Sadık Hidayet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sadık Hidayet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10.10.2013

KÖR BAYKUŞ / SADIK HİDAYET




"Yaralar vardır  hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta  yiyen, kemiren yaralar..."
       İşte böyle  başlıyor  İranlı  yazar Sadık Hidayet'in  kitabı.. Elbette bu cümle ile  beni hemen içine alıveriyor..Anlıyorum ki,  kim ve ne olursa olsun, bu dünyada yaşayan her insanoğlunun ruhunun derinliklerinde bir açmazı var. İşte hayat, bu açmazların ya da yaraların gölgesinde sürüp gitmeye mahkum.. Ya güçlü olup , savaşacak, yüzleşecek , iyileştirmeye çalışacaksın. Ya da  Kör  Baykuş'ta olduğu gibi yenilip, vazgeçip,   iblise teslim olacaksın..  Belki de  özellikle  sanat dünyasındaki eserler,  bu mücadelede  çekilen sancının güzel bir dışa vurumu...
       Sadık Hidayet,  1903 yılında Tahran 'da doğmuş,  itibarlı bir aileden gelen , İran Edebiyatı'nda önemli bir yer edinmiş büyük bir yazardır. Uzun yıllar Fransa'da kalmış,  iki kez  intihar girişiminde bulunup, üçüncüsünde ( 1951) bunu gerçekleştirmiştir.  Kitabın sonundaki  Sadık Hidayet Biyografyasında  O'nu yakından tanımamızı sağlayacak şu cümleler geçmektedir :

        - Adamdan saymadıklarına karşı dümdüz tutumu, bayağılık ve şirretlikleri maskaraya çeviren kıvılcımlı zekası, hiç bir ayrıntıyı atlamayan belirgin gözlem yeteneği; karakterinin belli başlı özellikleridir.
         - Bir nükteciydi Hidayet, çok zaman o maskesi ardındaki üzgün düşünürü görmek imkansızdı hemen hemen.  Bazı kimseleri ciddi bir söz söylemeye layık görmez, onlarla eğlenirdi sadece ; ama edepsizleşip gönüllerini kırmak istemezdi hiç.
         - Ömrünün son yıllarında  afyon düşkünlüğü, kapıldığı ümitsizlikten  ve hayatını  yavaş  yavaş ölüme teslim etmek niyetinden ileri geldi.
          - Bu roman, daha çok, sessizce katlanılan bir acının ifadesidir; kendisinin çektiği, onunla beraber hisseden ve terörün susturduğu diğerlerinin çektikleri acıların ifadesi..

      Kör Baykuş, İranlı olmasına rağmen, yazarın Hindistan 'da yayımladığı bir roman. Bir çok dile çevrildiği gibi, Behçet Necatigil çevirisiyle de Türkçeye ve bize kazandırılmış bir başyapıt...
      Elbetteki, ilgi ve bilgi alanım olmaması sebebiyle kitabı eleştirecek değilim. Amacım, henüz okumayanlara duyurmak. Kitap oldukça kısa. Ancak her bir cümlesi geniş açılımlar yapılabilecek kadar anlam yüklü... İlk başta  okurken devaju mu dediğim cümle tekrarları, zamanla yazarın tarzı olduğunu  anlamamı sağladı.  
      Kitap gerçekle hayalin arasında   savuruyor okuyucusunu.  Derin bir hüzün, derin bir yalnızlık, ölüme meydan okuma, ama mümkünse   ölümden sonra  yok olma isteği hakim . Bütün bunlara sebep ise, daha çocukluktan başlayan  aşkın, tutkulu  ve platonik olması sebebiyle, saplantı haline gelmesi, aşkın  nefretle , tıpkı bir "adamotu" gibi  birbiri içine girmesi... Kitapta birbirinden farklı bir çok  kişinin, aslında tek bir kişiliğin yansıması olduğunu  sonunda anlıyorsunuz. Yani kitabın kahramanı ile sevdiği kadının değişik karakterlere bürünmüş halleri......
İşte kitaptaki ,  çok hoşuma giden cümlelerden seçmeler:

- Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince  düşüncelerimi kendime saklamalıyım.. (s.15)

- Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine aşina idim ki, ruhlarımız  önceki bir hayatta , cisimsiz maddesiz bir alemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece  bizim yeniden birleşmemiz  adeta kaçınılmaz olmuştu. Ben bu haytta da onun yanında olmalıydım.  (s.20)

- Hem sonra , yaşarken nasıl başkalarının uzağında kalmışsa, şimdi de diğer ölülerin uzağında kalması gerekiyordu. (s.32)

- Zifiri bir gecenin koynunda kımıldayıp duruyordum, ömrümü dalgalarına gömmüş, derin bir geceydi bu...
   Doğa ile aramda bir bağ kurulmuştu, ruhuma inmiş, çökmüş derin karanlıkla benim aramda bir bağ. Böyle bir sessizlik, bizim anlayamadığımız bir lisan gibidir. (s.33)

-  ....sanki ben ömrüm boyunca bir kara tabutta uyuyordum hep..... (s.34)

- Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar*  gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm.. (s.39)

- Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi. (s.39)

- Pencereden dışarı bakmaya korkuyorum, kendimi aynada  görmekten korkuyorum. Nereye baksam  çoğalmış  gölgelerimi görüyorum .. (s.40)

- Hayat bana tek ve değişmez  bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi  eritti. (s.41)

- Dünya , ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Evin bütün odalarını yalın ayak dolaşmak zorundaydım  sanki .. (s.55)

- Ben çoğu zaman , unutmak, kendimden kaçmak için  hatırlıyorum çocukluğumu.. (s.60)

- Tek tesellim ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya  bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim ? Bana göre değildi bu dünya.... (s.69)

- Yalnız ölüm  yalan söylemez !
   Ölümün varlığı  bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından  bizi o kurtarır.. ( s. 69 )

- ....ayna karşısında konuşuyordum  kendimle  " Derdin öyle derin ki,  gözlerinin ta derinlerinde. Ağlayınca gözyaşın gözlerinin derinlerinden geliyor, yoksa akmazdı gözyaşların ! " (s.72)

- Bu dünyanın insanlarıyla, dirilerle nasıl konuşulduğunu unutmuştum her halde... (s.76)

-.... oysa bütün kalbimle  de tiksiniyordum  ondan, öyle sanıyordum ki aşk ve kin  aynı şeydiler.. (s83)

- Başka türlü düşünüyor, başka türlü hissediyordum; ve bilmiyordum kendimi onun elinden - içimde uyanmış ifritin elinden - nasıl kurtaracağımı. (s.84)

- Önümdeki mangalın ateşinden, geriye bir üfleyişte uçup gidecek bir avuç kül kalmıştı. Hissettim ki benim düşüncelerim de  dayanıksız  bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar.. ( s.85)

 İyi okumalar...






* Butimar, deniz kıyısına çöken , ancak denizin  bir gün kuruyacağı düşüncesiyle hiç su içmeyen bir kuş.