olacak diye ödü kopan, kızkardeşinin bebeğe kötülük yapmasından korkup buna engel olmaya çalışan ama elinden hiç bir şey gelmeyen çocuk ağabeyin çaresizliği, insanın içini kezzap gibi delip geçen gözyaşları...
"Bizim büyük çaresizliğimiz" demek geliyor içimden.. Olan bitene engel olamama çaresizliği değil bu..Tam tersine neler olup bittiğinden haberdar olamama çaresizliği.. Hayatın tuzu biberi olan problemlerle baş edemeyip, kendi kabuğumuza gömülme acziyeti belki de.. 
Sokakta koşup oynaması gerekirken, kollarını bacaklarını kaybetme pahasına, para kazanmak için mayın toplayan bu  yetim çocukların hayatını  izleyin..
Savaşın soğuk değil, yürek yakan  yangınını görün...
Hiç bir şey yapamıyorsanız, en azından   bu çocukların hayatını cehenneme çeviren , hayatlarını karartan, umutlarını çalan her kim varsa, karışan, tetikleyen, susan, görmezden gelen.... Lanet edin...
Lanet olsun bir fidanı ezene, boynunu bükene, kolunu kanadını kırana....







Film oldukça bol ödül almış.. İşte bu ödüllerden bazıları..
2006 Oscar ödülleri için, en iyi yabancı film ödülüne adaylık,
52. San Sebastian Film Festivali Altın İstiridye ve En iyi Senaryo Jüri Özel Ödülü
55. Berlin Uluslararası Film Festivali Barış Ödülü,
5.Tokyo Filmex Film Festivali  Agnes B. ve Jüri Özel Ödülü
19. Fribourg Uluslararası Çağdaş Film Festivali Seyirci Ödülü, E Changer Ödülü,
Mexico City Uluslararası Çağdaş Film Festivali La Pieze ve Seyirci Ödülü..







GİTMEDİN AMA GELECEKSİN...

geleceksin biliyorum..
ama bunu derken , aslında gitmediğin gerçeğinin de üstünü örtmek istemiyorum..
yani aslında gitmedin ama yine de geleceksin.
nasıl ki bende kalan, benimle kalan,  bana kalan  ne varsa  , sen yokken hükümsüzdür.
senden eksilen, senden giden, senden  kopan, seni bırakan da seni hükümsüz kılar...
tıpkı sen olmadan, senden kalanların bana yetmemesi gibi..
ya da sensizliğin  beni   tüketmesi gibi...
yavaş yavaş yanan bir mum gibi..
ardında bıraktıklarınla asla gitmiş olamayacağın gibi..
tamamlanmak ve var olmak adına geri geleceğin gibi..

yokluğunda yalnızlığa esir oluyorum..
sen yanımdayken alabildiğine hür..

                            o halde gel ve bende hüküm sür..




.........

Nice susuşlar biriktirdim sana.....



15.08.2013

YALNIZLIK...


Düşününce içimi en çok acıtan şey...
Dört duvar arasında  yaşayanların , farklı anılara, farklı acılara, farklı hayatlara sahip olmaları ve bunu tek başına yaşamaları...
Kalabalıklar arasında yalnızlık, iki kişili yalnızlık.....İşte bu klişe bulduğum sözler ne çok şey anlatırmış meğer..İlişkilerin niteliği ne olursa olsun, adına ne derseniz deyin, yüzeysel ise eğer,  insanın sırtında sadece bir yük olmaktan ileri gitmiyor. İster  eş deyin, ister ana- baba, ister kardeş, arkadaş..... Bir insanın hayatına dahil olduysanız hakkını verecekseniz...Yok,  gözlerine bakmadan konuşacaksanız, kelimenin ardında gizleneni bulmayacaksanız, rica ederim yer işgal etmekten boşa şagillikten vazgeçiniz...Vazgeçelim...
Yalnızlık güzeldir ama bazen.. İnsanın devinim kazanması, kendisini sorgulaması, herkesten önce yargılaması için de şarttır aslında.. Ama bir kenara çekilmekten öteye geçip, kör bir kuyuya mahkum ettiyse, yalnızlık   insanın içini kemiren, yavaş yavaş yok eden bir hastalık halini alır...
Bir yere , bir vasfa sahip olmak bu kadar kolay, bu kadar ucuz olmamalı..Bedel ödeyelim demiyorum, hakkını verelim diyorum...
Aslında öfkem kendime...Kimseye değil bu sözler.. İç muhasebe olarak algılayın..
Kaçırıyorum ayrıntıları. Bazen o kadar çok dalıyorum ki iç dünyama,  kim nerede, ne yapıyor  görmüyor gözüm.. Kendimle baş başa ama kendimden ari... Nasıl bi'şey ben de çözemedim.. Bir noktaya saplanmak gibi.. Unutmak,  atlamak,  savsaklamak ...Beraberinde bu geliyor işte..
Zaman hızla akıp geçiyor..
Daha önce demiştim ki, aheste yaşamak gerek hayatı...
Şimdi de diyorum ki, ruh aheste yaşasın.. Dingin olsun her daim.. Huzur yaysın hem kendisi hem çevresi için. Ama duygular....Ama düşünceler...Ama  tavırlar...
Acele etmek lazım...Uyanık olmak...
Sevdiklerimizin, sevenlerimizin içinde neler olup bitiyor   görmek zor değil ki.. Bir bakış, bir sözcük ele verir dikkatli baktıktan sonra..
Gözden kaçırdığım  her şey için üzgünüm...İhmal ettiğim her şey için...