22.01.2018

GÖZLEMLİYORUM, GÖRÜYORUM...



Kuş gözlemciliği yapar gibi insanları gözlemliyorum. 
Neden kuş gözlemciliği dedim ? çünkü üç beş kuş hariç kuşları tanımıyorum. Tıpkı çevremdeki üç beş insan hariç kimseyi çözemediğim gibi... Ha, bir de kuş gözlemciliği sabır isteyen bir iş. İnsanları gözlemlerken de sabırlı olmak lazım.
Neyse , konumuz kuşlar değil zaten, fareler de değil.. İnsanlar..Sorun şu ki, insanlar  hızla değişiyor. Ben  tanımaya , çözmeye çalıştıkça, gözlem yaptıkça, araştırıp öğrendikçe  bildiklerim aritmetik artarken insanların davranış tarzı  geometrik artıyor. Bu böyle olduğuna göre, şöyle bir durumda  şunu demesi ya da yapması lazım diye teori geliştirmişken , hoooppp başa dönüyoruz. Çünkü insanlar benim öğrenme hızımı katlayarak tarz değiştiriyor. 
Sonunda işin içinden çıkamayıp, kabataslak kategorize etmeye karar veriyorum. Elime geçen her türlü davranış tarzını , önce bu sınıflandırma  içine sokmaya çalışıyorum. Hiçbirine uymazsa , daha derin sınıflandırma yapana kadar , en çok uyan içinde olması mantıklı geliyor.

Tartışmaya açık olarak  iddia ediyorum ki, insan davranışlarının altında yatan, kişiliğini oluşturan sebeplerin başında "sevgisizlik /ilgisizlik" geliyor. Sevgi ile ilgi,  ikisi eş değer değildir elbette ama birlikte olmak zorundadır. Sevgisiz ilgi, ilgisiz sevgi kadar boş ve yetersiz olacaktır. Kıskançlığın, özgüven eksikliğinin,  gelgitlerin,  hırçın kişiliklerin.... çoğunun  altı deşilse sevgisizlik çıkar karşımıza.  Bir söz vardır " kadını geçimsiz yapan sevgisizlik, sevgisini yok eden ilgisizliktir.."  diye. Cinsiyetçiliği bir kenara bırakıp,  bunu "insan" olarak değiştirmek istiyorum. Sevgiyle iyileştirmeyi beceremediklerimiz olur mutlaka ama sevgisizlikle hasta etmediğimiz insan olamaz. Bir şeyin eksikliği maraza  sebep oluyorsa, o marazın tedavisi de  eksikliği tamamlamakla mümkün olabilir ancak. Yani  sevgi ve şefkat gösterdiğiniz  takdirde  bambaşka bir insan görürsünüz karşınızda. Eğer  sevginiz, ilginiz iyileştiremiyorsa o insanı ya hastalık artık amansız bir hal almıştır, ya da sevgisizlik sadece tetikleyici rol oynamıştır insanın içindeki kötülüğün, fesatlığın, geçimsizliğin  dışarı çıkmasında. Dünyanın , insanlığın sonu sevgisizlik yüzünden olacaksa eğer, kurtarmanın tek yolu da her köşebaşına sevgi tohumları ekmekle,  kalplere sevgiyle dokunmakla mümkün olacaktır. Sevgisizlik mutluluğun, huzurun,  barışın,  bereketin ,  önüne  çekilmiş alabildiğine yüksek ve muhkem duvar... Sevgi, ilgi, şefkat ise  o duvarı çıkacak en büyük güç. 
Sevgi,  kurumuş , çorak kalplere ab-ı hayat .... 
Bazen huzurlu bir nefestir sevgi, bazen sıcacık bakış, bazen yüreği  sarıp sarmalamaktır.
Nefret dolu bakışların,  anlamsız dokunuşların, hoyrat tavırların üzerindeki buzu çözecek olan tek şey sevgidir. 
Günebakan çiçeklerinin güneşe dönmesi gibi, yürekler sevgiye döner . 
Sınırsız  olduğunda, nefrete sınır çizendir sevgi...Sonra da o çizgiyi daraltıp yok eden...
Zamanın yakasını rahat bırakın ,zira  her şeyin ilacı sevgidir.
Korkmayın sevmekten, sevgiyi dillendirmekten, dile pelesenk etmekten.
Dünyayı yaşanır kılacak olan iksirdir sevgi. Sadece insanı değil, canlı cansız tüm varlığı sevmek gerekir ki,    göz gibi, kulak gibi  sevgi de duyularımızdan biri olsun. Anlamada, tanımada, uyum ve uzlaşmada  elimiz ayağımız olsun.....

İkinci sebep, yaşanan travmaların etkisi. Bu konuyu çok uzatmaya gerek yok,   anne babadan birinin veya her ikisinin  erken kaybı, çocuk yaşta maruz kalınan şiddet, ağır hastalıklar, maddi imkansızlıklar,  kazalar, doğal afetler, insan veya hayvan saldırısı ... birer travmadır. Dönün  çocukluğunuza, bakın etrafınıza , ne demek istediğimi anlayacaksınız. Uzmanlar der ki, ciddi ruhsal bozuklukların kökeninde ruhsal travmalar yatar.  Çünkü  çaresizlik içerir, maruz kalanın gücünü aştığı için zaten travmadır. Karşı karşıya kalınan durumla ilgili baş edememe duygusu, adeta insanın üzerine yapışır, yakın temasta bulunduğu  insanları da bataklık gibi içine çeker. Hep derim, geçmişini bilmediğiniz insanı asla gerçekte tanıyamazsınız. Anne babası tarafından şiddet gören , başkalarıyla kıyaslanan, öğretmeni tarafından aşağılanan, hep başarma baskısıyla  büyüyen çocuklar, ileri yaşlarda bambaşka tavırlar sergileyebilirler. Ummadığınız anlarda , tahmin etmediğiniz tepkiler verirler. Sonra düşünür durursunuz benim gibi, neden böyle dedi, neden böyle yaptı  diye.
Bu konu ciddi bilgi birikimi ve uzmanlık gerektiği için ,  konuyu  kısa geçiyorum.... 

Son sebep biraz daha geniş kapsamlı. Kişinin sadece kendisine yönelik değil çünkü. Yani hiç tanımadığı bir insan için de geçerli olabilir, geçmişe ait de ... İnsanın hazmedemediği, kabullenemediği, mantığına oturtamadığı, aklının almadığı olaylar, durumlar, haksızlıklar. Bazen inancını sorgulamak zorunda kalır insan. Sorularına cevap bulamadıkça işler çığırından çıkar.. Kimi işine verir kendini, kimi okumaya, kimi serkeşliğe. Etrafına bağırıp çağıran, can yakan insanların canını yakan  bir problemleri vardır genelde. Adalet, hak, hukuk kavramı etrafında biriken cevapsız sorular dayanılmaz hal almaya başlar bir süre sonra. Rıza, kabullenme, tevekkül  gerektirir ruhun sükunete ermesi için. Çok fazla sorgulama , irdeleme yaraya kezzap dökmek olur.  Neden dersin, küçücük çocuk, çaresiz kadın, zavallı adam.... ne günahı vardı, ne suçu vardı ? ..... Allah'ın rahmetiyle, şefkatiyle ters düşüyordur olup bitenler. Gücü yetmez olup biteni değiştirmeye, gücü yetenin neden  izin verdiğini düşünür ...  Seyirci kalmak  yer bitirir insanı. Yönünü çevirir mecburen. Ya unutmaya çalışır, ya da günahsızların hırsını başka günahsızlardan çıkarmaya  başlar. Bozulan dengesi sadece kendini değil,  dokunduğu, baktığı herkesi sendeletir. Düşünmekten kaçmak için kırar döker. Kırarken çıkan  sesler, beynindeki uğultuları bastırsın ister. Farkında bile değildir üzdüklerinin... Zamanla haksızlığa isyan için çıktığı yolda , yeni isyankarların varlık bulmasına sebep olur.
Bu insanlar içimizde, hatta belki de biz bu insanların içindeyiz, kimbilir.. Demem o ki, insanlık zor zenaat . Bunca zorlukla uğraşırken  birbirimizin hayatını zorlaştırmayalım  n'olur.... Başkalarına verebileceğimiz şeyler varsa esirgemeyelim, elimizden geldiğince sabırlı ve anlayışlı olalım. Hep istemekten, anlayış beklemekten, sabrın sınırlarını zorlamaktan  kaçınalım. Bencillikten sıyırılıp etrafımıza bakalım. Yaralayarak değil, yara sararak iyileşebileceğimizi unutmayalım.

Ben aslında tezat iki durumda da kendini haklı çıkaran bir arkadaşımı çekiştirecektim, konu nerelere geldi !!!

Bu kadar uzun yazıyı okuyabildiniz mi, buralara kadar gelebildiniz mi bilmiyorum ama, ben bile  kendimden  sıkıldım şu an ;)

Sevgiyle kalın.....


17.01.2018

ARAMIZDAKİ SÖZLER / The Mountain Between Us



İzle, mutlaka izle, sen seversin baskılarına dayanamayıp, biraz da Oscar ödüllü oyuncusunu ( Kate Winslet)  referans alıp izledim Aramızdaki Sözler'i.. 
Gazeteci Alex  ile doktor Ben kötü hava şartları yüzünden uçuşlar iptal edilince birlikte özel uçak kiralayıp yola çıkarlar. Ben ameliyata , Alex kendi düğününe yetişmek zorundadır. Ancak pilot kalp krizi geçirir , uçak güç bela inerken parçalansa da kurtulurlar ve karlı dağların arasında, soğukta mahsur kalırlar. Filmin neredeyse tamamına yakını sadece iki oyuncuyla karların arasında geçer.
Belki  güzel bir film olduğu konusunda kendimi şartlandırdığım belki de hayata dair şartlandırmalardan arınıp izlediğim için beğendim.  Hatta bayıldım.
Alex  sarışın , alımlı bir kadın, Ben siyahi  bir adam...
Alex Ben'i korkaklıkla suçlayacak kadar cesur,  Ben Alex'i bencil bulacak kadar temkinli...
Alex dışa dönük, konuşmayı, sormayı,sorgulamayı seven, daha  çok mantığı ile hareket eden bir kişiliğe sahip. Ben duygusal,  daha  içine kapanık, iç dünyasında olup biteni dışa yansıtmayı pek sevmeyen, paylaşmayan  karakterde bir adam...
Ve bunca  aykırılığa, uç özelliklere rağmen  bu iki insan birlik olup  hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.  Ben kendi hayatı pahasına  ayağındaki sakatlık yüzünden yürüyemeyen Alex'i yalnız bırakmıyor. Alex verdiği cesur kararlarla,  Ben'i de kendi kabuğunu kırma konusunda yüreklendiriyor. Aralarındaki güven o kadar güçlü ki,  ister istemez filmimizin kahramanları  yakınlaşıyor, hatta bağlanıyorlar. 
Aşk mı sevgi mi sorusuna "kesinlikle güven" diyorum bundan sonra. Birine hayatınızı emanet etmek zorunda değilsiniz elbette. Lakin, bir ilişkiye başlarken duygularınızı emanet ediyorsunuz . (Bunu kadın- erkek ilişkisi olarak sınırlandırmıyorum , her türlü insan ilişkisi için geçerli.) İnsanın duygularını emanet etmesi demek, duygularının görmezden gelinmeyeceği , telafisi imkansız yaralar almayacağı,  duygularının önemseneceği,  zedelense de tamir edileceği anlamını taşır. Birinin sizi üzmeyeceğinden asla emin olamazsınız belki, bu insanın yaradılışına aykırı. Bile isteye üzmeyeceğinden emin olabilirsiniz sadece. Üzdüğünde kendisinin de üzüleceğini bilirsiniz. 
Hayallerinizi emanet edersiniz, çünkü güveniyorsunuzdur. Hayallerinizi gerçekleştirmez belki. Ama sizi, gerçekleştirmeniz için yüreklendirir, motive eder. 
Acılarınızı emanet edersiniz. İnsan yüreğinin acısı dışarıdan görünmez pek. Alçısı, sargısı, izi yoktur çünkü. Bunlar olsa, kolaydır, görür ve oralara dokunmaz, vurmaz.  Yürek acısını gösterdiğinizde , saklama ihtiyacı hissetmediğinizde o insana  güveniyorsunuz demektir. Artık o konuda hassas olacağını, sizi oradan vurmayacağını bilirsiniz. 
Bütün bunlardan daha önemlisi, birinin böylesine güvenebileceği biri olmanın verdiği haz ... Saygının olduğu yerde sevgi de gelir derler. Belki doğrudur, belki güven saygının da önüne geçiyordur kimbilir. Bildiğim tek şey, güvenmediğiniz insanla yola çıkamazsınız...


Görsel açıdan manzaralar müthiş. Özellikle benim gibi İzmir'de oturan ve kar yağışına pek şahit olmayan biri için...  
Bu film izlenir...

aramızdaki sözler ile ilgili görsel sonucu

7.01.2018

THE CONFESSİON (1999) / İTİRAF

İsmini hatırlamadığım bir İran filmini izlerken de aynı şeyi düşünmüştüm "Memleketimin şu anki haline ne kadar çok benziyor !!"
The Confession filminin başında da aynı düşünceye kapıldım. Ateşler içindeki oğlunu kaptığı gibi hastaneye koşan filmin kahramanı, ilgisizlik neticesi başka hastaneye gitmek zorunda kalıyor, ancak oğlunu daha yolda iken kaybediyor. Bildiğimiz , aşina olduğumuz manzaralar kısacası. Ve  yine tahmin ettiğiniz üzere, baba adaleti kendisi sağlamak için  işlerinin  sorumluluğunu taşımadıklarına kanaat getirdiği kayıt memurunu, doktoru,   hemşireyi öldürüyor.  Tabi filmin bundan sonrası hiç tahmin etmediğim şekilde gelişiyor. 
Çok güzel, anlamlı, felsefi vs. diyebileceğim  cümleler vardı. Aklımda tutamadım, akışı bozmamak adına durdurup yazamadım... Ama şunları unutmam mümkün değil;
"Doğru olanı yapmak zor değildir, doğru olanı bulmak zordur.."
"İyi birinin de günahı olabilir." Günah insanı  kötü biri yapmaz ...

Bizler yaptığımız hatanın, yanlışın  kılıfını bulmakta hiç zorlanmayız genelde. Zaten yaptığımız yanlış ve hata da değildir. Kendimizi aklamakta  üstümüze yoktur. Bu nedenle de " hafifletici sebepler" can simidimizdir.  Bir de " ağır tahrik"  vardır elimizde kapı gibi.  Emrahvari bir bakış, boyun bükme, takım elbise- kravat ikilisi  vazgeçilmezlerimizdir. Sorumluluk , dik duruş,  bedel ödeme  ne kadar yabancısı olduğumuz   kavramlar..
Adam diyor ki,   evet öldürdüm,  pişmanım ama cezamı da çekmek istiyorum. Çünkü   eğer  cezamı çekmezsem, bu işten kurtulursam , yaptığım  sadece adi bir cinayet olarak kalır, sıradan bir katil olurum. Ben sorumluluğu üstlenmek ve  oğlumu onurlandırmak istiyorum.. 
Alec Baldwin'in avukat rolünde, baba Ben Kinsley ile  ilk karşılaşmalarındaki  konuşmalar müthiş etkileyici ve anlamlı. Sırf bu sahneler için mutlaka izlenmeli bu film.



the confession 1999 izle ile ilgili görsel sonucu


6.01.2018



yazdım, yazdım, yazdım ve sildim. Ama şarkı müthiş, silmeye gönlüm razı olmadı ....