12.02.2013

OKUMA OBEZİTELİĞİ..

    
 Şimdi böyle bir şey de mi varmış diyeceksiniz.. Var veya yok bilemem, ama aklıma bu tanım geldi, bence gayet de mantıklı...Bir zamanlar böyle bir  " hastalığım" vardı evet.. Çocuk yaşlarda başlayınca okumaya, imkanlar da şimdiki gibi değil tabi.. Yani maddi imkanlar yanında, okunacak materyal konusunda da  bu kadar  geniş imkanlara sahip değildik.. Her fırsatta itiraf ederim. İlk okumaya başladığım kitaplar, resimli çizgi roman tarzında kitaplardı. Daha açık bir dille Texas, Tom Miks, Zagor, Fantom......kültürü yani. Aslında bu kitapların her hangi bir zararını görmedim şimdiye kadar.. Ama şuur altıma gelip yerleştilerse  bilemem.. Eh, bunca şeyi içinde barındıran şuuraltım, varsın bunları da ihtiva ediversin, eline mi yapışır...
   Ama bir sonraki aşama, yani Kemalettin Tuğcu kitapları tartışılır...Elbette bu konunun ehli değilim. Şahsi kanaatim, şimdiki aklım olsa bir- iki tanesini okur geçerdim. Şimdikinin Zaman Öyle de Geçiyor, Böyle de Geçiyor dizisi gibi, bu kadar iç mi karartır bir seri.. Tamam kabul, çoğunun sonu mutlu bitiyor, kabul, insana hayata dair çok güzel fikirler empoze ediyor. Ama o kitapları okuyan, hayatı boyunca diken üstünde yaşar sanırım..Ne zaman başıma bir iş gelecek te  kuru ekmeğe muhtaç olacağım diye.. ..İşte burada " Bu günün  bir de yarını var.....Mutluyduk belki  bugüne kadar, ya sonra...." diye  hatırladığım şarkı iyi gider  :))
    Tabi araya klasikler, yerlisi, yabancısı girdikten sonra, Oblomov ile başlayan bir Rus edebiyatı rüzgarına kapıldım.. Yine seçmece yapmadan kendi kafama göre, Allah ne verdiyse... Mesela, evli bir kadına aşık bir gencin, her çıkmaz karşısında söylediği bir söz vardı " Neyse ki ölüm var... "  ya da  "Nasılsa ölüm var " mealinde bir cümle.. Bak bak, dediğine bak şunun hele... Ölüm olunca ne olacak, sıkıştığın yerde alnına silah mı dayayacaksın...Ölüm kurtuluş olabilir elbette çoğu çıkmaz karşısında.. Ama tercih edilecek bir yol, seçenek gibi görülmemeli hiç bir zaman.. sadece kaçınılmaz bir sondur, o kadar...
   Elbette ki belirli bir yaştan sonra, ne okursanız okuyun kafanızın karışma ihtimali zayıftır. Çünkü düşünce yapınız belli bir seviyeye ulaşmış ve oturmuştur. Okuduklarınızdan neyi alıp, neyi almamanız gerektiğini bilirsiniz.. Muhakeme edersiniz, mantık süzgecinden geçirirsiniz, ayıklarsınız..Ama daha yolun başında olan genç beyinler için aynı şeyi söyleyemem. Nasıl ki, mideye her bulduğunuzu indiremezsiniz, sağlığınızı bozar, rahatsız eder.. Kitap da öyle bence. İnsan  okuduğunun beyninde oluşturacağı tahribatı da göz  önünde bulundurmalı.. Hele ki  yetişmekte olan bir çocuğu varsa... Tabi burada sanki kitap okuya okuya ölüyorlar da kontrol etmesi kaldı diye düşünenler de olabilir. Doğru, yeni neslin kitaplarla arası pek barışık değil ne yazık ki...Ama bu,  bir milletin geleceği için ciddi bir tehlike.. Kitaptan, sinemadan, tiyatrodan ve sanatın diğer dallarından bi haber yetişen neslin oluşturduğuna "güruh" diyebiliriz ancak..
    Bir de  deli gibi okumanın  çok faydası olduğunu da düşünmüyorum.. İnsan okuduktan sonra bir müddet kenara çekilip, okuduklarını özümsemeli.. Muhakeme etmeli.. Üzerinde epeyce bir kafa yormalı.. Benim savunduğum görüş, okuduğunuz kitaptaki cümleleri aynen tekrar edemeyebilirsiniz, hatta kişileri ve olayları yeri geldiğinde unutabilirsiniz, karıştırabilirsiniz. Ama bitirdiğiniz bir kitabın size ne kattığını, neleri düzelttiğini, neleri çoğalttığını  tefekkür  etmelisiniz. Ve bunları da yapabilmeli bir kitap.. Madem ki yol göstericidir, yolumuza vuran ışık gibi olmalı, aydınlatmalı, işimizi kolaylaştırmalı...
     Okuyalım, okumaktan  zarar gelmeyecek şekilde okuyalım... Kitap obezi olmaya da gerek yok...
 







YETENEĞE SAYGI...


Ne sağlam kalbim varmış....Yoksa sen mi  çok yeteneklisin...Kır kır bitiremedin, hala kıracak yer bulabiliyorsun...Yok yok, ödülü benim kalbim değil, senin  kalp kırma yetenek ve azmin   hak ediyor...Ayakta alkışlıyorum seni....





11.02.2013

AHHHH...

Bir " ahhh" daha saldım semaya.. Duyulur duyulmaz bilemem..
Bildiğim tek şey, hiç bir " ahhh" kaybolmaz...
Zamanı geldiğinde yerini bulur  elbet...





10.02.2013

ÇATINIZ SAĞLAM MI ?


Bir evi istediğiniz kadar süsleyin..
İçini bir güzel tezyin edin...
Lüks ve zevkli eşyalarla döşeyin..
Çatısını kaldırdığınız anda
O güzelliklerin hiç bir hükmü kalmaz..
Güneş alır, yağmur alır..
Tipi olur, boran olur..
İçini korumak kolay olmaz..
Viraneye döner..
Tüm o güzellikler zamanla söner..
Tıpkı ilişkiler gibi..
İlişkinin çatısı saygıdır..
Saygı kalktığı anda aradan,
Kimseye hayır gelmez o sevgiden, bağlılıktan..
Her güzel duygunun yerini öfke alır, nefret alır..
Bir birini sevenler , sanki düşman olur..
Sevdiğiniz kadar saymayı öğrenin..
Hatayı herkes yapar, 
Yeter ki siz telafi etmeyi bilin..











9.02.2013

MUTLULUK İÇİMİZDE ( Mİ ? )



Kötü bir gündü..İyi ki kötüydü diyesim var bir yandan..Bol bol  düşündüm, sorguladım, yargıladım, kendimce bir sonuca vardım..
Efendim,   çoğu insanın  gayesi belli ...Mutlu olmak. Her ne menem bir  şeyse bu, aklımızı, fikrimizi, enerjimizi, vaktimizi hep ona hasreder olmuşuz. Ama finiş çizgisini geçenimiz pek az. Artık gerçekten mutlular mı, yoksa kuyruğu dik tutma  gayretiyle öyle bir görüntü mü sergiliyorlar bilemem.. Bildiğim bir şey var ki, yanlış yerde arıyoruz. Kimi çok para kazanıp, yaşam kalitesini yükseltince mutlu olacağını zannediyor. Kimi okulu bitirince, kimi iyi bir işe sahip olunca, sevdiği ile evlenince, güzel bir evi olunca....vs. vs. vs.
İşte ben de bu yanılgıya düşmüşüm... 
Mutluluğu ne başka birine,
Ne makama mansıba,
Ne paraya pula
Ne şana, itibara bağlamayacaksın arkadaş...
Mutluluk senin içinde...
İyi de ben neden göremiyorum bu  içimdeki mutluluğu ?
Araştırmacı gazeteci kişiliğim (!) onu da çözdü merak etmeyiniz.. İçimdeki çocuk , ilgisiz kalınca sanırım onu oyuncak bildi ve sakladı.. Evet evet kesin sakladı.. Ver diyorum, yalvarıyorum, tehdit ediyorum, ı ıhh bana mısın demiyor..
Peki dedim kabul.. Salarım kendimi, bırakırım dibe doğru.. Ne kadar çabuk ve derinlere inersem o kadar kolay olur dedim yüzeye çıkmam ..ne dipsiz bir dipmiş mübarek , in in bitmiyor.. Hayır bir şey değil, bronşiyal astım var bende.. Çok fazla nefesimi tutamam ki. Zaten ben o doktora da dedim. " Bak bir aydır usluyum, yaramazlık yapmıyorum,  yazın  oraya, not düşün " dedim. Havalı havalı, "ben bilirim sizleri " dedi. " Azıcık iyi oldunuz mu başlarsınız yine"... Al işte, sen bana güvenmedin mi, ağır geldi  , başladım yine.
Neyse efendim...Sonra bir bakıyorsunuz ki, ortada bir yerlerde kala kalmışsınız.. Nereye yakın olduğunuzu kestiremiyorsunuz bile..Aşağı mı inmeliyim, yukarı mı çıkmalıyım.. İşte tam bu noktada yalnızlık denen bir karanlık çepeçevre sarıveriyor etrafınızı.. Şimdi birinci adım, mutluluğu hiç kimseye, hiç bir şeye bağlamayacaktık ya... Hah işte ikinci adım da, kimseden size el uzatmasını beklemeyeceksiniz. Beklediniz mi yandınız demektir. Bu kadar sosyal olup, bu kadar yalnız kalan başkaca da bir  canlı mevcut değildir sanırım. Yine  kendiniz karar verip, kendiniz uygulayacaksınız.. Çünkü böyle zamanlarda beyaz atlı prensler, süpermenler .... Yani diğer bilumum kurtarıcılar  ortalıktan yok oluyorlar ... Her türlü doğal afet için çanta hazırlayıp bir kenara koyan insanoğlunun bir de bunalım için böyle bir hazırlığı olmalı bence...Mesela, kendini her açıdan güçlü, kararlı, huzurlu, mutlu....hisseden insan,  dibe çöküş anları için bir yazı hazırlayıp koymalı ki, ihtiyaç anında alıp okusun, kendine gelsin, güç kuvvet kazansın.. Fonda  güzel bir müzik, keyfini yerine getiren yiyecek ya da içecek ( ille de  çikolata olması gerekmez efendim....  bir de acılı, ekşili şeyler deneyin :))  Ha bir de  filmlerden özenti demeyin,  insanın sığınağı olmalı.. Kendini iyi hissettiği bir yer, konum, durum...Oradayken tüm olumsuz düşüncelerinden sıyrılabildiği bir yer...Bunları iyiyken ayarlamak lazım ki, kötüyken elimizin altında oluversin hemencecik...Yoksa  " Telvesi...Kahve Telvesi... Bunalımda olmadığı zamanlarda, bunalımda olamamanın verdiği üzüntüyle bunalıma giren kadın" modunda dolaşır durursunuz benim gibi....
Uzun lafın kısası,  yatırım yapmak şart... Zor günler için.. Zor günlerde yıkılıp kalmamak için, toparlanmak için....
Sevgiyle....










8.02.2013

:((((

Hayat izin ver bugün susayım, kendimi toplayayım...Yarın yine kaldığımız yerden ... Sen  beni hırpalamaya devam edersin.. Ama izin ver bugün susayım...







7.02.2013

DİLEK TUTACAKTIM...



Bu gece gökyüzüne bakacaktım...
Hani olur da bir yıldız kayar, görürsem,
Dilek tutacaktım..
Meğer sen kayıp gitmişsin  ellerimden...









MIZIKÇI...

Bütün yalanların seni sobeledi...
Artık oyunda değilsin...






6.02.2013

5.02.2013

İKİYÜZLÜ MÜYÜZ ?

   Garip bir alem bu sanal....
   Hani insanların kediyse  aslan, aslan ise   kral göründüğü...
   Bilerek veya bilmeyerek, kişiliğinden  fersah fersah farklı bir tavır sergilediği...
   Ayıplarını, hatalarını,  eksik yanlarını sümen altı edebildiği,  dışta gayet saygın  ve aklı başındayken , zaaflarını, sefih duygularını ortaya döküp besleyebildiği bir alem...
    Eşine, kız arkadaşına karşı  olabildiğine kaba ve anlayışsız  iken, hiç tanımadığı, kahrını çekmeyen,  kendisine karşı gönül borcu taşımayan birine karşı oldukça centilmen , düşünceli ve romantik olabildiği bir yer sanal alem...
      Hayalinde ne varsa, içinde ne gibi bir ukde kaldıysa giderebildiği,  teknisyen iken, mühendisim diyebildiği,   sağlık memuru iken doktorluğa terfi edebildiği bir yer sanal alem...
     Ama bir de işin farklı bir yönü var ki , gerçek dünya ile sanal alemdeki kişilik farklılığınız elinizde olmaz. Ya da yapmacık, bilinçli  değildir. Olaylar sizi belli bir noktaya  sürükler.
    Mesela arkadaşım  "S " der ki,  "blogda melankolik yazılar yazıyorsun ama gerçekte konuşurken yeri geldiğinde keyifli olabiliyorsun, gülebiliyorsun da ..."  Bu sadece bana has bir durum olmasa gerek.. Blogta yazı yazıp ta farklı kişilikler sergileyen sadece ben değilimdir.  Çünkü insanı yazmaya iten duygu durumları vardır. Bazıları çok sinirlendiğinde yazar, kimisi de olağan , gündelik şeyleri yazar, ya da kendisini mutlu eden olayları, bazıları da kendisini yalnız ve hüzünlü hissettiğinde..... Dolayısıyla yazıları hep hüzün taşır, ama  o yazıları yazan hep hüznün pençesinde değildir...Evet  ben genelde  karamsar yazılar yazıyorum ama,  neşeyle dolup taştığım, etrafı esprilerimle kırıp geçirdiğim de oluyor. İşte bu halin, yukarıda anlattıklarımdan farklı olarak, iki yüzlülük taşıdığını düşünmüyorum...
     Mesela, adı üç harfli olan , c ile başlayıp m ile biten  ( Cem bak anlaşılmasın diye adını  tam yazmadım :))  blogger arkadaşımın yazılarını okudukça, başlarda "ne kadar yalnız " derken, zamanla anladım ki, hayattan yeri geldiğinde keyif almasını , yoksunluklarıyla dalga geçmesini bilen, kendisiyle barışık, zeki ve espirili, kelimelerle çok iyi oynayan biri var karşımda...Demek ki,  insanlar farklı yer ve zamanlara özgü farklı kişilikler taşıyabiliyorlar.
     Kaldı ki, içi dışı bir olmanın,  her durum ve şartta aynı tavrı sergilemenin bir meziyet olduğunu da düşünmüyorum.. Nabza göre şerbet vermeyi de savunacak değilim. ..Aklı başında , adab-ı muaşeretten  haberi olan herkes,  nerede nasıl davranacağını bilir.. Dobra olmanın bazen patavatsızlık anlamına gelebileceğini de.. Çok fazla dürüst olmanın kalp kırabileceğini de ...
     Kısacası,  bazı yönlerimiz çok fazla öne çıkabilir.. Ama önemli olan, insanları bu gördüğümüz yönleriyle değerlendirmek değil, tam tersine, arka planda ya da gölgede kalmış yönlerini keşfetmeye çalışmaktır..Üstelik bunu ikiyüzlülük olarak algılamadan, yargılamadan....





4.02.2013

BEN SANA SUSTUM...



Gönlümün zülüfleri beyazladı
Zamansız yüreğim ihtiyarladı
Olmuyor  be sevgili , dilimi susturdum da
Bu yürekten söküp atmak zor adını....





İZMİR'İM....

     Dün hava çok güzeldi.. Tabi insan böyle havaları değerlendirmek istiyor.. Yaklaşık 1 ay önce  yine bir pazar gezmesi yaparken, işi epeyce abartmış, Karaburun'a kadar gitmiştik. Manzaralar harika. Küçük küçük koylara dalası geliyor insanın. İşte  bu gezinti esnasında  muhteşem bir yer görmüştük. Hemen gidip baktık.. Daha yeni devralmışlar,  temizlik yapıyorlardı. .Orada oturup bir kahve içmek, her şeye değerdi. Dün hava güzel olunca yine oraya gidelim dedik.. Düşünün evden 100 km ( tam olarak 105 ) öteye kahve içmeye gidiyorsunuz. Allah akıl fikir  versin bize ne diyeyim.. Ama tabi ki, sonu hüsran oldu, yine açılmamış bizim yer. Yani ne zaman açıp da para kazanacaklar anlamadım ki ...Neyse, yine de şikayetçi olmadık tabi bu durumdan...Gözümüz gönlümüz açıldı.. Bilgisayara yükleyebildiklerimden seçtiklerim işte bunlar.. Muhteşem İzmir'in, göz gönlü açan, doyuran, ferahlatan  karelerinden seçmeler....















SEVENLERİN AŞKINA....

Sabahın  kör bir vakti..
Henüz gün ışımamış, yarı uykulu yoldayım...
Bir önce evime varsam da, kendimi uykuya atsam.. Radyoda şu aralar en sevdiğim şarkı..Tarkan söylüyor.."Sevenlerin aşkına,  sev beni..."
Ne menem bir şey bu sevgi ki, canlı cansız her varlığı ayakta tutuyor..
Sadece insanlara değil, diğer canlılara da enerji veriyor.
Nedir bu bitmez tükenmez sevme- sevilme isteği...
Ama en çok da sevilme..
Acaba diyorum,önemsenme ve değer verilme isteği mi daha baskındır insanda yoksa sevilme isteği mi ? İnsan sevdiğini önemser, ama önemsediğini sevmeden saygı duyabilir..
Hep taltif edilme isteğinin temelinde nasıl bir yoksunluk yatar acaba ?. Çocukluktan gelen  hiçleştirme hareketleri mi? Öz güven eksikliği mi ?
Oysa insan dediğimiz varlık, kendi  tanımalı, bilmeli değil mi? Artı ve eksi yönlerinin farkına varıp, kendindeki olumlu değerler   öz güven için neden yetmiyor? Neden illaki  başkasından onay bekliyor?
Üstelik, başkasının önemsemesi kişinin kendi davranışlarıyla doğrudan orantılı değilken...Bir insan size değer verir ya da vermez. Bu onun bileceği bir iş. Siz ağzınızla kuş tutsanız da bazen kimseye yaranamazsınız. Bu  bir çekimdir. Olur ya da olmaz. Hatta  insanın üstüne çok fazla gitmek, değer kazanmaya çalışmak itici bile gelebilir bazen..
Bir çok ilişkinin bitiminde  karşıdaki insandan yoksun kalmaktan ziyade, O 'nun hatıralarında iyi yer edinememe  kaygısı yer alır..
Kendini bilmeli insan önce.. Başkasından beklediği değeri önce kendine vermeli.. Bu da sanırım bir ölçüde komplekslerden kurtulup, kendisiyle barışması halinde mümkün...







3.02.2013

HÜZÜNLERİM ...HOŞGELDİNİZ..



Ey hüzünlerim, hoş geldiniz...
Gerçi siz benden hiç gitmemiştiniz..
Avının en dalgın halini bekleyen avcı gibi
Hep beni kuytu köşelerde beklersiniz...





31.01.2013

EVLİLER DE SEVER (Mİ?) / SEVGİ ÖZGÜR MÜDÜR...

     
 "Sevgi yargılanmaz" dedim.."Evet, ama tam özgür değil sevgi" dedi...Olmamalıydı da zaten..Bana göre  sevebilirsiniz, ama bunun dışa sirayet etmesi, teşmil edilmesi hoş olmaz.. Toplumun değer yargılarına, düzenine ters düşer..İçte ne yaşarsan yaşa.. "İnsan düşündüğü gibi, hissettiği gibi yaşamalı...Hiç gizli yaşanır mı, o zaman sevgiyi tam anlamıyla yaşamış olmaz ki insan"....
    Muhatabım, ortayı geçmek üzere olan, muhtemelen evliliğinden sıkılmış ve yeni heyecanların peşinde olduğunu tahmin ettiğim bir bey.. Tartışma konumuz ise,  geniş kapsamlı olmakla beraber, evli bir insanın  eşinden başkasını sevip sevemeyeceği üzerine... Beyefendi, almış sazı eline ha bire döktürüyor. Sevebilirmiş, yaşamalıymış, insan özgür olmalıymış, neden toplumun baskılarına ve güdük kalmış kurallarına uyacakmışız....İnsan birden fazla kişiyi de sevebilirmiş, ama toplum baskısı öne çıktığı için gizli yaşanıyormuş, bu da sevginin tam tezahürüne engelmiş...
    Tamam dedim, bir gün eşiniz karşınıza dikilip, ben başkasını seviyorum dese, bu ilişkimi onayla ki ben ele ele diz dize yaşayabileyim...Dışarıda   dolaşıp, bir yerlerde kahve içeyim dese cevabınız ne olurdu diye soruyorum . Afallıyor. Çünkü hiç çalışmadığı bir yerden soru geldi. Sevgi, sevene de sevilene de zarar vermez, sınırsız yaşanmalı diyen adam , birden ne diyeceğini bilemedi.. Efendim eşi belki aradığı  her şeyi zatında bulabilirmiş, böyle bir ilişkiye tevessül etmeyebilirmiş...miş miş. miş...
     Oruç Aruoba, şu an ikinci kez okuduğum " İLE" kitabında der ki, ( mealen yazıyorum ) " bir çok şeyi en mükemmel şekilde yapacağınız bir kişi bulamazsınız.. Bir şeyi biriyle iyi yaparken, başka bir şeyi ötekiyle iyi yaparsınız" .. Biriyle oturup tartışmak çok hoşunuza gider, başkası size yaşam enerjisi verir, ivme kazandırır.. Bir diğeri kendinizi tanımanıza yardımcı olur vs. vs. vs.. Ama kendinize eş seçeceksiniz ortalama her şeyi en iyi yapmaktan keyif aldığınız birini seçersiniz...
    Yani efendim, siz kimsiniz ki her şeyin en iyisini sizde bulsun... Yüklenmeye devam ediyorum .." diyelim ki, her şeyi sizde bulamadı ve sevdi, tepkiniz ne olurdu"..." Bilemem , bunu kestirmek zor " diyor..E hani sevgi özgür olacaktı... Hani gizli yaşanırsa sevgi tam anlamıyla tezahür etmezdi, inkişaf etmezdi?..."sevgini destekliyorum diyebilir misiniz " diye soruyorum, desteklemeyebiliyorum diyor...
    Efendim, her türlü görüşe açığım.. Kafama, mantığıma, kişiliğime uymayan  görüşleri  tartışabilirim. Ama rica ederim, altı boş olmasın savunulanların..  Kendi açısından düşünüp, çok cazip gördüğü bir durumun, görüşün, sözün savunucusu olanlar,  savunduklarının altında ezilebileceklerini de hesaba katmalılar.. Özgürlük kendime olursa ala, pek güzel, ama başkasına aynı özgürlüğü tanımam diyorsanız, hiç çıkmayın karşıma...Hele ki, eşim aleni yaparsa, bu hayvansal ve içgüdüsel bir özgürlük olur  derseniz,  ben de size  bir   hayvan sürüsünü durduracak kadar " çüşşş" derim...
     İnsan bugün kerih gördüğü ve asla tasvip etmediği, etmeyeceği durumlara düşebilir. Hayatın insanı nereye savuracağı belli olmaz.  Ayıpladığı bir şeyi, kendisi yaparken de bulabilir bir anda.. Bunu hoş karşılayabilirim.. Dediğim gibi, şartlar insana ne getirir,  ( afedersiniz)  insana t....nü nasıl yalattırır  belli olmaz... Ama  ben yaptım oldu,  yaparım olur, lakin karşımdaki yapmamalı derseniz    sinir katsayım  daha fazla  dinlemeye izin vermez....







30.01.2013

HİSSEDEBİLİYOR MUSUN....

gecenin karanlığında,
bir damla göz yaşı düşer toprağa..
alev renginde güller biter...
ve bir feryat yükselir  semaya...
sanki tüm mahlukat titrer....





29.01.2013

OLDU DA İYİ Mİ OLDU..

Bazen zafer kazandığını hisseder, sevinirsin..İçin kıpır kıpırdır.
İstediğin olmuştur...
Şu an senden iyisi de yoktur..
Az biraz, yani çok değil, 3-5 dakika geçince durup düşünürsün...
Ezilip, büzülerek hatta yalvararak elde edilen sonuç için onurun berdel verilmiştir...
Neyin zaferi,  bu zafer çığlıkları neyin nesi...
Hıçkırıkların   çıkar sahneye sonra...
Ne sevincin kalır, ne huzurun...
Elde var, atsan atılmaz, satsan satılmaz bir şeyler işte....






28.01.2013

MİM...MİM...MİM..

 Safransarı  arkadaşım beni  mimlemiş.. Sanırım okuyunca çok da pişman olacaktır :) Ben bu mim işini öğrenemedim, bir türlü ortaya güzel bir şey çıkartamıyorum ama neyse.....İşte mim..

Şu an olsa çok sevinirdim...
Şu an öyle bir ruh halindeyim ki, hani "tuttuğum altın olsa" yine de mutlu etmez beni...

Şimdi orada olmak vardı...
Dışarıda lapa lapa kar yağarken, bir dağ evinde çıtır  çıtır odunların yandığı şömine önünde olmak vardı.. Elimde kitap ve kahve..Ne televizyon olsun, ne de internet...Ama arkada çok hafif bir müzik olabilir...

Nerede o eski günler..
Bak ben bugün çok güzel bir söz söylemiştim, arkadaşımla konuşurken ama,  zerre aklımda değil şu an.... Hımmm hatırladım sanırım...Bir insan, yaşadığı kötü olaylar karşısında   haddini aşacak kadar sabır, metanet,  anlayış, dirayet..... gösterdiyse, zamanla  yaşadığı kötü hadiselerden ziyade,   bu sergilediği  insan üstü tavır için pişmanlık duymaya, keşke demeye başlar... Şimdi sorunun bu konuyla ne alakası var diyeceksiniz.. Bilmem,  alaka şart mıydı ?.. Ben beğendim ve yazdım :)

Neleri özlüyorum ?
 Çok tatlılardı, çok akıllılardı , çok uslulardı.. Beni hiç üzmediler... Hala da öyleler.. Çocuklarımın çocuklukları :)

Çok severim..
Sanırım duymayan, bilmeyen kalmadı..Uzun ve yalnız yolculukları severim.. Hani gerçekleştirebilir miyim bilmiyorum.  Ama bir gün, amaçsız, belirsiz , istediğim yerde konaklayabileceğim bir yolculuğa çıkmak istiyorum..

Nefret ederim..
İşte bu konuda sayfalar dolusu yazabilirim..
Çocuklarını döven anneleri sevmem..
Bana değer vermeyen birini çok önemsediğimde, O'nun için kaygılanıp üzüldüğümde, benimle olmak yerine başkalarıyla olmayı tercih ettiğinde...kendimi sevmem..Arkamı dönüp gidemediğim için...
"........ yapmayı, konuşmayı sevmem"  diyenleri, o şeyi yaparken ya da konuşurken görürsem sevmem...
Ben birine bir konudan rahatsızlığımı dile getirmeye çalışırken,  beni dinleyip olayı sorgulamak yerine savunmaya geçenleri sevmem..Hatta bununla yetinmeyip, " ama sen de....." diye başlayan cümleler sarf ederlerse daha da çok sevmem.. Önce benim derdimi bi çözelim, senin varsa problemin söyle onu da halledelim...Bir taraf saldırır, diğeri savunmaya geçerse sorunlar sadece büyür...
Bir soru sorduğum zaman cevabını vermek yerine lafı dolandıranları da sevmem...
Hayatım şöyle kötü, böyle kötü  diye hiç durmadan şikayet edenleri de sevmem.. Kimse sadece mutlu ya da sadece mutsuz değildir bana göre.. Zaten hayat dediğimizin gayesi  mutlu olmaya çalışmak değil,  mutlulukla mutsuzluk arasındaki dengeyi kurmaya çalışmaktır..İşte bu nedenle  her daim mutluluktan sarhoş olmuş vaziyette gezenleri de sevmem..  Tabi ki, bu  halet-i ruhiyesini, etrafa  pozitif enerji olarak  yayanlardan bahsetmiyorum.. Benim dediğim  burnu bir karış, aklı da onun bir tık üstünde, havada  gezenler....

Bugünlerde çok dinledim..
Aslında son zamanlarda  hiç bir şarkı üzerinde yoğunlaşmadım ne yazık ki...Yani bu soruyu es geçiyorum...

Şimdiki ruh halim..
Hazmedememe, öfke....ama bu defa fevri davranmayıp, sabredeceğim...:)..

Kimseyi mimlemiyorum, isteyen yapsın diyorum....








ÖNCE BEN..YA DA HİÇBİRİMİZ..

   Belki de doğrusu buydu diye geçiyor içimden, bildiğim tüm doğrular derin bir kuyuya teker teker atlarken üstelik...İntihar gibi görünüyordu her birinin gidişi..Belki de saklanmaktı niyetleri. Arkalarında hiç bir iz bırakmadan ve  hatta görgü şahidi.. Ama ben gördüm ..Yüzlerindeki  boş ifadelerden ürktüm önce, sonra  sorular bakışlarımı çekti aldı.  Ben miydim sebebi. Ben  yargılamadım ki... Hatta  sorguya bile çekmemiş, kendi hallerine bırakmıştım. Zira varılan her yargı eylem gerektirirdi.  Buna ne cesaretim vardı ne de yüzüm.. Kaç kez yarı yolda bırakmıştım ben onları. Her defasında bir önceki pişmanlığın verdiği kararlılıkla , bu defa olacak dedim. baş koydum dedim...... Ama  hantal ruhum kıpırdamama izin vermedi.....Korkaklığın diğer adı mı diğergamlık ?  Ne demişti dostun biri? Ne zaman dara düşsek sığınak ya da dal ararız tutunacak.. Kendimizi temize çekerek var etmek isteriz benliğimizi. Oysa bu sırta yeni yük bindirmektir. İtiraf et ve kurtul hadi..Doğruyu bulmada gösterdiğin  alicenaplığı,  bir kez daha sergile ve  hatalıyım de...Yap seçimini ki hayat bıraksın yakanı.. Kapat  o kuyuyu, izin verme doğruların ölümüne... Ya da at kendini oraya, hepsinden önce..






......

sureten her şey güzeldi..
ama hiç bir zaman,
zahir, batına
olamadı ayna...
belki de  bu yüzden,
ruhsuz yaşandı..
hepsi
 yarım yamalak kaldı...





26.01.2013

AYLİN....BİR KÜÇÜK YÜREK..



    Bardaktan boşanırcasına yağıyordu yağmur..İnsanlar aceleyle oradan oraya koşarken,  sadece Aylin hiç  hareket etmeden, öylece  olduğu yerde duruyordu..Ne   ıslanmak umurundaydı, ne de koşuşan insanlar. Kucağına aldığı kedi yavrusunu ısıtmaya, bir yandan da sakinleştirmeye çalışıyordu.  Şimşek çaktıkça iyice  büzüşen kedi yavrusu, nasıl olduysa bir anda Aylin'in elinden kurtulmuş,  yağmurun altında, koşarak gözden kaybolmuştu..
     Kedi yavrusunun ardından buğulu gözlerle bakarken,  uzun süredir  hiç bir canlıyı, kendisine bu kadar yakın hissetmediğini farketti. Üzüldü.. Ama artık oyalanmanın  alemi yoktu, çünkü az sonra hava kararacaktı. Adımlarını hızlandırdı,  bir an önce yurda dönmeliydi. Yaklaştıkça yavaşladı..Yine kızacaklardı, belki de  azıcık dayak yiyecekti . Aldırmadı, geçiyordu ki canının acısı hemen...
    Kimseciklere yakalanmadan içeri girmeyi planlarken ,  gardiyan karşıladı O'nu... Ablalarından duymuştu, sert mizaçlı olduğu için , herkes gardiyan diyordu. Omuzlarından tutup,  sertçe sarstı, sonra  etini burdu Aylin'in.."Akıllanmayacak mısın sen kız, dayak arsızı oldun iyice.. Nerdesin bu vakte kadar? "
   Kedi yavrusu gibi, Aylin de gardiyanın elinden fırlayıp kaçtı içeri.. Hemen  yatakhaneye gitti, dolabını açıp  giysilerini çıkardı. Büyük bir çeviklikle üzerini değişti..Tam 4 senedir bu yurttaydı. Daha 5 yaşındaydı ilk geldiğinde.. Hiç başkasının  değiştirmesine izin vermemişti elbiselerini.. Söz vermişti o kendine, daha geldiği ilk gün.. Hayatı boyunca da o sözünü tutmaya yeminliydi..
   Bir anda annesi düştü yine aklına..Şimdi yanında olsaydı, saçlarını tarasaydı eskisi gibi...Her akşam, hikayeler anlatarak tarardı saçlarını..İnce ince örer, uçlarını  başka başka renkli iplerle bağlardı.. İşte  o anlar, Aylin'in hayatındaki en güzel   dakikalardı..Annesinin önüne oturup,  kendisini O'nun  yumuşacık ve şefkatli ellerine, tatlı sesine bıraktığı anlar...
   Ama yüzünü hatırlayamıyordu bir türlü....
   Kimselere saçlarını taratmadı bir daha...Hatta her işini kendi görmeye çalışırdı. Hayatın  ,  savunmasız bir anda arkadan vuran kalleşliğine karşı dimdik duracaktı ayakta. Ölse minnet etmeyecekti kimselere, ram olmayacaktı.. Ama çocuk haliyle ancak bu kadar oluyordu işte.. Üstü başı genelde perişandı. Çoğu insan  gerçek adını bilmez, pasaklı diye çağırırdı zaten. Hiç de şikayetçi değildi bu durumdan. Böylelikle, annesinin "Aylinnn"  diyen kadife sesi, karışmıyordu başka seslerle...
    Biliyordu, çok güzeldi annesi..
    Ama yüzünü hatırlamıyordu bir türlü..
    En son o gece....O gece   babasının  hırpaladığı andaki sesler  çınlıyordu bazen kulağında.. Annesinin feryatları, babasının  saçlarından tutup yere fırlatışı.....Korku içinde  elleriyle kulaklarını kapatır, bu işkencenin bitmesini beklerdi hep  Aylin.. Çok korkuyordu babasından..Bir defasında annesinin çığlıklarına dayanamamış, önüne atlamıştı. İşte alnındaki iz de o günden kalmıştı. O da dayaktan nasibini almış, bir daha cesaret edememişti kavgaya karışmaya. ...
    Belki de  çoğunlukla ağlarken gördüğü için, unutmak istemişti o melek yüzü. Derin acıların bıraktığı derin izlerle dolu o yüz, annesinin olmamalıydı,  hafızasına kazınmamalıydı... Ama  sesi...ah o sesi.. Her gece gözlerini kapatıp hayal etmese nasıl dayanırdı bu  küçücük yüreği bunca acıya...
   İşi bittikten sonra yatağına uzandı hemen..Yorulmuştu, acıkmıştı da hatta.. Canı yemekhaneye gitmek istemiyordu. Yine kızacaklar, azarlayacaklardı. Ama  bu gece kendinden emin değildi. Eğer birisi bir şeyler söylerse, ağlayabilirdi. Başkasının yanında ağlamaktansa, aç uyumayı yeğledi.. Yorganın altına girdi...       Yavaşça,  değil birilerinin, kendisinin bile duymasından korkarak  " annee"  dedi.. "Anne ne zaman alacaksın beni yanına"... Sustu...Gözlerinden iki damla yaş aktı önce. Hemen sildi o küçücük elleriyle.. Kimse görmemeliydi. Daha fazla hakim olamadı kendine..Hem kim olacaktı ki bu vakitte yatakhanede.. Herkes yemek yiyordu şu an... Önce sessiz, sonra tutamadığı hıçkırıklarla usul usul  ağladı bir süre...
    Bir kaç kez derin derin içini çekti..Artık tutamıyordu göz kapaklarını, gözlerini kapadı, uykuya daldı...Ama hala gözlerinden yanaklarına   damla damla süzülüyordu,  küçücük yüreğinin acısı....
   
    








25.01.2013

SUÇLUYU / M / Z


kandırmadım
ne seni, ne de kendimi
sadece bir çıkış aradım..
belki de 
ruhumuzun kıvrımlarındaki,
aklımızın karanlık köşelerindeki hezeyanlara
sonu gelmeyen sorulara
çıkmazlara
bir çıkış aradım
belki de işime geldi perdelemek
çıkış demek, üstünü örtmek..
oysa yüzleşmeliydim
çok önce.
çökmeden daha dibe...
sen biliyordun ..
su akamadı,  yolunu bulamadı..
ve ben bir avuç suda boğuldum..
şimdi sen kıyıdasın
kendince haklı ve masumsun..
ama kendine göre olmuyor işte doğrular...
ya sen de yüzleş kendinle
ya da  an olur  geçmiş bulur seni , yargılar..
artık ne kesilen cezanın hükmü var
ne da yaşanmış sayılanların...
kocaman bir yalan ,
 hem de  bizi içine alan..
ya kurtulalım bu saçma hezeyanlardan
ya da batalım
ama ne yaparsak yapalım
 aynı cezaya mahkum olalım...







24.01.2013

SABAH OLUNCA HAYIR OLUR MU ?


Lise son sınıftaydım. Yani üniversite sınavlarına hazırlandığım sene...Annemle babam 1,5 - 2  aylığına yurt dışına çıkmışlardı....
Hem de benden küçük 3 kardeşimi de bana bırakarak...
Hem de başımızda bir büyük olmadan...
Üstelik kardeşlerimin yanında, bir de  koyunun bakımını omuzlarıma yükleyerek..
Ya, köyde olsak hadi neyse,  şehrin ortasında insan üstelik kendisi de yokken, kurbanlık koyun alıp evde besler mi ?
Ben anlamadığım için bu işlerden, koyun hastalandı bir süre sonra.. Aldı mı beni bir telaş. Neyse ki arka sokakta bir veteriner komşumuz vardı. O'nu çağırdım hemen..Akıllı , tamam sağ olsun geldi, baktı, iğne vurdu ama, "sabahı çıkarırsa ne ala" dedi gitti.. Çok yem vermişim meğer, o da ben verdikçe yemiş. Mide fesadı geçiriyormuş zavallım..
Ben sabahı zor ettim tabi. 5. katta oturuyoruz..Uyanır uyanmaz,  şimşek hızıyla indim merdivenlerden.. Arka bahçeye dolandım hızla.. Ama kalbim nasıl çarpıyor bir bilseniz... Sanki yerinden fırlayacak.. O kısacak anda ne kadar dua ettim "n'olur ölme "  diye kimbilir.. Tam  balkonun altına geldim baktım ki,  uzanmış yerde , bacakları kaskatı yatıyor..
Ölmüş...
Suçluluk duygusu..
Vicdan azabı..
Beceremedim  düşüncesi...
Emanete hıyanet...
Neler geçti o an aklımdan...
Şimdi ne zaman  zor bir dönemeçten geçecek olsam , o anki duygular gelir üşüşür beynime...
Aynı endişeler...
İsteklerimin, hayallerimin, emeklerimin neticesinin, beklediğim, istediğim ne varsa..... hepsinin  ölü koyun gibi cansız önümde uzanıvereceğini düşünürüm....






SONRA KONUŞALIM..!

kavga etmek


Bir insanla tartışırken, size " sonra konuşalım " diyorsa, bu tartışmanın istenmeyen yere gitmemesi için alınabilecek  en mantıklı karardır.
İki taraf sakinleşince, orta yol mutlaka  bulunur..
Ama o " sonra" asla gelmiyorsa, ya sizi gözden çıkarmış demektir,
 Ya da muhatabınız, problemlerle  yüzleşecek kadar güçlü değildir..
Sadece  üstünü örter...
Ve yaşanan, adı her neyse, biter.....
O insanın hayatı  "sonra" larla geçer gider....






SIZI

ince bir sızı...
varla yok arası...
gerçek olamayacak kadar belirsiz..
hayal zannetmeyecek kadar can yakıcı...
bazen azalan,
bazen çoğalan....







23.01.2013

BİR YOL/ YOLCULUK HİKAYESİ..


     Büyük patron dün sabah " İstanbul'dan araba getirilecek"  dediğinde hemen atladım "Ben seve seve gider getiririm" .. Seviyorum ya uzun ve yalnız yolculuğu,  güya  keyifli bir yolculuk olacaktı. Sabah gün doğmadan yola çıkıp, güneşin doğuşunu  seyredecektim, hatta yol boyu güzel resimler çekecektim.. İstediğim yerde durup   mola verecektim.  Hemen 2 uçağıyla  gittim. Sağ olsunlar iner inmez hava limanından  aldılar.Yarı uyur, yarı uyanık bir gece geçirdim.
     Ben sabah 5 te yola çıkıp, bir an önce , trafik yoğunlaşmadan  İstanbul'dan çıkmayı planlarken , ev sahibimin, "sabah trafiği ters akar, Avrupadan Anadoluya geçiş sakin olur, o kadar erken çıkmana gerek yok  ısrarıyla evden çıkmamız 6.30'u buldu. O'nu da metrobüse bırakacakmışım, hem kendim yola çıkarsam temden dolanarak gidermişim, beni  E-5 e çıkaracakmış, falan filan. Buna da tamam dedim. Uyar akıllıyım ya ben. Ne deseler " he " demek zorundayım sanki. 
    Tabi yola çıktıktan sonra başladı bizimki mızmızlanmaya. Yanında kart yokmuş (akbil mi ne )  ya görevli yoksa n'apcakmış, ortada kalırmış, iyisi mi  O'nu büroya bırakmalıymışım. Ya ben diyorum  şeyim, sen diyorsun kaç çocuk var derler bizde.. Aynı o hesap, ben bir an önce şu İstanbul'dan çıkayım diyorum, sen beni trafiğin ortasına sokuyorsun...
     Neyse Merter'e bıraktım O'nu. İnerken tarif etti. Şuradan sağa dön, sonra ışıklardan bir daha sağa, Ankara tabelasını görünce yine sağa dön... Bir dakika ya, hep sağ sağ gidersem  , mantıken başlangıç noktasına dönmem gerekmiyor mu ? Neyse döndüm sağ sağ... Evet  E5 e çıktım. Hani trafik  yoğun olmayacaktı, yoksa millet beni yolcu etmeye mi çıktı acep, öndekiler de ...önden gidene ne deniyordu ya ?  eskort... hah işte eskortluk yapıyor öndekiler de...Gıdım gıdım giderken aldı beni bi sıkıntı, ne zaman hava aydınlandı, gün doğdu farkında değilim. Aman bir yağmur bastırdı yolda, göz gözü görmüyor.  Oysa ben yağmurlu havayı da severim ama, görüş alanı diye de bir şey var.  Zaten gözler uzak- yakın  görmüyor..
    Bütün bunların üstüne yolda bir kuşa çarpmaz mıyım. E be yavrucum, ne atlarsın arabanın önüne.. Durdum ama  göremedim, lakin arabanın sağ ön tamponundaki kan lekesi cinayetimin en büyük delili. İçim sızladı gerçekten.  irice de bir kuştu. Anlamam ki maktülün cinsi neydi.. Kandil mübarek günde bir cinayetim eksikti. Allah beni affetsin...
    Molaları sorarsanız, sadece  Susurluk'ta durabildim. Yani diyete girecek zamanı da bulmuşum. İnsan künefe yemeden kalkar mı oradan..  Halbuki diyetteyim de ne oluyor, hiç bir şey yemiyorum, ama o yemediğim hiç bir şeyler yine bende kilo olup konuşlanıyor...Alacağım olsun diyorum artık..
     14.30 itibariyle, İzmir'e evime geliyorum.. Oh beee dünya varmış. Bir de bakıyorum ki,  okumam gereken blog yazıları birikmiş. Ödevini yapmayan öğrenci psikolojisi uyanıyor bende, eğer yazılanları okumazsam... Yarına hepsini okumayı umut ediyorum..
   Yorgunum okuyucu... Dinlenmeyi hak ettim :) Herkese hayırlı kandiller...









21.01.2013

! ! !

ukalalığa varan özgüvenden,
ezikliğe varan  mütevazılıktan...... hiç haz etmiyorum....! ! !







ZİLİNİZE BASABİLİR MİYİM...

Cümlelerim gittikçe kısalıyor..
Kelimelerim azalıyor..
Kapıların zillerine basıp, kaçmayasım var..
Ya da pencereleri taşlayasım ..
Sokakta ip atlamak..
Sek sek oynamak ..
Hiç oyuncak bebeğim olmayışından mı bunlar ..
Doya doya kahkaha atılmamış çocukluk günlerinin  ceremesi mi..
Ceremesini niye ben çekiyorum, cürüm benim mi ki ?
Masumdum oysa ben..En azından bir zamanlar..
Sıkı sıkıya tutunmak istedim, zorla çekip kopardılar..
Önce suçladılar,
Sonra da   müebbet verdiler.
Ruhum damgalanırken vicdanım aklayamadı kendini..
Ama yandaşları çoktu,  iştirakçileri de..
Şimdi bakışlarım donuk..
Duygular isyanda..
Susturuyorum, olmadı sürgün..
Akşam vakti sokağa çıkıp,
Karanlıktan istifade erik koparsam dallardan.
Masal anlatsalar uyumadan önce..
Hayallere dalsam da dinlemesem kimseyi..
Sabah çocukluğuma uyansam..
Ya da hiç uyanmasam
Hep uyusam..





20.01.2013

FIRTINAYA TUTULMAK..




Hayatındaki en şiddetli fırtınaya,
Sığındığı limanda yakalanan  insan
Engin denizlere açılmaktan  korkar mı hiç ?...






19.01.2013

HEP AKLIMDASIN...



Ne garip bir şey...
Bütün gece gözyaşlarıyla edilen duada, bir insanı unutmayı dilemek...
Ağlarken uyuya kalınan gecenin sabahında da unutmadığı için şükretmek...






18.01.2013

SUSTUN / SUSTUM.

bazen...
bir şeyler söylemek istersin..
ama bilirsin ki..
ne söylesen anlamsız
ne desen yetersiz kalacaktır..
susarsın.
anlayacak olsa yapmazdı
yaptığına göre anlamaz dersin...
bir sızı oturur içine
sessizce..
susarsın..
hesabın ortada kalır,
uzaklaşırsın..
belki şimdi
belki zamanı geldiğinde
sen sormasan da,
o hesap görülür..
bilirsin...






17.01.2013

BEN BUGÜN BÖYLEYİM..

Bugünü dünden ayıran ne ? ya da yarından farkı olacak mı acaba bugünün....
Biraz daha yorgunluk, biraz daha yılgınlık.. Çünkü hesap hep zararla devrediyor. Başkasını bilemem ama , benimki öyle işte..
Mutedil...
Benim hiç sevmediğim hal..
Oysa ben uçlarda olmayı severim genelde.. Ya çok mutlu olmalıyım, ya da çok mutsuz.. İfratla tefrit arasında gidip gelmeliyim, vasatı teğet geçmeliyim...Vasati 40 çöp yazardı kutuların üzerinde.. nerden aklıma geldi şimdi bu...neyse...
Sadece duyguda değil,  düşüncede de öyle olmalıyım ben. Ya hararetle  savunmalı, ya da  şiddetle karşı çıkmalıyım..  Ya çok sevmeli, ya da çok öfke duymalıyım.. Tamam sevginin karşıtı nefret. Ama öfke kadar gizli bir haz taşımıyor nefret. Ve insanı içten içe kemiren bir duygu, hoşuma gitmiyor...
Bu ikisi arasında his beslenilenler  çerez gibi midir acaba.. İnsanı oyalayan,  öylesine vakit geçirten, olsa da olur, olmasa da  dediğim insan tipleri mi ? İnsanları harcamak bu kadar kolay olmamalı..
Ama hep derim ya, biri hayatınıza girdiyse iz bırakmalı.. Bir şeyleri değiştirmeli.. Ya çok şey katmalı hayatınıza ya da hayatınızdan bir şeyleri alıp gitmeli.. Umutsuzluk , atalet , vesvese  gibi.. İşte bu törpü anlamında  olmalı. Yani sivri, hoşa gitmeyen, göze batan ne gibi haslet varsa onları  çekip almalı bizden.. .. Öyle mi oluyor ya..  Vazgeçtim  onanmayı, donanmayı..Arkadaşmış, komşuymuş, iş çevresiymiş... Bir giriyorlar hayatınıza,   umut, insan sevgisi, hayal gücü, daha iyiye ulaşma azmi  ( hırs değil, dikkatinizi çekerim) paylaşma, yardımlaşma...ne varsa elle tutulur, çekip alıyor sizden. Geriye yılgın, bezgin, " ben buralara ait değilim"  modunda bir insan bırakıp gidiyor işte...
Tamam  bazı insanlar öyle.. Peki ya ben ? Bana ne demeli....Benim çok mu farkım var acaba öylelerinden...Sorup soruşturmak lazım aslında..
Biliyorum ben kendimi. Farkındayım. İşim gücüm cerbeze yapmak benimkisi...






KUŞAK ÇATIŞMASI


Şu hayatta anlaşamadığın insanlar  vardır..
Hiç haz etmediğin..
Katlanamadığın..
Hatta  çok iyi anlaştığını zannettiklerinle gün gelir, yolların ayrılır..
Düşman bile olabilirsin..
Arkadaş, dost, yar, yaren bildiklerinle selamı sabahı kesersin..
Hatta hayat arkadaşı bellediğin insanla , eşinle bile dünyaların ayrılır, evin ayrılır, iki yabancı olursunuz.
Amaaaaa..
4  insan  grubu vardır ki, onlar için  geçerli değildir bu sıraladıklarım..
Anne, baba, evlat ve evladın seçtiği... Evet evet, evladının " hayat arkadaşım" dediğini sevmesen de saygı duymalısın... Tıpkı anne- baban gibi..
Ne kadar  öfkelensen de,  evladını olduğu gibi kabul etmek zorundasın. İstediğin insan tipine dönüştüremezsin..  Buna hakkın yok.  Kişiliğine de, hayata dair bakış açısına da,  seçtiği yaşam biçimine de  bir yere kadar müdahale edebilirsin ancak. Ama dayatmada bulunamazsın. İstediğin gibi bir insan olmadı, olamadı diye    yargılayamazsın. Çünkü sen de muhtemelen O'nun istediği gibi bir ebeveyn değilsin..
İşi kişilik savaşına dönüştürmek yerine, ortak bir paydada buluşmaktır en iyisi. ..







16.01.2013

ANAFORLU GÜNLER.....


Bir insan nasıl olur da kendini yalnızlığa hapseder, anlayamamıştım seni ilk gördüğümde...
Issız bir ada değil..
Bir dağ başı değil..
Senin tercihin, insanların arasında soyutlanmış bir yaşamdı..
Yüzünden ziyade, ruhundaydı maske
Belki de o nedenle, kuyunun dibinde gibiydin..
Dingin görüntünün altında  anaforlu bir  iç dünyan vardı ve   bu dünyanın kapıları herkese kapalıydı
Yanında, canında kim varsa   onlara bile yasaktı.
Kimse görmezdi içinin siyaha dönen griliğini..
Yavaş yavaş dibe çöküp,
En kesif duyguların pençesinde  kıvranışını
Ve kendine gelip,  nasıl aklandığını...
Kimse görmezdi...
Bir bana açardın ..
Bir benim önümde yaşardın....
Bazen el uzatırdım sana, beni dibe çekerdin.
Ya da el uzatırdın bana, seni  dibe iterdim ...
Gelgitli yaşardın,
Yaşardık,
Yaşadık..
Sonra toplayamaz olduk birbirimizi, dağıldık..
Çoğu gecelerde ağladık.
Güldük kimi zaman, mutlu olduk, eğlendik, coştuk..
Kuru bir yaprak gibi savrulduk..
Öyle garip bir ironiydi ki bu,
Vuslata duyulan  iştiyak kadar,
Bir olmanın  ateşinde kavrulduk...
Sevgiden  nefrete varmamız bir  adımdı,
Bir sesti,
Bir nefesti..
Yanımdayken varlığın  ne kadar  hayalse,
Gidişin de o kadar gerçekti...






HAKSIZ MIYIM...

Her hangi bir konuda , tam sonuç aşmasına gelindiğinde fikrimin sorulmasına, fizibilitenin en sona bırakılmasına...
" Bu bana pek hoş gelmiyor,  yapma " dediğimde,  umursayıp, yapmaya devam edip, başkası yaptığında bana gelip dert yanılmasına...
Aynı kişinin aynı özelliğinden övgüyle bahsederken, gün gelip zararı dokunduğunda  "terbiye etmek lazım" yaklaşımına...
Kişiler arasında kıyas yapılmasından hiç hazzetmediğim bilindiği halde karşımda kıyas yapılmasına, uyardığımda " bu kıyaslama değil ki " denmesine...
Sorularıma soruyla karşılık verilmesine, ısrar ettiğimde geçiştirilmesine, bir cevap için,  farklı   , en az  4-5 soru sormak zorunda kalmaya..
Verilen sözlerin tutulmamasından ziyade, sonrasında telafi yoluna gidilmemesine,,,,
Vaktinde sözleşilen yerde olunmamasına...
Azıcık bozuluyorum....







14.01.2013

ŞIMARIK...

Bazen......Bazen mii, hadi telveeee burada biz bizeyiz kimi kandırıyorsun ?
Çoğu zaman...hah bu biraz daha iyi... işte çoğu zaman fevri çıkışlarım oluyor  benim.
Hatta bu çıkışları yapmayı bırakın, daha kolları sıvayıp, niyetlenirken bile " dur kızım yapmaa !! " diyorum kendi kendime..
Ama dinliyor muyum, hayır..
100 defa dediysem   hepi topu 2-3 kere dinlemişimdir.
Sonra ne mi oluyor...
Hiççç.
Bu kaçıncı tekrar diyorum..
Bıkmadın mı dejavudan  diyorum..
Büyüyeceğim ben ya..
Hala umudum var..
Bir gün öfkemi, tezcanlılığımı,  fevriliğimi yeneceğim..
Hımm, pek inandırıcı durmadı bu ama neyse...
Pişmanlığı yaşamak da güzeldir...
Gayrete tevessül eder insan..





HUYSUZUM..



niye zorluyorum ki kendimi...iyi değilim işte bugün. yorgunum. enerjim düşmüş halde.. garip bir memnuniyetsizlik hali..  akşama kadar  pozitif bir şeyler olursa ne ala, yoksa  gereğini o zaman düşünürüz..






10.01.2013

ŞİMDİ BEN DE SEN KADAR....

hayatımın temel taşı, belki köşe başı,  belki de direği olmuş biriyle hesaplaşamamış olmak
en kötüsü de asla hesaplaşamayacak olmak ...
en olmadık zamanlarda aklıma düşüveren sorular,
acabalar,,,
hangisi daha acı,
senden mahrum olmak mı,
senle geçen zamanın  aslında hiç yaşanmamış olması mı..
yaşanmamış olmak ?
ne gereksiz bir ifade,
yetersiz
gülünesi belki de..
hem de acı bir tebessümle..
yaşanmışlıklar mı daha çok acıtır,
yaşanamayanlar mı....
nerde, kimde saklı bunun cevabı.....
sana, seni sevdiğimi söylemiş miydim hiç .." hayır"..
bana,  beni sevdiğini söylemiş miydin hiç.." hayır"..
peki, biz bir birimizi sevdik mi... bilmem..
eşyanın tabiatı gereği sevmemiz gerekirdi oysa ...
şimdi bana söylediğin güzel bir cümle, güzel bir taltif bulup çıkarmak istiyorum hafızamın derunundan..
ancak her el atışımda  geçmiş denilen o yığından,
elimi yakan bir şeylerle çıkıyorum..
bir söz, bir bakış, bir tavır..
neticede yüreğimi sıkan, kanatan bir kahır..
evet kahrediyorum, neye kime olduğunu bilmeden
ve hatta buna kafa yormadan..
çünkü düşünmek daha müphem kılacak her şeyi..
karışığım..
beynim kadar, ruhum da...
sana olan duygularım da..
söyle nereye koyayım seni hayatımda
en güzel yerinde durabilir misin,
kendini buna müstahak görebilir misin..
kalbimin hiç bir şagili , senin dolduramadığın yere nazar dahi edemez..
ancak bu boşluk biliyorum ki sonsuza dek  benden gitmez..
hep merak ediyorum biliyor musun,
acaba izliyor musun beni
her düşüp kalkmamda, sızlıyor mu için
müsebbibi benim diyor musun..
bilirim demezsin..
çünkü sen hatadan arisin !!..
ben yetemedim..
ben bilemedim..
ben beceremedim..
şimdi için rahat olsun
ben de senin gibiyim..
sen kadar suçlu,
sen kadar haksız..
ve belki sen kadar yalnız....






9.01.2013

ELDE VAR SIFIR


sen hayatıma etkisiz eleman olursan
ben
gönlüne ilgisiz eleman olurum..




8.01.2013

TARİHİ KAYITTIR...




Bu gün günlerden Salı..
Hava çok soğuk. Hatta bilgisayara göre 0 derece..
Akşam üstü arayan arayana, deprem olmuş, hatta tv nin yalancısıyım, 6..2 şiddetinde..
Hiççç ruhum duymamış. Bu iyiye işaret.
Gece deprem olursa korkusu var. Hadi onu da geçtim, ya  elektrik kesilirse ?
Odanın içi müthiş romantik, zira her yere mum koydum..
Gündüz eve gelen yardımcım " abla balkonun hali ne böyle, heryerde çamurlu ayakkabı izi" dedi..
Buyrun burdan yakın..
Demek birileri  balkona zıplayıp  kapıları pencereleri yokladı..
Şimdi ben deprem korkuma mı yanayım,
Ya balkonda tekrar volta atmaya gelen olursa  endişeme mi?
Elektrik kesilirse  n'aparım   düşüncesine mi ?
Sağ salim atlatırsam bu geceyi,  söz  sabah güneşi alnından öpcem :)






YOKLUK DEĞİL, CEZA...


Bir şey yoksa,
Yokluğuna zar zor katlanabilirsin..
Ama varsa,
Ve sen bundan mahrumsan,
Varlığa rağmen yoklukla cezalandırıldıysan,
Aslında ulaşman mümkünken,
Kendini tutmak zorunda kalmışsan...
Zor.....Çok zor.....




7.01.2013

VAR MISIN..


korkuyorsan eğer  sevilmekten..
yüreğinin kapılarını açmayacaksın
yok sevilmekse muradın, o yüreği dikenlerle kaplamayacaksın
üzmeyeceksin kalbine misafir  olanı..
sana dokunanı yaralamayacaksın
kanatmayacaksın..
ruhunu sarıp sarmalamayacaksın..
beyaz olacak
şeffaf olacak
yoruma mahal kalmayacak..
en önemlisi
"sevilmek er kişinin işidir"
hakkını vermek gerekir..
sevmek  sözde kalacak kadar basit değildir..
sözlerin kadar, gözlerin de bağıracak
tavırların inandıracak
şüphenin nazarı bile değmeyecek
sendeki hali gören, sevmek böyle bir şey  diyecek..
korkuyorsan eğer  sevilmekten..
yüreğinin kapılarını açmayacaksın...
korkacaksın kırmaktan, üzmekten
ağyara muhtaç etmekten
namerdin eline bırakmayacaksın
sevdiğini emanet bilecek,
gözün gibi bakacaksın
gözünden, gönlünden  bir salise ayırmayacaksın
önünde bent olacaksın
yeri geldiğinde kendinden bile koruyacaksın
mutlu olmak değil, mutlu etmek olmalı gayen
eğer bunu başarırsan mutluluk seni de  içine hapseder zaten
güneşin ısıtamadığını  yüreğin ısıtacak
kollarından önce bakışların saracak..
O'nu  her gün kendine hayran bırakacaksın  
sahip olduğunu zannetmeyecek,
ama sahip çıkacaksın..
O'nu ağlatmayacak,
ama O'nun için yeri geldiğinde ağlayacaksın..
korkuyorsan eğer sevilmekten,
yüreğinin kapılarını açmayacaksın.






İZİN VER ....



sen sessiz sedasız bekle beni
ister kapı ardında..
ister pencere önünde
gelirim ben
bazen umutsuzluğa düşersin belki
kırılır  hayallerin tek tek
hani bir sabah kalkıp dışarı baktığında
ayaz vuran tomurcuklu dallar gibi
  çiçeklerin dökülüverir yere 
daha meyveye duramadan
olgunlaşamadan...
ama sen sakın kendini bırakma
gürül gürül yanan soba
sobadaki odun çıtırtıları
üstüne  portakal kabuğu koymayı da  unutma
hoş bir rayiha yayılsın odaya
çok severim bilirsin
güzel bir şarkı radyoda
ister yağmur çiselesin,
ister kar yağsın
ama umudun hep sıcak kalsın
bil ki geleceğim ben
ne zaman bilemem
ne halde gelirim
sana nasıl dönerim
bilemem
ancak daha vakti var biliyorum
önce büyümeliyim
dizlerim kadar kalbim de yaralanmalı
beyazların, toz pembelerin yanında siyahı da öğrenmeliyim
griyi de
her sözün doğru olmadığını
açılan her kucağın sevgiyle sarmadığını bilmeliyim
çıkmaz sokaklara dalmalıyım bazen
şehrin kalabalığı  beslemeli yalnızlığımı
yolumu kaybetmeliyim
ya da aynı yollarda defalarca yürümeliyim
zaman su gibi akarken yokluğunda
sana çıkmalı tüm varlığım
ne zaman ki rüyalarımı sana yormaya başlarsam,
hayalimde  hep seninle konuşursam,
çaresiz kaldığımda seni ararsam,
anlarım ki sana koyulmanın vakti gelmiştir
bekle beni
dönerim
kaç kez batar güneş
ve sabah kaç kez bensiz çalar kapını 
bilemem
sakın gel deme hemen
senin yanında büyüyemem,
kabuğumu kıramam,
olgunlaşamam..
şimdi yüreğimi sana bırakıp yola çıkıyorum
ve ona iyi bakacağını biliyorum..






6.01.2013

AİLE





Aile salonumuz mevcuttur...
Aile babası..
Aile kızı..
Aile baskısı..
Aile ortamı..
Aile sıcaklığı...
Aile arasında..
Aile şerefi..
Aile hekimliği..
Aile danışmanlığı..
Aile ağacı..
Aile albümü...
Aile sırları...
Haaa bir de aile toplumun temelidir var...
En güzeli aile sıcaklığı...
Tüm bireylerin sevgiyle kenetlendiği...
Her güzel  şeyin nüvesinin , en samimi, en eşsiz , en güvenilir olanının yaşandığı...
En güzel, en emin sığınak...
Hayatın hengamesinde en güzel  liman..
Yaralanmalarda, hezimete uğrandığında, mağlubiyet hallerinde, şefkatle iyileşilen yer...
Arkadaş bozuşmalarında, sevgiliden ayrılmalarda, eşle  kavgalarda gözyaşının kahkahaya döndüğü yer...
Hayata, insana, ilişkilere ait  en sağlam nasihatlerin bedelsiz verildiği yer...
İçindeyken çıkıp  özgürleşmek için can atılan..
Dışındayken keşke  o günlere dönebilsek denilen   yer..
Yer değil, yuva...
Sıcacık..
Ana kucağı, baba ocağı....
Aile işte...





5.01.2013

BİR KEZ DÜŞÜN...


senin ne dediğin değildir önemli olan
bana nasıl yansıdığıdır....


.........


olmuyor biliyor musun
çok deniyorum ama nafile
sen "var" olamıyorsun
ben "yok" sayamıyorum..
beraber yapamıyoruz,
birbirimizden de kopamıyoruz...
farzet ki hiç olmadı diyorum bazen..alış artık bu duruma..
alışmış gibi yaptığım da oluyor gerçi ya da cidden  alıştığım..
uzun sürmüyor.. sinsice yaklaşıyor . ansızın yakalanıyorum.
 ama hiç de şaşırmıyorum
en çok da 
birine ihtiyaç duyuyorum ya hani
şu koskoca dünyada kendimi yapayalnız hissettiğim  zamanlarda..
tek tük, ara sıra..ama hissediyorum işte..
o anda   içimdeki yanardağ uyanıyor sanki.. 
karışıyor ortalık
mideme kramplar giriyor
büyük bir patlamaya hazır bekliyorum..
bütün duygularım dizginlerini koparmışçasına hücum ediyor, hepsi birden
en çok öfke
bir tutam sevgi
buruk bir özlem
keşkeler
meğerler
acabalar...
yoruldum ben...
sana anlatamamaktan
anlatsam da anlayamamandan  yoruldum...






4.01.2013

HUZUR ONURDAN GEÇER...

huzur


     Üniversite birinci sınıftayken Anayasa dersimizin hocası vardı. Belki de rahmetli olmuştur çoktan, bilemiyorum. Olduysa da  Allah rahmet eylesin. Kitabı yoktu sanırım. ( Hafızam iyi değildir ) Kürsüde oturur, bir yerlerden bir şeyler okur, bizde başımız önde not alırdık. Bir gün yine böyle harıl harıl not alırken, bir gürültü koptu. Kafamızı kaldırdık, hoca görünmüyor kürsüde. Ama sesi geliyor, hala okumaya devam ediyor. Meğer sandalyeyle oynarken düşmüş  zavallı , anlamayalım diye okumaya devam ediyor. Kıs kıs gülmüştük..
    Üniversitede  ilk anım bu derse  ait olduğu gibi, ilk bu dersten bütünlemeye kalmıştım ben. Sonradan kulağıma gelen dedikodulara göre, öğrenci işlerinde çalışan memurlar, aslında notumu düzeltip " geçer " hale getirmeye çalışmışlar ama, kırmızı renkli kalem bulamadıkları için yapamamışlar. Aslında kimseyle samimiyetim de yoktu ama bu dersten bütünlemede geçemezsem yıl kaybedeceğim için, acıdılar sanırım halime. Bunu duyduğumda "yuhh !  bir kalem bulamamışlar mı? " demiştim . Yani yuh dememişimdir muhtemelen, pek bi hanım hanımcıktım o zamanlar :)) Hayıflandığımı saklayamam ama.
    Geçenlerde  arkadaşımla konuşurken, bir anısını anlattı bana. İşte o zaman aklıma geldi bu olay. Arkadaşım da tam tersini yaşamış. Sınavdan çıkınca  " 30- 35 anca alırım " dediği dersten 65 alınca doğru hocanın yanında almış soluğu." Hocam bir yanlışlık var , tekrar inceler misiniz kağıdımı " diyerek. Nitekim , incelenmiş ve gerçek notu 35 olarak listede düzeltilmiş.
   Aslında doğrusu bu tabi ki..İnsanın onurlu bir duruş sergileyebilmesi , kimsenin önünde çıkar için eğilmemesi gerekir. Ya da avanta dediğimiz, havadan gelen, emek harcamadan hasıl olan kazanımlara tenezzül etmemesi, hak etmediği hiç bir durumu, konumu, menfaati kabul etmemesi...Ama hani biz duyunca veya haksızlığa uğrayınca kızıp söyleniyoruz ya, kendimiz bu gibi durumlardan tamamen soyutlanmış mıyız acaba ? Ucundan kıyısından asla haksızlığı kabul etmem, tenezzül etmem diyebiliyor muyuz ?
   Bankada, belediyede, hastanede... işimiz varsa, hemen bir tanıdık aramaya kalkmıyor muyuz ?
   İş başvurusunda araya birilerini sokmaya çalışmıyor muyuz ?
   Çocuğumuz  daha iyi okulda / öğretmende  eğitim görsün diye, sahte ikametgahlar edinmiyor muyuz?
Rüşvetle, torpille baş etmenin yolu sanırım  insanların bu tür durumlarda tam aksi yönde karar vermeleri.. Hani bir darbı mesel vardır. Adam görülmekte olan dava için kadıya  bir tepsi baklava gönderir. Bunu duyan arkadaşı " ne yaptın sen, kadı efendi kızar böyle şeylere " der. Bizimki pişkin pişkin cevap verir  " kendi adıma göndermedim elbette, karşı tarafın adını verdim " Tamam bu da doğru değil. Ama vazgeçelim artık, menfaat için insanların işini görmekten, kendilerine menfaat sağlayarak iş gördürmekten.  Temiz bir toplum, adaletli, hakkaniyetli bir  dünya düzeni istiyorsak bu şart..Vicdanen rahat olmak için, geceleri huzurlu uyuyabilmek için bu şart.. Yetiştirdiğimiz / yetiştireceğimiz çocuklara onurlu olmayı, vakur durmayı anlatabilmemiz için şart...





3.01.2013

MANTIK VİCDAN ÇATIŞMASI




    Hava serin fakat güneşli.. Bir süre Beşiktaş'ta  dolaştıktan sonra, arkadaşımla buluşmak için Beşiktaş- Kadıköy vapuruna biniyorum.. Hemen salonun girişine oturup, hareket etmesini bekliyorum. Bir kaç dakika sonra en fazla 2 metre sağımda bir bayanın sesiyle bakışlarımı o tarafa yöneltiyorum. 40 yaşlarında , eli yüzü düzgün bir kadın, yanında ağzındaki maskeden dolayı yüzünü göremediğim ama en fazla 14- 15 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim zayıf, uzun boylu bir erkek çocuğu. İlk cümleyi kaçırmışım "oğlum kan kanseri" İçim acıyor, gencecik bir çocuk. İnsan ister istemez empati yapıyor hemen.."maliyeti 400  Tl. olan iğneyi her hafta vurulmak zorunda.Bu masrafı Lösemili Çocuklar Vakfı karşılıyor". Kendimi çok kötü  hissediyorum. Çocuğun hasta oluşundan mı, yoksa bu kadar insanın karşısına çıkıp para istemek zorunda kalışlarından mı bilmiyorum. "Bu hafta oğlumun kanının değişmesi lazım. Ama ne yazık ki, bunu karşılayacak durumda değilim.Vakıf ta bu konuda yardımcı olmuyor, imkanları kısıtlı.." İnsanın içinden isyan edesi geliyor. Hastalık bile zenginlerin hakkı demek ki. Fakirin, dar gelirlinin hasta olmak gibi bir lüksü yok. Acaba devletin bu durumdaki insanlara karşı hiç mi fonu yok...Yoksa neden bu insanlar kaderlerine terk ediliyor.Varsa neden vapurdaki yetkililer böyle bir şeye göz yumuyorlar.. Daha fazla bakamıyorum, içim elvermiyor. O kadar rahatsız oluyorum ki bu durumdan, hani yer yarılsa da içine girsem diyesim geliyor. "İsteyenler dr. İnci Hanım'dan, dr. bilmem kimden telefonla oğlumun durumunu öğrenebilirler"  Elindeki kağıtları gösteriyor sanırım bu arada. Ama ben de dahil, hiç kimsenin böyle bir şeye yelteneceğine ihtimal bile vermiyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kimseden de bir hareket yok. "Beni dilenci zannetmenizi istemem, ama ana yüreği işte, çok çaresizim." Bilmez miyim, insan böyle bir durumda, evladı için canını bile  verir, hem de gözünü bile kırpmadan, hırsız da olur, dilenci de.  Gözlerinin önünde, canından bir parçasının eriyip gitmesine kim dayanabilir ki..
       Ama ben normalde itibar etmem böyle şeylere. Çünkü her köşebaşında , her kavşakta o kadar çok insan var ki " bir ekmek parası" diyen.. Sabah geçerken sizden 2 kuruş isteyen, akşam dönüş yolunda hala orada .Bir yandan da ya kadının dedikleri doğruysa diyorsunuz.. Versem aklımla, mantığımla çatışacağım, vermesem vicdanımla.. Üstelik o an farkettim ki, vermeye utandım. Onca insanın arasından ayağa kalkıp para vermek utanç verici gibi geldi. Hem karşımdaki insan açısından, hem de kendi açımdan.. "bak böyleleri yüz vermese , bunlar ulu orta para isteyemezler" diyecekler hissine kapıldım bir an. Oysa  insanın kendisine karşı vicdanı rahatsa, başkalarının dediğine de çok itibar etmemeli böyle konularda .. Ben bütün bunları düşünürken, teşekkür edip, karşıdaki bölüme geçiyorlar.  Keşke verseydim demeye başlıyorum bu kez. Tipik ikizler burcu işte.. Karasız, ne yapsa içine sinmeyen insan modeliyim ben. 
      Aradan pek fazla zaman geçmeden, orta bölümde görüyorum tekrar ana-oğulu. Hah diyorum, hadi ver de kurtul. İskeleye yanaşmak üzereyiz zaten. Çantamdan parayı alıp başımı kaldırdığımda, gözden kaybediyorum onları. İnerken rastlarım belki deyip, etrafı kolaçan ediyorum ama nafile....Üzülüyorum . Artık çok geç.. Anlıyorum ki, mantığınla istediğin kadar çatış, bir şekilde susturursun, ikna edersin...  Daha olmadı " sana ne ya, istedim ve yaptım, keyfimin kahyası mısın " diyebilirsin.  Ama insan asla vicdanıyla ters düşmemeli.  Bazen kendimizden bile şüpheye düşerken, karşımızdaki insanın doğruluğu, dürüstlüğü hakkında nasıl bir yargıya varabiliriz  ki... Ya kadının anlattıkları doğruysa...Ya o çocuk gerçekten hastaysa... Offffff....Bir insan hakkında umarım dolandırıcıdır  diyeceğim hiç aklıma gelmezdi.....









25.12.2012

TUTUNACAK BİR ŞEYLER LAZIM..


bir deniz kenarı
bankın üzerinde oturmuş muyum, yayılmış mıyım belli değil
anlamsız bakışlar sımsıkı yapışmış  gözlerime..
hiç gitmek gibi niyetleri de yok üstelik..
boş
bakışlarım gibi hayat da boş
beynimde uğultu
tutunacak bir şeyler lazım şimdi
tam  şimdi..
yoksa kayıp gitmem an meselesi..



MİM'İM...


Bir ara durmuştu bu mim salgını.Sanırım soğuklarla birlikte Balkanlar'dan tekrar  yurda girmeye başladı..
Mimlenmişim de, ne olduğu konusunda pek bir bilgim yok. İpecik Böcecik 'in  yazısından anladığım kadarıyla, 2013'ten dilekler..
Baby face 2013, şimdi sen  yeni olmanın verdiği şımarıklıkla, uzunca bir süre aklın bir karış havada gezeceksin biliyorum . Yine de söyliyeyim,  dünyaya " barış ve mutluluk " getirmeni istiyorum. Ya bu da çok klasik oldu. Güzellik yarışmalarındaki ucuz söylemler gibi. Ama dilek hakkı , taç giyene münhasır değil ki...Hem benim ruhum güzel, nooolmuş yani..Neyse konuyu sulandırmayalım..
Kafası karışık 2013, bildiğin gibi Orta Doğu  çok karışık. Daha da karışacağa benzer. savaşlar dursun demekle durmuyor. Ama hani diyorum,  bilek güreşi yapacaklarına, yürek güreşi yapsalar, kan dökülmese, bebeler ölmese, anaların ciğeri yanmasa.... Filistin ahhh Filistin.... İntifada bir halkın yaşam tarzı, kaderi olabilir mi ? 
2013 bak AB bizi yıllardır oyalıyor ya, " kannndırdıkkkkk nazlı yari sonunda çılgın sözlerle " desin. Almıcaz sizi desin. Ben şahsen çok sevinirim. Kelle-paça, kokoreç bile yasaklanacakmış, düşünsenize. Bol kimyonlu, bol acılı yemek varken... Neymiş sağlığa zararlıymış, kolestrolü tetiklermiş. Olduuuuuu sizin burnumuzun dibine dayadığınız  hamburgerler her derde deva da sanki ...
Bir de çocuklar var. neden bilmem yol kenarlarında, köprü altlarında mendil, su vs. satan hani şu 9-10 yaşlarındaki çocuklar. Bak onları görünce içim sızlıyor 2013..Söyle ana-babaları sahip çıksın o çocuklara. İstediği kadar değil, bakabileceği kadar çocuk sahibi olsun bu millet..Ya da 1 yetmez 2 tane, 2 yetmez 3 tane...... diyenler var ya, işte onlar tavsiye edip edip kenara çekilmesinler. Ve yetiştirme yurdundaki çocuklar... Gerçi şimdi sevgi evleri oldular, biraz daha rahattırlar ama olsun. Onlar için koruyucu aileler gönder.  Evlatlık alsınlar iyi iyi insanlar. Sevgisini, ilgisini esirgemeyecek olanlar. Şimdi diyeceksin ki," blog blog dolaşacağına sen niye almıyorsun ? Hem evin çocuk cıvıltılarıyla dolar...  Yoldaş olurlar, ses olur, nefes olur..." haklısın da.... Bak 5-10 yaş daha genç olsaydım, inan düşünmezdim..
Huzur ve bakım evlerini unutmuyorum tabi ki.. Onları her gördüğümde üzülüyoum. Kiminin kızı , kiminin oğlu bırakıp gitmiş..Aylardır uğrayan yok. O sevimli ninelerin, dedelerin etrafı çocuklarıyla, torunlarıyla dolsun istiyorum , en azından haftada bir..
Önce kendimizdeki, sonra evimizdeki, ailemizdeki , çevremizdeki insanların ruhunda ne kadar kötülük varsa  hepsi dönmemek üzere gitsin. Çevremizi kirletmekle kalmayıp, yer altını da kimyasallarla berbat ettik. Umarım bu konuda bizleri daha da bilinçlendirirsin 2013.. tüm umudum sende yani, ona göre...
Hayvanları seviyorum..Onlara iyi davranalım diyorum..
Töre cinayetleri, kıskanç eş, sevgili, arkadaş cinayetleri ve diğer bilimum  vahşetlerin bitmesini hala ve hala ümit ediyorum. 
Bisiklete binmeyi, güzel jan janlı fotoğraf çekmeyi, sosyaloji, filoloji, psikoloji gibi- lolojili bi yerlerde okumayı çok istiyorum. Bu yaştan sonra ne işime yarar bilmiyorum ama olsun.. İçimde ukde kalmasın.. (yanlış yazmamayım diye sözlüğe baktım, uhde sorumluluk demekmiş, ilginç...)
Çocuklarımı , ailemi çok seviyorum...Tüm çocuklar  sevilsin istiyorum..Tüm kötülükler onlardan uzak olsun..Kötülük yapmak isteyen gülme krizine tutulsun, çok gülene deli değil, kötü  densin istiyorum.
Kimsenin evine su basmasın, ayağı da toprağı da kaymasın...
Alevi- Sünni, Kürt-Türk, Laz- Çerkez...Hatta ve hatta arabesk sevenler - rock sevenler kardeş kardeş yaşamayı öğrenelim.. Zaten dışarda yeteri kadar düşmanımız var, birbirimize düşmenin alemi yok... Haa yeri gelmişken, bizi birbirimize düşüren o kanlı- silahlı demokrasi fedaileri var ya, hani topla tüfekle halklara özgürlük tanıyacağız iddiasında olanlar, işte onların ayaklarına inme insin,  yerlerinden kıpırdayamasınlar, bir birleriyle uğraşsınlar..Dünyayı rahat bıraksınlar..Olmadı İsraille ABD birbirine düşsün...
Bak geçen sene geldiler sanırım, gidemediydim. Ama şu gözlerim kapanmadan Depeche Mode  konserine bi gideyim noooluuuuur....
Unuttuğum bir şey var mı demiyeceğim, hoş bunlar olsa bana yeter... Dünyaya bile yeter zannımca :))
Sevgili 2012..Seninle çok iyi geçinemedik gerçi ama düşman olmamızı gerektiren bir şey de geçmedi sanırım aramızda... Hayatıma girenler oldu, çıkanlar oldu, çıkardıklarım oldu...Beni çıkaranlar oldu.. Kombinasyon mu oluyordu bu... Aman işte her neyse... Tüm bu insanlar hayatıma bir şekilde dahil olduklarına göre mutlaka iyi insanlardı..Yine iyi olsunlar, mutlu olsunlar..Sen de giderken ööööyyle elini kolunu sallayarak , boş gitme ... Ne kadar kazurat varsa sana ait, aman sakın bırakma ardında... 
Sözün kısası.Allah'ım yeni yıl sağlık, huzur, mutluluk getirsin. Kötüler  kötülüğe fırsat bulamasın. Bir de Allah'ım O gidince çok üzülcem ve özlicem...Sinema partisi yapamıcam,  mısır patlatmıcam belki ama, sevgili H. mülakatı da geçsin, hatta akademiden sonra tayini Manisa'ya falan çıksın ..Varsa Aydın da olur :))....(seni unutmadım bak canım arkadaşım ) 
Cem, Budeliçocuk,  serpilce, Toz mimlendiniz :))
Almila seni mimlemedim,  yoksa bu defa kızılcık sopasını kesin alırsın eline :))