7.01.2013

VAR MISIN..


korkuyorsan eğer  sevilmekten..
yüreğinin kapılarını açmayacaksın
yok sevilmekse muradın, o yüreği dikenlerle kaplamayacaksın
üzmeyeceksin kalbine misafir  olanı..
sana dokunanı yaralamayacaksın
kanatmayacaksın..
ruhunu sarıp sarmalamayacaksın..
beyaz olacak
şeffaf olacak
yoruma mahal kalmayacak..
en önemlisi
"sevilmek er kişinin işidir"
hakkını vermek gerekir..
sevmek  sözde kalacak kadar basit değildir..
sözlerin kadar, gözlerin de bağıracak
tavırların inandıracak
şüphenin nazarı bile değmeyecek
sendeki hali gören, sevmek böyle bir şey  diyecek..
korkuyorsan eğer  sevilmekten..
yüreğinin kapılarını açmayacaksın...
korkacaksın kırmaktan, üzmekten
ağyara muhtaç etmekten
namerdin eline bırakmayacaksın
sevdiğini emanet bilecek,
gözün gibi bakacaksın
gözünden, gönlünden  bir salise ayırmayacaksın
önünde bent olacaksın
yeri geldiğinde kendinden bile koruyacaksın
mutlu olmak değil, mutlu etmek olmalı gayen
eğer bunu başarırsan mutluluk seni de  içine hapseder zaten
güneşin ısıtamadığını  yüreğin ısıtacak
kollarından önce bakışların saracak..
O'nu  her gün kendine hayran bırakacaksın  
sahip olduğunu zannetmeyecek,
ama sahip çıkacaksın..
O'nu ağlatmayacak,
ama O'nun için yeri geldiğinde ağlayacaksın..
korkuyorsan eğer sevilmekten,
yüreğinin kapılarını açmayacaksın.






İZİN VER ....



sen sessiz sedasız bekle beni
ister kapı ardında..
ister pencere önünde
gelirim ben
bazen umutsuzluğa düşersin belki
kırılır  hayallerin tek tek
hani bir sabah kalkıp dışarı baktığında
ayaz vuran tomurcuklu dallar gibi
  çiçeklerin dökülüverir yere 
daha meyveye duramadan
olgunlaşamadan...
ama sen sakın kendini bırakma
gürül gürül yanan soba
sobadaki odun çıtırtıları
üstüne  portakal kabuğu koymayı da  unutma
hoş bir rayiha yayılsın odaya
çok severim bilirsin
güzel bir şarkı radyoda
ister yağmur çiselesin,
ister kar yağsın
ama umudun hep sıcak kalsın
bil ki geleceğim ben
ne zaman bilemem
ne halde gelirim
sana nasıl dönerim
bilemem
ancak daha vakti var biliyorum
önce büyümeliyim
dizlerim kadar kalbim de yaralanmalı
beyazların, toz pembelerin yanında siyahı da öğrenmeliyim
griyi de
her sözün doğru olmadığını
açılan her kucağın sevgiyle sarmadığını bilmeliyim
çıkmaz sokaklara dalmalıyım bazen
şehrin kalabalığı  beslemeli yalnızlığımı
yolumu kaybetmeliyim
ya da aynı yollarda defalarca yürümeliyim
zaman su gibi akarken yokluğunda
sana çıkmalı tüm varlığım
ne zaman ki rüyalarımı sana yormaya başlarsam,
hayalimde  hep seninle konuşursam,
çaresiz kaldığımda seni ararsam,
anlarım ki sana koyulmanın vakti gelmiştir
bekle beni
dönerim
kaç kez batar güneş
ve sabah kaç kez bensiz çalar kapını 
bilemem
sakın gel deme hemen
senin yanında büyüyemem,
kabuğumu kıramam,
olgunlaşamam..
şimdi yüreğimi sana bırakıp yola çıkıyorum
ve ona iyi bakacağını biliyorum..






6.01.2013

AİLE





Aile salonumuz mevcuttur...
Aile babası..
Aile kızı..
Aile baskısı..
Aile ortamı..
Aile sıcaklığı...
Aile arasında..
Aile şerefi..
Aile hekimliği..
Aile danışmanlığı..
Aile ağacı..
Aile albümü...
Aile sırları...
Haaa bir de aile toplumun temelidir var...
En güzeli aile sıcaklığı...
Tüm bireylerin sevgiyle kenetlendiği...
Her güzel  şeyin nüvesinin , en samimi, en eşsiz , en güvenilir olanının yaşandığı...
En güzel, en emin sığınak...
Hayatın hengamesinde en güzel  liman..
Yaralanmalarda, hezimete uğrandığında, mağlubiyet hallerinde, şefkatle iyileşilen yer...
Arkadaş bozuşmalarında, sevgiliden ayrılmalarda, eşle  kavgalarda gözyaşının kahkahaya döndüğü yer...
Hayata, insana, ilişkilere ait  en sağlam nasihatlerin bedelsiz verildiği yer...
İçindeyken çıkıp  özgürleşmek için can atılan..
Dışındayken keşke  o günlere dönebilsek denilen   yer..
Yer değil, yuva...
Sıcacık..
Ana kucağı, baba ocağı....
Aile işte...





5.01.2013

BİR KEZ DÜŞÜN...


senin ne dediğin değildir önemli olan
bana nasıl yansıdığıdır....


.........


olmuyor biliyor musun
çok deniyorum ama nafile
sen "var" olamıyorsun
ben "yok" sayamıyorum..
beraber yapamıyoruz,
birbirimizden de kopamıyoruz...
farzet ki hiç olmadı diyorum bazen..alış artık bu duruma..
alışmış gibi yaptığım da oluyor gerçi ya da cidden  alıştığım..
uzun sürmüyor.. sinsice yaklaşıyor . ansızın yakalanıyorum.
 ama hiç de şaşırmıyorum
en çok da 
birine ihtiyaç duyuyorum ya hani
şu koskoca dünyada kendimi yapayalnız hissettiğim  zamanlarda..
tek tük, ara sıra..ama hissediyorum işte..
o anda   içimdeki yanardağ uyanıyor sanki.. 
karışıyor ortalık
mideme kramplar giriyor
büyük bir patlamaya hazır bekliyorum..
bütün duygularım dizginlerini koparmışçasına hücum ediyor, hepsi birden
en çok öfke
bir tutam sevgi
buruk bir özlem
keşkeler
meğerler
acabalar...
yoruldum ben...
sana anlatamamaktan
anlatsam da anlayamamandan  yoruldum...






4.01.2013

HUZUR ONURDAN GEÇER...

huzur


     Üniversite birinci sınıftayken Anayasa dersimizin hocası vardı. Belki de rahmetli olmuştur çoktan, bilemiyorum. Olduysa da  Allah rahmet eylesin. Kitabı yoktu sanırım. ( Hafızam iyi değildir ) Kürsüde oturur, bir yerlerden bir şeyler okur, bizde başımız önde not alırdık. Bir gün yine böyle harıl harıl not alırken, bir gürültü koptu. Kafamızı kaldırdık, hoca görünmüyor kürsüde. Ama sesi geliyor, hala okumaya devam ediyor. Meğer sandalyeyle oynarken düşmüş  zavallı , anlamayalım diye okumaya devam ediyor. Kıs kıs gülmüştük..
    Üniversitede  ilk anım bu derse  ait olduğu gibi, ilk bu dersten bütünlemeye kalmıştım ben. Sonradan kulağıma gelen dedikodulara göre, öğrenci işlerinde çalışan memurlar, aslında notumu düzeltip " geçer " hale getirmeye çalışmışlar ama, kırmızı renkli kalem bulamadıkları için yapamamışlar. Aslında kimseyle samimiyetim de yoktu ama bu dersten bütünlemede geçemezsem yıl kaybedeceğim için, acıdılar sanırım halime. Bunu duyduğumda "yuhh !  bir kalem bulamamışlar mı? " demiştim . Yani yuh dememişimdir muhtemelen, pek bi hanım hanımcıktım o zamanlar :)) Hayıflandığımı saklayamam ama.
    Geçenlerde  arkadaşımla konuşurken, bir anısını anlattı bana. İşte o zaman aklıma geldi bu olay. Arkadaşım da tam tersini yaşamış. Sınavdan çıkınca  " 30- 35 anca alırım " dediği dersten 65 alınca doğru hocanın yanında almış soluğu." Hocam bir yanlışlık var , tekrar inceler misiniz kağıdımı " diyerek. Nitekim , incelenmiş ve gerçek notu 35 olarak listede düzeltilmiş.
   Aslında doğrusu bu tabi ki..İnsanın onurlu bir duruş sergileyebilmesi , kimsenin önünde çıkar için eğilmemesi gerekir. Ya da avanta dediğimiz, havadan gelen, emek harcamadan hasıl olan kazanımlara tenezzül etmemesi, hak etmediği hiç bir durumu, konumu, menfaati kabul etmemesi...Ama hani biz duyunca veya haksızlığa uğrayınca kızıp söyleniyoruz ya, kendimiz bu gibi durumlardan tamamen soyutlanmış mıyız acaba ? Ucundan kıyısından asla haksızlığı kabul etmem, tenezzül etmem diyebiliyor muyuz ?
   Bankada, belediyede, hastanede... işimiz varsa, hemen bir tanıdık aramaya kalkmıyor muyuz ?
   İş başvurusunda araya birilerini sokmaya çalışmıyor muyuz ?
   Çocuğumuz  daha iyi okulda / öğretmende  eğitim görsün diye, sahte ikametgahlar edinmiyor muyuz?
Rüşvetle, torpille baş etmenin yolu sanırım  insanların bu tür durumlarda tam aksi yönde karar vermeleri.. Hani bir darbı mesel vardır. Adam görülmekte olan dava için kadıya  bir tepsi baklava gönderir. Bunu duyan arkadaşı " ne yaptın sen, kadı efendi kızar böyle şeylere " der. Bizimki pişkin pişkin cevap verir  " kendi adıma göndermedim elbette, karşı tarafın adını verdim " Tamam bu da doğru değil. Ama vazgeçelim artık, menfaat için insanların işini görmekten, kendilerine menfaat sağlayarak iş gördürmekten.  Temiz bir toplum, adaletli, hakkaniyetli bir  dünya düzeni istiyorsak bu şart..Vicdanen rahat olmak için, geceleri huzurlu uyuyabilmek için bu şart.. Yetiştirdiğimiz / yetiştireceğimiz çocuklara onurlu olmayı, vakur durmayı anlatabilmemiz için şart...





3.01.2013

MANTIK VİCDAN ÇATIŞMASI




    Hava serin fakat güneşli.. Bir süre Beşiktaş'ta  dolaştıktan sonra, arkadaşımla buluşmak için Beşiktaş- Kadıköy vapuruna biniyorum.. Hemen salonun girişine oturup, hareket etmesini bekliyorum. Bir kaç dakika sonra en fazla 2 metre sağımda bir bayanın sesiyle bakışlarımı o tarafa yöneltiyorum. 40 yaşlarında , eli yüzü düzgün bir kadın, yanında ağzındaki maskeden dolayı yüzünü göremediğim ama en fazla 14- 15 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim zayıf, uzun boylu bir erkek çocuğu. İlk cümleyi kaçırmışım "oğlum kan kanseri" İçim acıyor, gencecik bir çocuk. İnsan ister istemez empati yapıyor hemen.."maliyeti 400  Tl. olan iğneyi her hafta vurulmak zorunda.Bu masrafı Lösemili Çocuklar Vakfı karşılıyor". Kendimi çok kötü  hissediyorum. Çocuğun hasta oluşundan mı, yoksa bu kadar insanın karşısına çıkıp para istemek zorunda kalışlarından mı bilmiyorum. "Bu hafta oğlumun kanının değişmesi lazım. Ama ne yazık ki, bunu karşılayacak durumda değilim.Vakıf ta bu konuda yardımcı olmuyor, imkanları kısıtlı.." İnsanın içinden isyan edesi geliyor. Hastalık bile zenginlerin hakkı demek ki. Fakirin, dar gelirlinin hasta olmak gibi bir lüksü yok. Acaba devletin bu durumdaki insanlara karşı hiç mi fonu yok...Yoksa neden bu insanlar kaderlerine terk ediliyor.Varsa neden vapurdaki yetkililer böyle bir şeye göz yumuyorlar.. Daha fazla bakamıyorum, içim elvermiyor. O kadar rahatsız oluyorum ki bu durumdan, hani yer yarılsa da içine girsem diyesim geliyor. "İsteyenler dr. İnci Hanım'dan, dr. bilmem kimden telefonla oğlumun durumunu öğrenebilirler"  Elindeki kağıtları gösteriyor sanırım bu arada. Ama ben de dahil, hiç kimsenin böyle bir şeye yelteneceğine ihtimal bile vermiyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kimseden de bir hareket yok. "Beni dilenci zannetmenizi istemem, ama ana yüreği işte, çok çaresizim." Bilmez miyim, insan böyle bir durumda, evladı için canını bile  verir, hem de gözünü bile kırpmadan, hırsız da olur, dilenci de.  Gözlerinin önünde, canından bir parçasının eriyip gitmesine kim dayanabilir ki..
       Ama ben normalde itibar etmem böyle şeylere. Çünkü her köşebaşında , her kavşakta o kadar çok insan var ki " bir ekmek parası" diyen.. Sabah geçerken sizden 2 kuruş isteyen, akşam dönüş yolunda hala orada .Bir yandan da ya kadının dedikleri doğruysa diyorsunuz.. Versem aklımla, mantığımla çatışacağım, vermesem vicdanımla.. Üstelik o an farkettim ki, vermeye utandım. Onca insanın arasından ayağa kalkıp para vermek utanç verici gibi geldi. Hem karşımdaki insan açısından, hem de kendi açımdan.. "bak böyleleri yüz vermese , bunlar ulu orta para isteyemezler" diyecekler hissine kapıldım bir an. Oysa  insanın kendisine karşı vicdanı rahatsa, başkalarının dediğine de çok itibar etmemeli böyle konularda .. Ben bütün bunları düşünürken, teşekkür edip, karşıdaki bölüme geçiyorlar.  Keşke verseydim demeye başlıyorum bu kez. Tipik ikizler burcu işte.. Karasız, ne yapsa içine sinmeyen insan modeliyim ben. 
      Aradan pek fazla zaman geçmeden, orta bölümde görüyorum tekrar ana-oğulu. Hah diyorum, hadi ver de kurtul. İskeleye yanaşmak üzereyiz zaten. Çantamdan parayı alıp başımı kaldırdığımda, gözden kaybediyorum onları. İnerken rastlarım belki deyip, etrafı kolaçan ediyorum ama nafile....Üzülüyorum . Artık çok geç.. Anlıyorum ki, mantığınla istediğin kadar çatış, bir şekilde susturursun, ikna edersin...  Daha olmadı " sana ne ya, istedim ve yaptım, keyfimin kahyası mısın " diyebilirsin.  Ama insan asla vicdanıyla ters düşmemeli.  Bazen kendimizden bile şüpheye düşerken, karşımızdaki insanın doğruluğu, dürüstlüğü hakkında nasıl bir yargıya varabiliriz  ki... Ya kadının anlattıkları doğruysa...Ya o çocuk gerçekten hastaysa... Offffff....Bir insan hakkında umarım dolandırıcıdır  diyeceğim hiç aklıma gelmezdi.....