28.11.2015

....

Çok uzun zaman olmuş yazmayalı. Sanırım bir süre  daha devam edecek bu suskunluk. En azından sizleri okumaya çalışacağım elimden geldiğince. Kendi kendime konuşmaktan,  kağıda/ klavyeye dökecek bi'şeyim kalmıyor ne yazık ki. Gidişat hiç iç açıcı değil, gelecek endişe  verici. Umutlu olmak çok zor.

5.11.2015

HADDİMİ BİLEMEDİM

Sabahın köründe radyo dinliyorum..
Bir kanala denk geldim, ismi lazım değil.  Hoş lazım olsa da  bilmiyorum, rast geldi işte. Bir muhterem zat konuşuyor. Diyor ki " kadının eşine ismiyle hitap etmesi mekruhtur".  Sebeplerini sıralıyor bir bir.  Eh   kabul edilebilir az biraz zorlasan.
İçimi garip bir sevinç kaplıyor. Hatta huzur sayılabilir az biraz zorlasan.
Çok şükür diyorum. Çok şükür. Bizi yaradana hamd olsun. Kurdu kuşu yaradana, her gün güneşi doğurana...
Kabusta mıydım da uyandım,  uyudum da  rüyamı görüyorum. Hangi ara  bu hale geldik de kaçırdım.  Demek tüm dertler bitti,  yurdum insanı mutlu mesut. Ne çalan var ne çırpan.Ne haksızlık ne de zulüm. Analar ağlamıyor, her gün insanlarımız ölmüyor,şehit haberleri mazi olmuş,  gençlerin umudu tükenmemiş. Her doğan gün  içimizi aydınlatıyor. Kravat taktı diye, 14 yaşındaki kızı hamile bırakan  .... işte burada kelimeyi size bırakıyorum. İşte o  hayvan desem hayvanlara hakaret olacak mahluk iyi halden indirim falan almamış. Kimse kimseyi kırmıyor,  düşene el uzatılıyor. Hani cennetteyiz sayılabilir biraz zorlasan.
Tek kusurumuz  ismen hitap kalmış. Onu da halletsek her yer gülistan...
Bitlenmiş saça  gül konduruyoruz.
Oysa dinin toplum hayatında düzenleyici, teskin edici, doğru yere sevk edici, insanı eğitici, hayatı yaşanabilir kılıcı, güzelleştirici  etkisi olması gerekirken, hele hele  bırakın dini, İnsanlıktan uzaklaştığımız bu günlerde  fonksiyonu  ayrıntılarla uğraşmak olmamalı. Boşanmaların  hızla arttığı, devam eden evliliklerde huzurun, sevginin, saygının kalmadığı,  ite kaka gittiği  bu dönemde   Ahmet yerine   bey desen ne olur, ağam desen ne fark eder ?
Önce sevmeyi anlat bana. Saygının çerçevesini çiz. Yüzüme vur  eksikliklerimi, hatalarımı anlat. Ne zaman bu hale geldik, neden  insanlıktan uzaklaştık,  nedir bu  içimizdeki öfke, kin,nefret, hırs.  Yok mudur bunları içimizden, beynimizden, ruhumuzdan atmanın yolları.  Öyle şeyler söyle ki evime koşarak geleyim, geleni kucaklayarak karşılayayım.  Her gün yanımdakine  şükredeyim, yanımdaki  dünyamı aydınlatsın. Huzurla koyayım başımı yastığa,  gülerek uyanayım, hayata daha bir sıkı sarılayım.
Derdimiz ölüm olsun, o da  ihtiyarlıktan olsun.


16.10.2015

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU

Uzun süredir arayıp bulamadığım kitaplar için son çare olarak netten sipariş vermek isterken, bir kitap çıktı karşıma.Meçhul Bir Kadın'ın Mektubu..Bu kitabı bir arkadaşımın paylaşımlarında görmüştüm ve dikkatimi çekmişti. Kitabı  bir solukta okudum..
Sanırım 2 sene önce idi. Kürk Mantolu Madonna  çok hoşuma gidince, kendimce üçlü bir seri oluşturup, 2 farklı milletten, 2 farklı yazarın kaleminden , aşkı anlatan kitapları da okumuştum ardı sıra.. Kör Baykuş ve Kırık Kanatlar. Her 3 kitabın kendine has anlatımı var elbette. Ama son okuduğum Meçhul Bir Kadın'ın  Mektubu adeta beni büyüledi.
Aslında kitaptan ziyade uzun bir öykü kıvamında. 1-2 saatte bitecek türden. Başlar başlamaz beni içine çekip alan, bittiğinde  farklı bir boyuttan hayata bakıyormuş hissi yaşatan  bir öykü.
Bitirince netten yorumlara baktım. Tabi ki yine " hıh  ne anlarsınız siz aşktan " dedim .
Neymiş saplantıymış, birine böyle bağlanmak  normal değilmiş, obsesif  bir kişilikmiş.Kesinlikle katılmıyorum. Bu hastalık değil, saf aşk. İşte artık türüne pek rastlanmadığından günümüzde,  böyle yaftalamak işine geliyor insanların...
Daha önce okuduğum bir kitapta mealen " Aşk insanı mutlu eder, çoğaltır, besler. Hayat enerjisi verir. İnsanı üzen bir duygu aşk olamaz" diyordu. O zamanlar anlam verememiştim. Nasıl olur da aşk insanın içini acıtmazdı ki. Aşık olan, maşukunu  hep yanında isterdi. Özlem çekerdi, paylaşmak istemez, kıskanırdı. Hep kendisiyle ilgilensin, hep değer versin, öncelik hep onda olsun isterdi.
Bu hikayeyi okuyunca anladım ki, aşk emekle iktifa etmiyor . Emeğin yanında  sabır istiyor, beklemeyi , paylaşmayı, O'nun mutluluğuyla mutlu olmayı öğretiyor. Asıl sorun sahiplenmeye, hayatına karışmaya başladığında ortaya çıkıyor. Ve aşk boğuyor böyle durumlarda. Nefes almak, kaçmak kurtulmak istiyor insan..
Aşık , maşukuna  liman  olmayı bilendir.
Aşık, maşukuna   şahsi bir yaşam alanı bırakandır.
Aşık, sahip olmadan  ait olandır.
Aşık, sorun çıkaran değil, huzur verendir.
Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur sözüne inat, aşık görmese de , dokunmasa da, konuşmasa da sevmeye devam edendir. Çünkü aşk, zaman ve mekanı aştığınızda ortaya çıkan güçlü bir duygudur. Tenin,  tensel hazzın ötesinde ruhların yakınlaşması, birlikteliği, uyumu, çekimidir.
Aşk,  ömrü biçilemeyendir.
Aşk dünyalık değil,  sonsuzluğa uzanan duygu yoğunluğudur.
Aşk, yük olan değil, yükü hafifletendir.
Aşk,  tüm sorunların, sıkıntıların, dertlerin arasında  durup dinlendiğimiz, kendimize geldiğimiz sığınaktır.
Gerisi  basit bir etkileşim, hoşlanma, heyecandır..

8.10.2015

AVUÇLARINA YAĞSAM DAMLA DAMLA...



Yalanlarından değil, o yalanların doğru olma ihtimaline muhtaçlığımdan nefret ettim ben,
Gidişlerine değil, sensiz kalışlarımaydı öfkem..
Canımı yakan sözlerin değildi,
Onca kırgınlığıma rağmen , senden vazgeçemeyişlerimeydi isyanım...
Düşer miydim bilmiyorum avuçlarına,
Ama ben, yağmur olup yağmak istedim  damla damla..
Kalabalıklar içinde kaybolmaktan  endişelenmedim hiç..
Tek korkum, beni bulamaman,
Bulduğunda tanımaman,
Tanıdığında umursamamandı..
Kelimesiz kalmadım hiçbir zaman, söylenecek çok şeyim vardı..
Sustum...
Beni anlamamandan korktum.....


1.10.2015

.....


Hepsi siyah beyaz..Bazen uzunca bir yol, kenarları ağaçlık..Huzur, bir o kadar da belirsizlik..Merak ve heyecan celbeden..
Bazen dalgalı bir deniz.Korkunç ve insanın içini ürperten..
Kuzum nedir bu  her şeyi arkanda bırakıp gitme isteği ? 
Nereye ve neye gittiğini bilmeden ?
Kime sığınabilir , ne kadar uzaklaşabilirsin ?
Her hatırayı yanında taşırken ....
Yüreğin hala O'nun sıcacık sevgisiyle doluyken ....
......

YANILSAMA...




Bazen kenara çekilip izlemek lazım.. Uzaktan ve duyguları karıştırmadan. Bir insanı tanımanın en iyi yolu. Taşların yerinden nasıl oynadığını  görecek ve çok şaşıracakın. Tanıdığını zannettiğin insan, aslında  hayalinde oluşturduğun kalıba sığdırmaya çalıştığın, ama asla o kalıba uymayan, hataları olan, senin gibi ve senin kadar.. Ne eksik ne fazla...


24.09.2015

BAYRAM MI GELMİŞ..

Mümkün mü bilmiyorum, umudumu kaybetmek istemiyorum. Barış, huzur ve istikrar getiren bir bayram  olsun.. İyi bayramlar...

22.09.2015

YANİ....

Bir gün demiştin ki " Bir insanı çok ama çok seversin. Ama bir sözü, bir mimiği, bir tavrı  seni ondan soğutur. Bir anda her şeyin bittiğini anlarsın.."
Haklıymışsın.... Basitlik..
İnsanın değer verdikleri, anlam yükledikleri, çevresi, zevkleri, yaşam biçimi , hayata bakış açısı kalitesini de belirliyor. Bunun lüksle alakası yok. İnsanı kaliteli kılan  gittiği ya da yaşadığı yer, kılık kıyafeti değildir. Nerede olursa olsun vakur duruşu, kendine has onuru, yaşama gayesi, hedefidir. Bu nedenle eğitimi, mevkisi ne olursa olsun "öz"ündeki sefih duygulardan / arzulardan  kurtulamayan, pençesinde yok olmaya mahkumdur.
Bu demek değildir ki, insan  her anını dolu dolu yaşasın, hep ulaşmak istediği bir hedefi olsun. Elbette ki hayır. Hiç birimiz evliya değiliz, peygamber de..
Hatta hepimizin kendimize göstermekten bile çekindiğimiz zaaflarımız, yanlışlarımız, hatalarımız olabilir. Olacaktır da.. Ama kaliteli dediğim insan bu zaafıyla mücadele eder, hatalarıyla yüzleşir ve onlara savaş açar..
Ama zaafını alıp  önüne kılavuz  yaparsan.... Biter...

20.09.2015

SENİ SEVİYORUM ADAMIM...


Yok yok film tanıtımı değil  yazının konusu. Bu filmin sadece  5 dakikalık bir bölümünü izledim. Kız etrafındaki sesleri dinliyordu "Şehrin müziği var duymuyor musun ? Martıların çığlığını, otobüsün kornasını, ezan seslerini, rüzgarın hışırtısını duymuyor musun?"diyerek.
Ben de gözlerim kapatıp  etrafımdaki sesleri tek tek algılamaya çalıştım  dün. Gittiğimiz yer,  uzun ağaçlarla kaplı yüksek dağların ortasında bir vadiydi.  Derenin kenarına oturup, akan suyun şırıltısını dinlemek, sonra kuş cıvıltılarını..,  meleyen kuzuları... Sadece  sesleri dinlemek değil, kendini, ruhunu, duygularını, algını ve bedenini o an'a hapsetmek... Zamandan mekandan soyutlanıp, tek bir noktaya odaklanmak..İşte yapmak istediğim, yapmaya çalıştığım buydu. Hissetmek, kendi dışımda olanın, içime yaydığı etkiyi hissetmek.
Bir arkadaşım "  bak yazıyorum,.. şu anda.. Ben yazarken  izle ve bu ana yoğunlaş" demişti  bir konuyu anlatırken.. Her şeyi bir kenara bırakıp,  olumsuz duygulardan sıyrılıp, o an'ı tüm yalınlığı ile yaşamaya çalışmak ve unutulmaz kılmak... Keyif almak... Sadece doğanın sesiyle huzur bulmak. Evet huzur...
Mutluluk nasıl insanı coşturur ve adrenalinle  kalp atışlarını hızlandırırsa, dikey bir yoğunluk yaşatırsa, huzur da tam tersi. Suya atılan taşın yaydığı dalgalar gibi, halka halka, gittikçe büyüyen, çoğalan bir dinginlik verir insanın içine.. Huzur sükunettir.. Huzurla mutluluk  beraber olmak zorunda değildir elbette. Ama huzur mu mutluluk mu deseler, tereddütsüz huzur derim..


18.09.2015

BİR KİTAP / BİR FİLM

Saat 19.00 da buluşmak için sözleştiğim arkadaşım geç kalacağını söyleyince, bari yan taraftaki kitapçıdan  kitap alayım da boş durmayayım dedim.Gerçi yarım saat gecikecekti ama huyum kurusun ben her zaman  erken gittiğim için, en az 45 dakika bekleyecektim.
Aslında aklımda olan bir iki kitabı alma niyetiyle içeri girmiştim.  Fakat  ilk anda gözüme çarpan " Erken Kaybedenler"  ismi ile dikkatimi  çekti. Her ne kadar Emrah Serbes'in hiç bir kitabını okumamış olsam da, nette dolaşan birçok sözüne aşina idim. Kitabın arkasını okuduğumda, polisiyeden farklı olduğu yazıyordu, tereddütsüz aldım.
İlk hikayeyi bir solukta okudum. Kitabı kapadım. Yüzümde  gülümseme ,  sanki  farklı bir boyuta geçmiştim. Her hikaye  öyle sıcak, öyle içten ve öyle  samimiydi ki..Sanırım uzun zamandan beri ilk kez bir kitap beni bu kadar etkilemişti..Belki de küçük çocuklara olan sempatimden, bilmiyorum. Her hikaye erkek çocukların  dünyasından farklı bir kesit sunuyor. Galiba "polisiye kitap okumayı sevmiyorum" demekten vazgeçip , Emrah Serbes hayranı olarak diğer kitaplarını da okuyacağım..
Ve "Sefer Tası "
Bendeki Amir Khan 'la başlayan Hint filmleri sempatisi Sefer Tası ile tavan yaptı diyebilirim. İlk kez içinde dans olmayan bir film izledim. İnsanı  çeken, akıcı,  bir o kadar da  garip bir huzur ya da dinginlik veren konusu var.
Film, bazen size çok uzak, hatta hiç görmediğiniz bir insanın , iç dünyanızı , yanıbaşınızdakinden daha iyi anlayabileceğini işliyor. Ruha dokunmayı, ruhsal teması...Yalnızlığın  kimsesizlik olmadığını, bazen bırakın anlaşılmayı, sizi dinleyecek birine duyduğunuz ihtiyacı anlatıyor.
Kısacası okumanız / izlemeniz  şiddetle tavsiye olunur...



5.09.2015

YÜKSEK DOZDA KİŞİSEL BİR YAZI..

Acilde, gözlerim kapalı sedyeye uzanmış vaziyette  beklerken,  doktorun sorusuyla gözlerimi açtım. "Ölmek mi istediniz yoksa yanlışlıkla mı içtiniz ?"  kendi kendime gülümsedim. Tam " ölmek istedim ama yaşamayı beceremediğim gibi , onu da beceremedim " diyecektim ki, aman kızım soğuk esprilerin sırası değil, ciddiye alırlar bir de dedim. Ölmeyi istediğim doğru. Hatta buna teşebbüs ettiğimde. Tabi o zamanlar 11 yaşlarında falandım. Artık o yaştaki bir çocuğun ne sorunu olursa :)) Hani çocukluk aşkım yüz mü vermedi desem, ben tek bir kişiye   aşık oldum. Quasimodo 'ya ..O da platonikti zaten. Ben O'nu , O Esmeralda'yı sevdi...Bu arada,  hala "önemli olan ruh güzelliği" felsefesinin tek savunucusu  benim sanırım.
Aslında ölsem doktora gitmezdim, zira hiç sevmiyorum.... Ama eczacı olan teyze kızımın  "inşallah mide kanaması geçirmezsin, hemen acile koş " demesi üzerine eşyalar indirilirken, nakliyecinin parasını verip, işiniz bitince bi zahmet kapıyı çekiverin deyip   acile koştum. Meğer aç karnına  arka arkaya içtiğim ağrı kesiciler ağır gelmiş. Kolay değil 3 günde ev taşımaya kalktım. Boyacı bul, fazla gelen eşyaları sat, evi temizlet, nakliyeci ayarla...
Evi yerleştirmek de, düzeni benden iyi bilen Gülay'a kaldı tabi ki. "Telve hanım, kirli sepetimiz yok"  deyince  " kız Gülay, kirli çamaşırlardan kurtulduğumuz için sevinmeli miyim, yoksa acaba ne zaman karşıma çıkacaklar diye diken üstünde mi olmalıyım" dedim.  "Merak etmeyin, içinde özel bi'şey yoktu, banyo paspaslarını koymuştum" diyerek konuyu kapadı.
Ama iş bu kadarla da bitmedi tabi ki. Arkasından bir kaç sıkıntılı durumla karşılaşınca  olayı hafife almamam gerektiğini anladım . Nörolojiye gittim. EEG, MR.... neyse ki ciddi  bir sorun yokmuş. Yaşadıklarım  tamamen yorgunluk, stres ve ağır baskı kaynaklıymış.
Böyle olacağı belliydi. Bir iki kitap, üç dört filmle geçen bir yaz. Kendime zaman ayırmamışım hiç. Nefes almamışım. Ara sıra  kabuğuma çekilmeliyim ben. Kafamı dinlemeliyim.
Kısacası   ben ihmale gelmiyorum işte.  Yarın sabah kendimi öperek uyandırayım diyorum. Şımarayım birazcık...


1.09.2015

HAYAL DÜNYAMDAN...MİM...

Bu metruk eve sığınalı neredeyse 6 yıl olmuş. Sabah erkenden   bahçedeki tulumbadan su taşıyıp, sabah temizliğimi bitirdiğime göre, özel günler için sakladığım  elbiselerimi giyebilirim. Dün kazandığım parayı çok iyi kullanmalıyım. Deniz kenarında bir gevrek ve  çaydan   ibaret kahvaltımı yaptıktan sonra, kitapçıya gidip  20 sayfa daha okumalıyım. Eğer biraz daha  uzun kalırsam bedava okumaktan mahrum kalırım diye korkuyorum.  Dikkat çekmemeliyim.  Sanırım, yevmiyenin yanında aldığım bahşişle kendime bir kahve ısmarlayabilirim.
Bugün  epeydir heyecanla beklediğim  konferansa katılacağım.   Konu ne, konuşmacı kim   sormayın, şu an hayal edemedim :))
Elektrik de olmadığı için  hiç bir masrafım yok. Günlük işler yapıp, kazandığım parayla yine günlük yaşıyorum. Bazen yalnızlık içime koyuyor ama  sadece kendimden sorumlu ve özgür olmanın verdiği keyfi hiçbir şeyle  değişmem. Ara sıra yaşlanınca  ne yaparım diye düşünsem de , şimdiden bunların derdine düşmek  saçma geliyor ve hemen uzaklaştırıyorum kafamdan.
Dün parkta tanıştığım bayan, saati 50 liradan  ders verebileceğim bir öğrenci bulmuş. Çok sevindim. Eğer gereksiz harcamalardan kaçınırsam,  hep hayal ettiğim o tura katılabilirim.
.....
 Sessiz Prenses mim için teşekkür ederim. Sanırım aşırı yorgunluk ve yoğunluk beni böyle bir hayale itti ...

20.07.2015

TATİL MÜZİKLERİ MİMİ.

Ankara'dan  misafirlerimiz vardı bayramda. 5 tane de ateş parçası genç.  Ben Aydın'la anlaştım en çok.  O da itiraf etti, birbirimize benzediğimizi ve iyi anlaşacağımızı.  Tam istediğim insan tipi. İstediğim demeyeyim, hoşlandığım.  Zeki , genel kültürü iyi, okumayı seven ama sıkı çalışmaya gelemeyen. Gündeme duyarlı.  Üstelik te hukuk öğrencisi, daha ne isteyeyim . Çalışmayı sevmediğinden olsa gerek, Türkiye 9. su olmuş sınavda.  Aydın'ın bir numara küçüğü Fen lisesini kazanmış bu sene.  Öyle bir bakışları var ki, insanın ruhunu delip geçiyor adeta. Selahaddin.. İsminin t ile söylenmesine çok sinir oluyormuş.  Dikkat ettim ben de. Kelimelere takıntılı. Ne demek istiyorsanız  onu söyleyeceksiniz. Düşüncelerinizi tam ifade edeceksiniz. Yoksa müthiş sorguluyor.  Sohbet esnasında  çok takıştık. Bir ara acaba sinirlendiriyor muyum ki diye endişeye kapıldım. Zira ifadeleri çok sertti. Ama annesi " normalde kimse ile konuşmaz, ama seni sevdi  demek ki, sohbet ediyor " deyince  rahatladım..
Sonra üzüldüm. Zeki  diyorsam, gerçekten normalin üstünde zekayı kastediyorum. İşte böyle insanların  hayatta mutlu olma ihtimali zayıf görünüyor bana nedense. Belki önyargı bilemiyorum. Zeka seviyesi arttıkça mutluluk hormonu daha mı az salgılanıyor ne.  Zeki çocuk, zeki eş, zeki dost  sahibi olmak hoşumuza gidiyor da,  böyle insanları dengede tutmak  zor mu ne..  Hep teyakkuzda olmayı gerektiriyor sanki.
Neyse, konumuz mimdi zaten..
Prensese teşekkür ederim mim için...Mimin sahibi İrem Yağızel'e de ayrıca teşekkür ediyor, ellerinize sağlık diyorum

1- Haziran ayında en çok dinlediğin müzik ?

Deniz Seki'den  işte bu şarkı. Nakaratı  dolandı uzun süre dilime...

2- Rock mı Jazz mı?
Leonard Cohen hayranı olarak  elbette rock diyorum..

3- Kitap okurken en çok hangi tür müzikler dinlersin ?
a-  Dikkatimi dağıtır, sessiz ortamda kitap okumayı severim.
b-  Hangi şarkı olsa farketmez,  kulağa hoş gelen her tür müzik olabilir..
c- Zaten bir süre sonra müziği duymayacağım için   hiç önemli değil,
Bu cevapların hepsi doğru. Sadece okuduğum kitaba,  o anki ruh halime,  okuma amacıma göre cevaplar değişebilir..

4- Hangi şarkı seni huzura çağırır ?
 İşte bu zor bir soru.  Beni genelde hüzne çağırır şarkılar nedense.  Huzura çağıran çıkmadı henüz sanırım. Ama ney olabilir gibi geldi. Bir ara deneyeyim.

5- Bu yaz ayını hangi şarkıyla anlatırsın?
Sözlerini tam hatırlamıyorum ama, Ferhat Göçer'in bir şarkısı var,  "gençliğimi geri verseler, bu kez en çok kendimi severim" Hah işte bu şarkıyla anlatırım.


6- Sokakta yürürken en çok hangi şarkı tempona arkadaş olur ?
Hımmm yürürken şarkı dinlemem ki ben..

Narda,  seni mimledim canım. Tabi ki, kadrolu mimcim Değmesin Yağlı Boyayı  es geçmiyoruz :) Şahin Erdem,  sizi de mimlesem mi bilemedim .. Size bırakıyorum ..


12.07.2015

....VE SEN BİLMEYECEKSİN....


Ne uykuda, 
Ne rüyada,
Her yalnız kaldığımda, 
İçim yana yana ,
ismini anacağım,
Ama sen bilmeyeceksin......
Sarıp sarmaladığım,
Herkesten sakladığım,
Atmaya kıyamadığım,
Sana ait ne varsa,
Tek tek ortaya  koyacağım,
Kah gülecek, kah ağlayacağım,
Seni sensizliğinde  anacak,
Ömrümce unutmayacağım,
Ama sen bilmeyeceksin.....
Gözüme uyku girmeyecek bazı geceler,
Duvarlar üstüme üstüme gelecek,
İçim sıkılacak,
Bana hep zifiri geceler,
Sanki sabah hiç olmayacak,
Ama sen  bilmeyeceksin....
Hiç bir yere sığmayacağım bazen,
Kendimi amansız  sokaklara atacak,
Deli gibi dolaşacağım,
Her gördüğüm simada  senden izler arayacağım,
Ama sen bilmeyeceksin....
Dalıp gideceğim uzaklara,
Hiç gelmeyen baharlarda,
Ayaz vurmuş tomurcuklarda
Umutsuzca seveceğim,
Ama sen bilmeyeceksin...
Dokunmadan,
Konuşmadan,
Gözlerine bakmadan,
Usul usul,  hiç bıkmadan 
Kimseyi böyle sevmeyeceğim,
Hiç kimse benim gibi sevmeyecek,
Ama sen bilmeyeceksin...


8.07.2015

6.07.2015

HAİKU

Bu aralar  haikuya merak sardım..



Mevsimler geçti
Yok senden bir haber
Gözler bulutlu...



Lal oldu dilim
Vuslat bahara kaldı
 Şimdi mevsim kış...



Nazlıdır yarim
Çalsa gönül kapımı
Kuşlar cıvıldar..



30.06.2015

29.06.2015

SANKİ MİMLENMİŞTİM BEN....


Yazmayalı ne çok zaman olmuş. Özledim, yazmaktan çok okumayı . Gerçi telefondan  okunmaya elverişli olanları okuyorum elbette. Elverişli derken, muhteviyatı kastetmiyorum tabi ki.  Gözümü yormayacak, punto tam kıvamında olacak, zemin ne  açık ne koyu....vs.
İşte böyle bir okuma anında  Deeptone 'nun mimlediğini gördüm   de anca  yazabiliyorum. Deep'in yazılarını hızlıca gözden geçirdim ama o yazıyı bulamadım. Artık olduğu kadarıyla...
Mim  " neden yazıyoruz " idi.
Ben kafayı sıyırmamak için blog açtım. Faydası oldu mu tartışılır tabi ki.
Keşke şuraya süslü, afilli bir kaç cümle yazabilseydim ama ne yazık ki gerçek bu. Kendi kendimi yiyip  depresyona gireceğime, yazayım da okuyanlar girsin dedim :)
Yazma konusunda asla iddialı olmadım. Profesyonel bir gayem ya da hedefim de olmadı. Benim için farklı bir dünya , farklı insanlar, farklı düşünce yapılarını keşfetmek için iyi bir fırsat oldu. Açıkcası hayatıma bu kadar anlam katacağını hiç düşünmemiştim başlarken.Takip ettiğim çoğu bloğun  belli bir tarzı  var. Ben henüz bunu başaramadım. Belki kendimi sınırlandırmak istemedim, belki işte ben bu konuda iyiyim diyebileceğim bir alan yok , bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yazarken nefes aldığımı hissediyorum, rahatlıyorum...
Mim için Deep'e teşekkür ediyor, Değmesin Yağlı Boya'yı mimliyorum ..

14.06.2015

BİR DAHA....



bildiğini söylemem kadar,
bildiğimi söylemeni istemem de  belki  sana saçma geliyor,
ama sevgili
insan  sevdiğini / sevildiğini  hep söylemek / duymak istiyor....


11.06.2015

NEDEN ?

Aklıma takılan bir soru var..
Çocukların çok rahatlıkla yaptığı bir çok şeyi, biz büyükler neden yapamıyoruz ?
Hadi genelleştirmeyeyim, ben neden yapamıyorum? Mesela en basitinden, duygular arası geçiş çocuklarda neden bu kadar kolay?
Ağlamakta olan bir çocuk, nasıl oluyor da arkasından gülebiliyor?
Küsmek, kızmak, uzaklaşmak, nefret etmek, inatlaşmak gibi keskin hallerden nasıl ılımlı, sevimli, mutlu... hale nasıl gelebiliyorlar?
Çocuklar anı yakalıyor ve yaşıyorken, benim  ruh hallerim neden zaman ve mekana  hapsolmuyor? Neden gittiğim her yere, yaptığım her işe, sözüme, hareketime, tepkime  yapışıp kalıyor ?

3.06.2015

.......

A: Hayatın boyunca en çok söylemeyi istediğin  cümle ne ?
G: " İyi ki varsın " diyebilmeyi çok isterdim...
A: Peki kime söylersin bu cümleyi ?
G: Kendimi yanında güvende hissettiğim,  her şart ve durumda  sevgi dolu, beni koruyup kollayan  birine..
A: İyi  de dünyada  öyle biri yok  ki.
G : ....!!!!


BEN KÜÇÜKKEN ( MİM ) .....



Benjamin Button gibi hissediyorum kendimi çoğu zaman. Hayatı tersten yaşıyor gibiyim. Çocukken çok ağırbaşlıydım. Sessiz, sakin. Anne - baba için bulunmaz bir nimet ama  benim için hayatta  dolması mümkün olmayan bir boşluk . Hiç oyuncağım olduğunu hatırlamıyorum mesela. Aslında sokağa çıkıp oyun oynamışlığım da yoktur pek.  Sanırım çocukluğum okumakla geçti. Çocukluk  demek hafif kalır, ömrüm demem lazım, hala okuyorum :) 
Yaz tatillerinde gittiğimiz köyde bile, öğretmen olan dayımın kitaplarını okurdum. Haa bir de köy bakkalından aldığımız ve sıcak suda eritip içtiğimiz tarçına bayılırdım. Rengi kokusu müthişti.
Abimle vakit geçirmeyi severdim. Belki de karakter olarak benzediğimiz için,şimdi de  iyi anlaşırız.
Babamdan çok korkardım . Baba demek otorite demekti benim için :( 
( Bu mim zormuş yaa :))
Annem çok güzel yemek yapardı. Okuldan geldiğimde duyduğum yemek kokuları  hala hafızamda.Belki bu yüzden hiç bir yemeği ayırt etmem. 
Konuşmayı pek sevmezdim. Yani severdim de, içimden :) Hep bi'şeyleri sorguluyor olurdum. Kendi kendime sorular sorar, cevapları yine kendim bulmaya çalışırdım. Sanırım  başkalarının cevabı hala beni tatmin etmiyor. Kendim bulmalı ve ikna olmalıyım. Mantığıma oturmayan şeyleri kolay kolay kabul edemiyorum.

Sevgili Deeptone'a çok teşekkür ediyorum bu mim için. Okuyan, isteyen herkes yapabilir. Ama Değmesin Yağlı Boya, mutlaka yapmalı diyorum.. :)


25.05.2015

.........

Sevgili, 
Kaç umuda düşük yaptık seninle
Kaç hayalimiz ölü doğdu, doğuma beş kala?
Her gün bir hatırayı daha verirken ben toprağa,
Yağmur altında,
Gözyaşlarımla.
Söyle  kimleri kendine hayran bırakıyorsun?
Hangi bahçeden güller deriyorsun?
Ne zaman kendimi arasam,
Yüreğinin kapısında buluyorum..
Öyle inatçı, öyle kararlı,bir o kadar da sevdalı
Ama sen... görmezden geliyorsun..


20.05.2015

ZAMAN....



Sabrı öğretiyor zaman,
Can evinden vura vura beklemeyi,
Sükuneti öğretiyor..
Her şeyi yerle bir edip,
Kendi seçtiklerini dayatıyor..
Karşı koyduğunda, cezan bir " tık" daha artıyor,
Bildiğin bütün anlamları siliyor zaman,
Doğruların  elinde kalıyor,
Ama endişelenme,
Her şey geçiyor..



18.05.2015

PRENSES'E CEVAP..:)

Zaten bizim prenses canı sıkıldıkça kızıyor. Bu sefer kendisinden başlamış kızmaya, sonra Allah ne verdiyse...Sanırım doğrusu, kimi verdiyse..
Yazıyorum, ama içimden geldiği gibi değil  ne yazık ki. Çünkü reelden  tanıdıklarım da okuyorlar yazdıklarımı. Bu da sansürsüz yazmama engel oluyor. İki yüzlülük müdür ?  olabilir . Ama mesele daha derin sanırım. Yanlış anlaşılma korkusu ?!?  Konuyu şöyle bağlayayım. Ben içimden geldiği gibi yazarım da, toplum buna hazır değil :)
Yazdığım yazılara yorum yapılmasından çok, okunmuş olmalarıyla ilgileniyorum. Yorumlar insanın hoşuna gidiyor elbette. Hatta ilk yazmaya başladığım zamanları hatırlıyorum, yorum yapıldığında iki tur halay çekerdim :)  Yok ya hu, şaka yapıyorum, mutlu olduğumu anlatmak istedim işte.  Bak şimdi burada pek bi felsefi açıklama yapmak isterdim ama toparlayamadım. Yazılar ne kadar çok okunuyorsa, o kadar insan  yazılarınızda kendisinden bir şeyler buluyor demektir.
Ne  işim olursa olsun,  hangi ruh halinde olursam olayım, mutlaka her yazısını okuduğum  bloggerlar var elbette. Okuyorum ama yorum yapamıyorum. Yani Prensesciğim, racona ters davrandığımın farkındayım, kızma :)) Bu üşenmek ya da önemsememek değil elbette.  Mesela bak dün geceydi sanırım, Serkan Aydemir'in şiirini okudum,  bayıldım.  Ya bu kadar güzel yazılan bir şiire yorum yapacaksan,  şiirin güzelliğine gölge düşürmemelisin.Tabi ben yine de iki kelime de olsa  yorum yaptım :)) Uğur Böceği'ne  çoğu zaman  yazacak  bir kelime bulamıyorum, çünkü  anlatımı bozmak istemiyorum..
Heee, bana yapılan yorumlara cevap verme meselesine gelince, protesto etme gözünü seveyim :)  Mutlaka cevap vermeye çalışıyorum, ama bazı yazıların yorumlarını yayınlayıp, öylece bırakıyorum. Çünkü benim açımdan artık söylenecek söz kalmamış demektir.
Gelelim mim konusuna... Kafamdaki en komik ya da ilginç derneği kuracağım öyle mi ? Pat  diye söyleyince aklıma gelmedi işte.  Ama  " Kaşifleri koruyalım, besleyelim, büyütelim " derneği olabilir.  Kim bu kaşifler dersen,  hangi bloga gitsem " bloğunuzu yeni keşfettim, sizi takibe aldım, bana da beklerim " deyip, link bırakıp gidenler elbette... Kaç blog takip ettiğimi saymadım, ama kimseye böyle bir yorum bırakmadım.  Tolga hariç tabi :) Parçalanmış Gülüşler 'e sırf  muziplik olsun diye öyle bir  yorum yapmışlığım vardır.
Arkadaşım,  her hangi bir bloğu beğendiysen, takip etmeye başlarsın. O sana ister gelsin, ister gelmesin. Sen oku geç git. Ama sakın öyle bir yorum bırakma,  inan hoş olmuyor. Ben kendi adıma itici buluyorum.
Sevgili Prenses iyi ki  varsın diyorum. Her şey gönlünce olsun  arkadaşım :)


13.05.2015

ÖYLE İŞTE....

Çabalıyorum... Deli gibi okuyorum,  uyanmayacakmışım gibi derin uykulara dalıyorum. Saatlerce yürüyorum, nereye gittiğimi bilmeden. Planlar yapıyorum.  Hatta çiçeğimi büyük bir saksıya geçirmeye bile karar verdim bugün. Yeni insanlar tanıyorum senden izler taşımayan. Senin gibi  gülmeyen, konuşmayan.. Nefes alışları farklı insanları dinliyorum, ne dediklerini anlamadan. Huysuzlanıyorum seni çağrıştıran herşeye  karşı. Artık  okumayı da bıraktım bana yazdıklarını.
İnan bana çabalıyorum. Hem de hiç ummadığın kadar. Dur, bu saçma oldu. Senin bi'şey umduğunu düşünmüyorum ki...Ummak benim gibilerin işi çünkü.
Umut etmek...
Hayal etmek...
İstemek..
Beklemek...
Özlemek...
Hatta biraz daha ileri gideyim istersen,
Sevmek...Hiç bir şey beklemeden sevmek demeyeceğim.  Seven ,  sevilmeyi de istemez mi? Hatta sevdiğinden daha çok sevilmeyi.. Tüm varlıklara yetecek kadar,  sonu gelmeyen, hiç eksilmeyen, eşi benzeri olmayan  bir sevgiyi kim istemez ki ?
Ben ve benim gibiler işte bunlarla cebelleşirken, sen ve senin gibiler  yaşar .. Evet evet, yaşar. Aramızdaki tek fark bu aslında.  Yoksa hepimiz  etten kemikten değil miyiz?
Daha bugün  sevgili N' ya dedim ki, "insanlar hayatımıza girer,  bir süre sonra çeker gider. Bizim için de geçerli . Biz de birilerinin hayatına dokunuyoruz. Gidenin ardından üzülmek kadar saçma bi'şey olabilir mi ? Miadı dolan gidiyor. Boş ver, hayatın senin için getirdiklerine bak."
Gördün mü , ara sıra ben de saçmalayabiliyormuşum.
Yok,  öyle  sevmek gibi  falan değil bu.
Ama şundan eminim ki
Tanı(say)dık  sev(er)dik



4.05.2015

.....

Belki de askıya almak lazım..
Olayları,
Duyguları,
İnsanları,
Ve hatta
Hayatı......

2.05.2015

İçimden geldiği gibi...

Hava güzel, ama ben evdeyim ne yazık ki.. Okumak , okumak ve   bir o kadar daha okumak zorundayım. Lakin okumak dışında her şeyi yapıyorum.
Bugün annemi kaybedişimin ardından geçen 15. gün..Hala kendime gelemedim. Bol bol uyuyorum. Sanırım kendimi uykuyla avutuyorum..Keşkeler, acabalar.... Keşke   O'nu daha çok mutlu edebilseydim, keşke  benden hoşnut olduğunu bilseydim.. Acaba  benden şikayeti var mıydı? İşte bu sorulara verdiğim hiç bir cevap beni tatmin etmiyor.. Bundan emin olamamak ne kadar kötü..
Hayatın hiç bir anlamı, tadı tuzu kalmamış gibi..


26.04.2015

............



Zihnimde bir kaç kırık cümle, geziniyorum hatıralarımın  can çekişen  dar sokaklarında.. Daha ne kadar direnebilirim ki.. Keşke diyorum,  umudum inadını geçebilseydi.  Lakin kazanan yine sensin. Güne bakan çiçekleri gibi,  gözlerim  seni takip ederken, neleri kaçırıyorum  bir bilsen..Nefes almayı  unutuyorum bazen. Uykuyu zaten sildim defterimden.
Şu an yine o şarkıyı dinliyorum. Hüzün kokuyor mu demiştim. Demek ki o zamanlar bu kadar acımıyormuş  kalbim. Sızı nedir bilmiyormuşum.  Hangi beste içimdeki hüznü anlatabilir ki?


21.04.2015

14.04.2015

AŞK KÖPEKLİKTİR....


Aşkın  kaç kez tanımı yapıldı bilmiyorum. Üzerine ne kadar şiir ya da kitap yazıldı, kaç film çekildi?
Pazar günü izlediğim "Paramparça Aşklar ve Köpekler" filmi  aşkın tanımı yapmıyor aslında. Sadece aşık olan  bir insanın , aşkı uğruna nelerden vazgeçebildiğini gösteriyor.  Ailesini, çocuklarını , evini nasıl geride bırakabildiğini.... Toplumun değer yargılarını ,  ahlak anlayışını,  kendine olan saygısını nasıl bir  kenara itebildiğini ... Aşkın insanı nasıl bencil yapıp, ihanete sürüklediğini..Aşkın diğer bir adının acı çekmek olduğunu.... Bazen insana  " acaba, doğru mu yaptım / yapıyorum " dedirttiğini anlatıyor.
"Tanrıyı güldürmek istiyorsan, O'na planlarından söz et"
Film içinde geçen bu replik, gerçekten  üzerinde düşünmeye değer. Üç farklı hayatın  trafik kazasıyla kesişmesini anlatan bu film  bence kesinlikle izlenmeli.. Meksika yapımı ve oldukça bol ödüllü. Kurgusu güzel, anlatımı akıcı , hikaye sürükleyici..
İyi seyirler...

9.04.2015

GAMZELİM...

Kantinde boş bulduğum sandalyeye oturdum. Hemen dikkatimi çekti. Aynı masada fakat çaprazımda oturuyordu. Yanında da sarışın bir hatun. Kömür karası gözleri vardı ve biçimli yay gibi kaşları. Gözlerimi alamadım, uzun uzun baktım.Beyaz tenliydi. Kısacık siyah saçları sayesinde yüzünün yuvarlaklığı iyice ortaya çıkmıştı. Konuşurken arada gülüyor, bembeyaz dişleri görünüyordu . Hele gamzesi, saatlerce baksam bıkmazdım. Bi' erkeğe bu kadar mı güzel yakışırdı gamze.
Üstü başı oldukça düzgündü. Yeşil bir kazak, altında siyah kadife pantolon. Bir anda kendi kendime gülümsediğimi fark edip, etrafa rezil olmamak için telefonumu kurcalamaya başladım. Ama gülüşünü duyduğum anda  gayri ihtiyari yine ona baktım. Aman Allah'ım, sanki O da tetikte , bakmamı bekliyormuş. Göz göze geldiğimiz anda tekrar  gülümsedim. Ama O gülümsemiyor, hatta oldukça sert bakıyordu. Kaşlarını çatarak " neden bakıyorsun" dedi. Gülümsemeye devam ettim." Ama çok tatlısın"  dedim. Duymamış gibi yaptı, elindeki tostu yemeye başladı. Bir yandan da yanındaki hatunla konuşuyordu . Sanırım sarışın  kıskanmıştı aramızdaki bu kısa bakışma ve konuşmaya. sessiz sakin otururken birden  hırçınlaşıp, bir şeyler söyledi ve  benimkinin  (!)  elindeki tostu aldı, Erkek adam dediğin kendi işini kendi halleder ama benimki  muhallebi çocuğu çıktı azıcık. Mızmızlandı. Sarışın inat mı inat, vermiyor tostu. Bastı yaygarayı benimki, çığlık çığlığa bağırıyor. Şimdiye kadar varlığını bile fark etmediğim bir adam yanaşırken, sarışın tostu verdi. Adam geldi, gamzelimin başına  sağ avuç içiyle vurup, "bağırmaaa!" dedi ve gitti. Sanırım babalarıydı. Dışarıda sigarasını içmeye devam etti. Ne de olsa vazifesi bitmişti. Sükunet sağlanmıştı !.
"Yaptığını beğendin mi, bak senin yüzünden kardeşin dayak yedi " dedim. Hiç oralı olmadı. Benimkinden en fazla 1-2 yaş büyük olan sarışın da fena değildi hani. Güzel bir kızdı. Ama sevmedim . Sinsiydi , kıskançtı, fesattı. Kim demiş bütün çocuklar masum diye. Masumiyet yaşla alakalı değil işte. Bazı insanlar çocukken de  sadist olabiliyor.
Zaten Sezen demiyor mu  "masum değiliz hiç birimiz" ...


5.04.2015

ASLINDA BENİM DERS ÇALIŞMAM LAZIM, ZİRA SINAVLAR KAPIDA...

Stabil ; dengeli, düz, oturmuş, kararlı, değişmez... Ve elbette benim hiç sevmediğim bir kelime ve ahval..Bazen kendimden bile sıkılıyorum ben. Ortamdan, insanlardan...Beynimde  fırtınalar esiyorsa hele, aynı hızla mekan değişsin, yanımdakiler  değişsin istiyorum.  Bi'şey yapmayı düşündüğüm anda, daha yapmaya başlamadan sıkıldığım oluyor...
Neden mi?
Dengesiz biri miyim, değil miyim o ayrı bi' konu...  Düşünmek yoruyor.. Sorgulamak.. Sorularla boğuşmak.. Onun için hızla değişmeli her şey...Düşünmekten alıkoymalı beni. En azından yavaşlatmalı...
Ne yazık ki bu aralar stabil kelimesini hazmetmeye çalışıyorum ve sabırlı olmayı öğrenmeye ..... Sakin olmaya, öfkelenmemeye, iç huzurumu  korumaya çalışıyorum...
İlişkinin seviyesi, düzeyi, niteliği ne olursa olsun, insan kaybetmeyi sevmiyorum ben.  Gidenin ardından belki  öylece bakıyorum bazen. Bazen içim yanıyor, yüreğim kanıyor , susuyorum ama sevmiyorum.. Hele  iki kelime etmeden gidenleri anlayamıyorum. Hiç mi söylenecek sözleri olmuyor acaba ?
İyi insan yok. Nasıl herkesin doğrusu farklıysa, iyilik anlayışı da öyle. Kimseye yaranamıyorsun. En güzeli kendine iyi olmak belki de. Bencillik anlamında değil elbette.  İçini, vicdanını rahat   ettirme. Ben cümlelerimi toplayamasam da siz  anladınız .
Bugün dışarı çıktığımda papatyalar gördüm yeşillikler arasında. Muhteşemdi. Bahar gelmiş meğer. Farkında değildim. Oysa hala üşüyorum ben. Ama cidden üşüyorum.
Neyse, çok şükür bu yazıyı da dereden tepeden bahsederek ,  kazasız belasız atlattım.  İçimden geçenleri susturdum :) Duygularıma hakim olmayı öğreniyor muyum ne :))

26.03.2015

UMUT, GELDİYSEN ÜÇ KERE VUR...

Pek bi ağlak oldum şu son günlerde. Hava bulutlu diyene, sen bana  su samuru mu  dedin deyip, zırlıyorum. Samur demişken, İki yeşil Su Samuru ne güzel kitaptır öyle. Yıllar yıllar önce okumuştum da çok etkilenmiştim.Aile kavramını,  bütün olmayı çok güzel  anlatıyordu.  Bir kitabın  iyi, güzel olarak nitelendirilmesi için  her cümlenin anlam yüklü olması gerekmiyor bana göre. Bir cümle, hatta bir kelime beni can evimden  vurmuşsa güzeldir.
Filmler için de  aynı şey geçerli. Sisten gelen diye bir film izlemiştim. Tarzı bana uygun değildi ama, başladığım işi bitireyim düşüncesiyle sonuna kadar izlemiş, son 5 dakikada  tahmin edemeyeceğim kadar etkilenmiştim. Bir kasabayı yoğun bir sisle birlikte, yanlış hatırlamıyorsam devasa  canavarlar basıyor. İnsanlar  öldürmeye çalıştıkça çoğalıyorlar.  Filmimizin kahramanı oğlunu, sevdiği kadını ve yaşlı bir çifti arabasına alıyor ve uzaklaşmaya çalışıyorlar ama, her yerde canavarlar var. Acı çekerek ölmek istemedikleri için, kahramanımızdan kendilerini öldürmelerini istiyor ve razı ediyorlar. Tabancada 4 mermi var ve beş kişiler.  Sonunda adam tek tek hepsini öldürüp, araçtan dışarı çıkıyor. Ağlayarak ölümünü beklerken sislerin dağıldığını ve insanların  akın akın kendisine yaklaştığını görüyor.  Anlıyor ki artık canavarlar yok.  Yaşadığı pişmanlığı düşünebiliyor musunuz? Bu yazı bir film tanıtımı olmadığına göre, sonunu söylememde sakınca yok değil mi? Yoksa süper bir filmdi. Sonuna kadar katili hizmetçi zannediyorsunuz ama bahçıvan çıkıyor gibi bir  yorum yapmazdım :)
Demek ki neymiş, son ana  kadar umudu yitirmemek lazımmış. Umut insanı ayakta tutarmış. Umudunu yitirenin hiç bir şeyi kalmazmış.
Umutlu olmam gereken zamanlardayım. Gün mü olur ay mı olur bilemiyorum.  Annem  yoğun bakımda ve  durumunda değişiklik yok ne yazık ki.
Yanağına dokunabileceğim kadar yakınımda, yüreğine dokunamadığım kadar uzağımda...Umutluyum, iyileşecek ve ben O'nun yüreğine dokunacağım...


16.03.2015

..........

Bazen çelişkide kalıyor insan..
Ağzına geleni söyleyip, içini rahatlatmakla  sessiz ve vakur kalıp,  öfkesini bastırmak arasında...
Şu an susuyorum, ama içimde öfke de yok....İşte bu daha büyük bir çelişkiymiş gibi geliyor bana...

13.03.2015

.......

Ben kahve severdim, O çay...
Ne kahvenin hatırında, ne çayın  sıcağında,
Buluşamadık.....

GİTME DUR DİYEMEDİM YAAA!!!!

Son 10 gün içinde üçüncü kez, üç kişi dışarı çıkmamızın ardından eve dönüşte  ..Hah sebebini buldum, bu kez takım değiştirmeyi unutmuşum. Sanırım ondan sebep bu başıma gelenler... Neyse, bahçemiz büyük ve  karanlık. Ben de arka bahçeden dolaşıp eve girmeye çalışıyorum.  Sağ tarafımda bir  gölge hissedip döndüm sayın okuyucu. Ya hu bu sayın okuyucu  da nereden dolandı ki dilime. Hangi blogda gördüm de ç/aldım acaba. Rica ediciim, sahibi kimse gelsin alsın..
Sağıma dönmemle birlikte  ikinci kat balkon kenarında, klima ünitesi üzerinde konuşlanmış bir adam gördüm. O şaşkınlıkla  " n'apıyorsun sen orda " dedim.  Sorulabilecek en saçma soru. Hani otobüs falan bekliyorsa, " burdan geçmez, iki adım ötede metro var oraya git" diyeceğim ..Bi'şeyler geveledi de, ne olduğunu anlayamadım.  Bağırdım avazım çıktığı kadar. Lakin,  basiret bağlanması böyle bi'şey sanırım. "İmdat " diyeceğim yerde, "Kefilllll" diye bağırıyorum .. Kefil, apartman görevlimizin  adı.  En alt katta oturuyor. Kim ,  hangi sebeple koymuş bu adı bilmiyorum . Adamı ne zaman görsem, bankadan kredi çekesim geliyor. Nasılsa kefil hazır. Zavallı ürkmüş olacak ki,  hemen yere atladı o yükseklikten. Ben bi' kez  daha bağırdım ama nafile.. Üstelik olduğum yerde çakılı duruyorum. Üstüme doğru yürüse, çantamı alıp gitse yapacak  bir şey yok.  Kaçtı gitti bizimkisi.. Hani ellerimin arasından kayıp gider gibi..  Kimse duymadı ya hu. Çok bozuldum çookk. Apartmanın önünde saldırıya uğrasam kimsenin ruhu duymayacak demek ki.
Kalakaldım  oracıkta. Benim kaderim mi  acaba gidenlerin arkasından  bakmak diye uzun uzun felsefi  iç  konuşmanın ardından eve girip, komşumun kapısını çaldım. Dediğine göre  nefes alamıyormuşum. Üzülünce  nefes alamam da demek ki, korkunca da  alamıyormuşum..
Sonra aldı mı beni bi' düşünce. demek ki ben evde yalnızken, evimin duvarlarında örümcek adamlar dolaşıyormuş. Demek ki her akşam  bayrak töreni gibi panjurlar kapatılıp, sabah aynı törenle açılacakmış. Ben daha 3 gün önce gecenin 2.30 unda evden çıkıp havalanına gittim. Ya o anda biri olsaydı, kesin  helvam kavrulmuştu.
Son zamanlarda insanlar çığırından çıktı. Hayır saat daha 22.00 bile olmamış, bu neyin kafasıdır erkenden hırsızlığa çıkıyorsun.
Bu memleket gün geçtikçe yaşanmaz bir hal alıyor, benden söylemesi...


10.03.2015

İÇ SES

Seni seviyorum kız Telve. İki gündür sabah altılara kadar çalışıp, bugünü boş boş geçirdin ya, tutup alnından öpesim geliyor. İşte en çok da bu dengesizliklerin hoşuma gidiyor. Yok yok, dengesizlik içinde denge tutturuşun diyeyim... Hiç rahatsız olmuyorsun ya bu serkeşlikten, bayılıyorum  bu rahatlığına..
Ne diyordu, Rus edebiyatından bir kitabın kahramanı " neyse ki ölüm var !!!"..
Ölmeyecek miyiz bir gün, çalış çalış nereye kadar. Bak keyfine, hayatın tadını çıkar. Senin yerine olsam var ya,  bi' film koyarım şimdi, bi' de kahve... Uzat ayaklarını izle.  Romantik komedi olsun.
Haaa bu arada doktora gitmeyi unutma.. Gözlerini fazla yoruyorsun gibi..Ama   yarın  kendini topla mutlaka. Vur dediysek öldürme yani..


BIRAKTIĞIN YERDEYİM...


Sanırım artık alışmam gerek.. Ama sensizliğe nasıl alışır  insan. Kabullenmeli belki de, bilmiyorum. Zaten sana karşı  doğru kelimeyi hiç bir zaman bulamadım ki ben. Ya yanlış oldu ya da eksik. Anlatılmıyor demek ki bazı şeyler.  Kelimelere döküldükçe basitleşip güdükleşiyor.
Düşünüyorum da,   yükler bindirdim yüreğine.  Her şeyim ol istedim. Yetinmeliydim oysa. Senden gelen her esinti  ruhumu  okşayıp geçerken, daha  fazlasını istememeliydim. Çocukça sahiplenme duygusuydu benimki.  Sadece  bana bakarken gülsün gözlerinin içi, sadece ben olayım  tüm yürekten gelen sözlerinin muhatabı,  akşam koşarak bana gel istedim.  Hüznünde, sevincinde,  yıkıldığında aklına ben geleyim istedim.
Ama sen yıkılmazsın ki !!!
Sana hayranlığım bu yüzdendi işte. Bu kadar güçlü olduğun için sığınmak istedim sana. Şimdi bilmediğim bir şehrin, bilmediğim sokaklarında adımların kime doğru?  Aklına düşüyor muyum olmadık bir zamanda. Hangi şarkıda  için cız ediyor. Hangi cümle  beni sana hatırlatıyor? Yoksa en iyi yaptığın şey unutmak mı?
Sevgili,
Sevmeyi beceremedik, ayrılmayı beceremedik. Bir vedayı çok gördük birbirimize..
Sen   giderken yalnızdın,
Ben  severken.......


8.03.2015

KUTLANACAK Bİ'ŞEY YOK, DAĞILALIM ....

Eğer yazmazsam çatliiyycimm  sevgili okuyucu..
Bir günün daha sonuna geldik, attık tuttuk, protesto ettik, ona buna laf giydirdik. Kadına uzanan  eller kırılsın dedik,  dilleri es geçtik. Şiddet ve ölümdü karşı çıktığımız, tecavüzdü en korkunç bulduğumuz.
Bu ülkede her gün, kaç " yasal tecavüz " yaşanıyor haberiniz var mı sizin?  Hatta böyle bir kavram literatürümüzde var mı acaba ? İşin resmi kurum içinde gerçekleşmesi suç olmasını engeller mi gerçekten?  Hadi ortada suç yok diyelim, bunun kadın ruhu üzerindeki yansıması nedir ?  Bu konuda araştırma  yapılmış mıdır ? O imza her şeyi mübah kılıyor mu gerçekten?  Tecavüzü protesto etmek için etek giyen erkekler  böyle bir suçu mütemadiyen işliyor olabilir mi sizce ?
Şiddetten anladığımız nedir?
Tekme tokat girişmiyor olsak bile, " sen ne işe yarıyorsun ki bu evde "  sözü psikolojik şiddet değil midir? Beceriksiz, kaşık düşmanı,   iki lafı bir araya getiremeyen  sünepe... lafları  dille dövmek değil midir? Kadının aldığı maaşı küçümsemek, maaşını elinden almak, çalışmıyorsa eğer, ihtiyaçları için hiç durmadan para istemek zorunda bırakmak ekonomik şiddet değil midir?
Sorunlarımızın üzerini örtmekten ne zaman  vazgeçeceğiz acaba?
Teşhis konmadan tedavi mümkün müdür ?
Büyük bir şirkette üst düzey yönetici olan bir kadının,  sırf  eşinden daha iyi bir pozisyonda  diye hakarete maruz kalması  şiddet değil mi ?
Sadece aşık olduğu için evlendiği eşi liseyi bile bitirememişken, kadının üniversite mezunu olmasını hazmedemeyen   ve her fırsatta  açığını yakalamak için uğraşan adamın  yaptığı ne sizce ?
Kadın sevince gözü  hiç bir şey görmüyor sayın okuyucu..
Alttan alıyor,
Sabrediyor,
Görmezden geliyor,
Yutuyor, yutkunuyor da ağzını açıp bişey söylemiyor.
Ama adam sevince  öldürüyor...
Bazıları gerçekten öldürüyor,
Daha insaflısı mı diyeyim, yoksa daha  vahşi olanı mı diyeyim bilemedim... İşte onlar  hayatta bırakıyor  da , kadının hayallerini katlediyor. Umuduna ket vuruyor. Yaşama sevincini  an be an çekip alıyor.  Ruhuna işkence ediyor hiç yılmadan.
Eğer bir kadın öldürüldüyse, tecavüze uğradıysa  lanet okumaktan da geri durmuyor böyleleri.. Çünkü ne yaptıklarının farkında değiller çoğu zaman.. Kendi acizlikleri altında öyle  ezilmişler ki...
İşte bütün bu katiller, tecavüzcüler  böyle aileler içinde yetişiyor sayın okuyucu..   Huzurun, güvenin, sevginin  ve her şeyden önemlisi saygının esamesinin okunmadığı bu evlerde   suça meylin tohumları atılıyor .
Lütfen " ben ne dedim ki, ben ne yapıyorum ki"  savunmalarının arkasına sığınmayalım. Söylediğinize ya da yaptığınıza bakmaktan vazgeçin artık. Karşınızdaki insanda yansıması nasıl oluyor,  nasıl bir travma yaşatıyorsunuz  bunu anlamaya çalışın diyorum..
Şiddet sadece kadınların maruz kaldığı bir travma değil. Erkeğimiz de, çocuğumuz da bu travmayı yaşıyor. Ama kadın  daha savunmasız, daha aciz..
Ortada kutlanacak bir gün yok sayın okuyucu, şimdi sessizce dağılalım....


6.03.2015

İYİYİM İYİ...


Yazasım var ama yazacak bi'şeyim yok sayın okuyucu.. Saymadığım günler boyunca hissiz ve ruhsuz hissettim  kendimi.  Duygu anlamında insan kendini nasıl sıfırlar, nasıl böyle hisseder bilemedim.. Ama oluyormuş işte.
Neyse, Çarşamba akşamı üç arkadaş  kız kıza eğlendik, fasıl eşliğinde yemek yedik. Güldük, şarkı söyledik. Perşembe, yani dün Kuşadasına gittik. Yine üç kişi ama  farklı bi ekip tabi ki. Malum, sıkıntılıyız.  Mekan ve şahıs değişikliği şart :) Kuşadası'na gitmek için bundan daha güzel bir vakit olamazdı. Sessiz sakin ve deniz çarşaf gibi...
Hava  Mart ayında olmamıza rağmen süperdi. Güneşli,  tatlı bir serinlikte.  İçeride  soba yakıp, hatta" üşüyorum bennnnnn" diye sızlanıp, yarım saat sonra denize giren arkadaşımı görünce , " acaba ben de mi girsem" diye de düşünmedim değil..Ya hu arkadaş, insan  soğuk der,  yavaş yavaş  suya girer. Ama resmen attı kendini . Çok kıskandım çok. Ben yazın bile   seramoni  eşliğinde  binbir nazla giriyorum denize.
Tabi ki sadece kumsala yazılar yazmakla yetindim, gerçi dalgalar hepsini götürdü, anca adımı temize çıkarabildim :))
Günün en güzel taraf, Sally Coper ve Emma Shaplin'le tanışmaktı. Hele Sally'e bayıldım. Bu nasıl bir yetenektir, nasıl bir keman çalmaktır  böyle..Bayıldım, bayıldım...





Kedicik olmadan olmaz :))



4.03.2015

GİDEN KİMDİ, KİMDİ KALAN ?


Yalandı her şey aslında, ama gerçeklerden öylesine uzaklaşmıştık ki,  yalan gerçeğin  hükmünü sürüyordu, farkedemedik. Bir an'ın içine  koca bir ömür sığdırmaya çalışırken,  zamanda kaybolduk, anlayamadık.  Sonra anılar silindi  hayalimizden ve kelimeler çıplak kaldı.  Hepsi anlamsızdı ama can yakmaya devam ediyorlardı. Artık gözden düşecek damla kalmamış, kan akıtmaya başlamıştık. Kırılacak  halimiz kalmadığında idama hükmedildi.Cellat aranıyordu, hükmün infazına gönüllü.Oysa çoktan ölmüştü ruhlar. Bundandı duyguların kokuşmuşluğu... Bundandı bakışlardaki  soğukluk. Artık gülmeler alaycı,  gerçek  kalbe saplanan hançerdi. Dürüst olmak isterken,  bir yara daha açtık.. Yaralar çoğaldıkça huysuzlaştık. Gönül almalar  sahteydi,  kırarken dürüst olduk. Bu iki kişilik yalnızlıktı, tek olmasında mahzur  yoktu. Kim gitti kim kaldı bilemedik..

3.03.2015

........

Birbirimize ne çok benziyoruz sevgili....
Ben hasreti göze alıp  sevecek kadar gözü karaydım,
Sen, kalbimi kırıp,   gidecek kadar ...


LUCİA DE B.



Aslında çok etkilendiğim bir film değildi.  Sonuna kadar  beni şaşırtacak  bi'şeyler bekledim ama olmadı sayın okuyucu... Belki de kurgu olmayıp,  gerçek bir öykü olduğu için.. Hayat sıradan ve  bizim hayal gücümüz  farklılaştırıyor her şeyi, kim bilir....
Verdiği mesaj güzeldi ama..
Haklı olduğuna inanıyorsan, sonuna kadar dik durmayı bileceksin.
Umudunu yitirmeyeceksin...
Doğru  mutlaka gün yüzüne çıkacak,  sabredeceksin...
En güzeli de kulağın hep vicdanında olacak. Oradan gelen  mırıltıyı bile es geçmeyeceksin..
İnsanı  çevresine, olaylara, insanlara en çok da kendisine karşı  öfkelendiren şeylerden biri de vicdanına kulak tıkaması sanırım.. Engelleyebileceği haksızlıklar karşısında susarak ortak olmak.. Vermesi gereken tepkiyi  verememek.
Sonuç ne olursa olsun, kendi zararına olsa bile,  doğrunun ortaya çıkmasına  seyirci kalmamalı insan....Ne yapması gerekiyorsa  yapmalı..



28.02.2015

....

Gözü kapıda olup, ilk fırsatta gidenin ardından, keşke şöyle demeseydim, öyle yapmasaydım  demenin anlamı yok...O zaten gitmenin bir yolunu bulacaktı..
N' ya...

İŞTE ÖYLE.....



Son 2-3 gündür  çevremdeki insanlarla  konuşuyorum.
Konu öyle bir yere geliyor ki, kendimi akıl verirken buluyorum :))  Çok iddialı oldu değil mi ? Kendimi fikir beyan ederken  buluyorum ..
Aslında konular birbirinden farklı,  ama  benim söylediklerim üç aşağı, beş yukarı aynı şeyler..( Dün akşam üstü yaşlılar hakkında yaptığımız konuşma hariç  )
Beni en çok  şaşırtan şey iste, şu aralar, başkalarına söylediğim  bu sözlere  fazlasıyla  ihtiyaç duyuyor olmam.  Ama insanın ağzından çıkanı kulağının duyması farklı şey, duyduklarını yüreğine kabul ettirmesi farklı...
Önce kendimi dinlemem lazım..
Ne hissediyorum,?
Ne düşünüyorum,?
Bunların sebebi ne ?
Nasıl çözebilirim?
İnsan başkalarına yalan söyleyebilir ama kendine  asla..Kendini kandırmaya başladığı anda umutsuz vak'a haline dönüşmüş demektir. Teşhis doğru olmalı ki, tedavi işe yarasın...
Yalan söylemek  deyince,  dün çok sevdiğim  ve hayatıma yeni yeni giren bir arkadaşımla kahve içimi sohbet ettik.  Eyvallah şehrini anlattı bana.İlk defa duydum ve hoşuma gitti.  Allahın işine karışma, kulun işine karışma, asla yalan söyleme...Kısacık görünen , geniş kapsamlı düsturlar...
Bütün bunların dışında, hiç durmadan konuşasım var sevgili okuyucu.. Dereden tepeden, ipe sapa gelmez şeyler hakkında..
Ya da herkes sussun, sessizleşsin dünya...

25.02.2015

.....

Önümde  4 koca dosya, bir birimize bakarak akşamı ettik...  Akşam  rapor vermem lazım oysa..
Umarım bu kadar bakışmadan sonra ortaya tutkulu bir aşk çıkmaz... :))


20.02.2015

MİKROSEFALİ ANNELERİ


Tamamen  derslere yönelik açtığım facebook  sayesinde bir çok arkadaşım oldu. Not ve soru paylaşımı,  derslerle ilgili konuşmalar derken, bir gün  bir mesaj aldım. " Sevgili Telve, grup kuruyorum,  seni ekledim.  Belirli bir sayıya ulaşmam gerekiyordu. Eğer istersen daha sonra gruptan ayrılabilirsin "...Daha ne grubu,  ne oluyor orada demeden cevap yazdım " Demek beni kötü emellerine alet edecek, sonra kullanılmış bir mendil gibi kenara atacaksın öyle mi ?"
Sadece güldü Sevgili Zeynep...
Açtım, inceledim, yaptığım espriden utandım.
Mikrosefali aileleri  diye bir grup.  Hiç duymamıştım böyle bir şey.  Çevremde  duyan var mıydı onu da bilmiyorum. Okudum. Hem hastalıkla ilgili bilgiler edindim.   Hem de  bambaşka bir dünya ile tanıştım.
Mikrosefali,  yaş ve cinsiyete bağlı olarak değişen , baş ve baş çevresinin  standartlardan  küçük olması demekmiş.Tabi buna bağlı olarak  beynin gelişememesi. Hamilelikte oluşan bir hastalık. İlk yedi ayda olması ile, son iki ayda olmasının sebepleri  farklıymış . Ne kadar erken yakalanılırsa, durum o kadar ciddi olabiliyormuş.
Hastalıkla ilgili bilgiler  vermeyeceğim elbette. Zaten merak eden netten öğrenebilir.
Benim yazmak istediğim, çocuklarına karşı bu kadar büyük sevgi, şefkat besleyen, "uyuduğunda bile özlüyoruz" diyen anneler.. Ne yedireceğini, nasıl yedireceğini  bilemeyen anneler.. Çünkü çocuklarda yutma zorluğu var. Hatta bir çoğunda yok .  Püre haline gelen  yemeği bile  yedirmekte zorlanıyorlar. O çocukların ağzından çıkan bir kelime ile öyle mutlu oluyorlar ki..
Bu annelerin yalıtılmış bir hayatları var anladığım kadarıyla.  Öncelikle dışa açılmaya vakitleri yok. Çünkü bir çoğu yalnız, yardımcı olacak kimseleri yok. Hastaneye gidip gelirken, evde çocuklarıyla ilgilenirken yalnızlar.  Bir diğer sebep,  insanların saçma sapan sorularına karşı tahammülleri kalmamış. Bu nedenle  evde çocuklarıyla ilgilenip,   vakit buldukça  internete giriyorlar.  Araştırma yapmak için, karşılaştıkları sorunlara çözüm bulmak için,  bir birlerine destek olmak, zorlandıkları konularda yardımlaşmak için...Banyo yaptırmak bile  sorun olduğunda ( ayakta duramayan çocuklar var çünkü )  neyi nasıl yaparsam daha kolay olur, çocuğumun canını acıtmam  derdinde bu anneler. Karşılaştıkları zorluklar için  hiç de şikayetçi değiller.  Tek korkuları  "bizden sonra bu çocuklar ne olur?, kim bakar " . Annelik böyle bi'şey işte. Tek düşünceleri, tek  dertleri yavrularının emin ellerde olduğunu bilmek.
"Ben çok şükür gözyaşı döktüm " diyor bir anne...  Düşünebiliyor musunuz?  Artık şırıngayla yemeği bıraktı,  yutabiliyor diye sevinen anneler..
Birbirlerine öyle güzel destek oluyorlar ki ... Bir çok şeyi kendileri bulmak zorunda.. Farklı sorunlarla karşılaşıp, kimsenin denemediğini deneyip, bunları kendi aralarında  konuşup tartışıyorlar.
Ve görüyorum ki,  çocuklar bu annelerin yaşam kaynağı.. Yaşama sevinci.  "neden biz, neden ben" sorusu yok .."neyi, nasıl  yapabilirim " sorularına cevap arıyorlar sadece..
Ben bu anneleri hayranlıkla takip ediyorum..
Sevgi dolu oluşları, gayretleri,  sabırları,  enerjileri  gerçekten etkileyici..
Dilerim ki gözlerinden düşen her damla sevinç gözyaşları olsun..
Dilerim ki bu enerjileri ve sevgileri hiç bitmesin..


17.02.2015

TÜM TACİZCİLERDEN, TECAVÜZCÜLERDEN ÖZÜR DİLEYİN OLSUN BİTSİN...!!!!!!!




Henüz Özgecan'ın acısı  bu kadar taze iken. "Japon turiste cinsel saldırıdan yargılanan İ.K.  2 yıl hapisle cezalandırıldı. Duruşmadaki saygın tutumu nedeniyle cezası 1 yıl 8 aya indirildi ,Mahkeme, yeniden suç işlemeyeceği  hususunda olumlu kanaat edindiğinden dolayı, sanık hakkında verilen cezanın hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına  karar verdi.."
Ben bu cezayı veren ( veremeyen, vermeyen)  hakimin deeeeeee, bu adamı savunan avukatın daaaaaa.....
Hayatımda ilk kez avukat  olduğumdan dolayı utanıyorum...



16.02.2015

.....

Bazı acıların tarifi yok. Bazı acıların telafisi yok.. Bazı acıları anlatmaya kelime yok...
Her ikisi de ana..
Öldüreninki de,  vahşice öldürüleninki de...
İkisinin de  ciğeri yanıyor..
Ne yazık ki bu ne ilk, ne de son olacak..
Gerekli yasal düzenlemeler ivedilikle  yapılmalı.
Psikologlar, psikiyatristler   insanımızın ruh sağlığı  haritasını çıkartmalı.
Tıpkı diş taraması gibi,  ruh sağlığı taraması periyodik yapılmalı...
Mesleklerin  ruhsal deformasyona yol açması  önceliğine  göre yılda bir,  üç yılda bir, beş yılda bir... psikolojik testler yapılmalı...
Bu tür insanlık dışı suçlar için hafifletici sebep,  iyi hal vb.  indirimler  uygulanmamalı...
Yapılır mı bilmiyorum, ama  artık bu tür olaylar yaşanmamalı...


6.02.2015

Kumar oynayasım var...
Masanın üstüne koyup  , sana ait olan tüm duygularımı,   rest çekesim var ey sevgili...
Elimdeki itirafla, geri  kazanasım var...Yine sende kaybettiğim yaşama sevincimi, hayallerimi....



3.02.2015

İÇ SES

Canı krokanlı pasta istemiş. Üst kata çıkıp alalım dedi, bir adım atacak halim yok, sen git ben burada beklerim dedim.  Kenardaki banka attım kendimi.. İnsanlar .. Türlü türlü, her biri başka bir alem. Sonra önümden bir  çift geçti. Kendi halinde bir kadın.  Saçlarını tepeden toplamış. Elinden tuttuğu küçücük kızını adeta sürüklercesine yürüyor.  Adamın siniri yürüyüşüne vurmuş. Yüzü ne alemde bilmiyorum, Allahtan sırtı bana dönük.  5-6 metre ileride , tam önümde duruyorlar. O anda biri kız, diğeri erkek, muhtemelen ardışık yaşlı iki çocuk daha çarpıyor gözüme..Onlar kendi halinde..
Adamın mütemadiyen  "Ben sana söyleme demedim mi, neden söyledin? " sözlerini duyuyorum. Kadın mırıl mırıl. Belli ki yaptığı hatayı farketmiş. Biraz utangaç, biraz da adamın  vereceği tepkiyi kestirememekten  mütevellit bir çekingenlik var yüzünde.. Ama adam durmuyor. Bir iki adım sağa sola  gidip, tekrar kadına yöneliyor."Ben sana söyleme demedim mi, neden söyledin? ".
Bu kadın, adamı çileden çıkartacak kadar ne söylemiş olabilir, bilmiyorum. Adamın tavrı ve ısrarı beni çileden çıkarmak üzere.  Çok uğultulu ve kalabalık bir ortam.  Sesleri seçemiyorum. Azıcık halim olsa  yerimden kalkıp, adamı kolundan savurmak istiyorum "Yeter be kardeşim,   olmuş bitmiş, derdin ne ?" Yok adama ilişmemek lazım,  bir tokat  atsa , ki beklerim, şaşırmam, zaten ayakta duramıyorum,   yere savrulurum kesin.  İyisi mi kadına "hadi  güzel kardeşim, topla çocuklarını uzaklaş bu adamdan, söylensin kendi kendine " demeli..
Duydu, vallahi duydu kadın benim iç sesimi. O ürkek ceylan gitti,  dişi bi aslan geldi.  "çok uzattın" dedi adama.. Çocuklarını toparladı, adamın çıtı çıkmıyor.  Dondu kaldı resmen.  O anda ,  bir güruh insan önümden geçmeye başladı.  15 saniye sonra ne kadın vardı ortada, ne adam, ne çocuklar...
Dışarıda çocuk terbiye etmeye kalkanlara, bir de  eşine ( kadın erkek farketmez)  bağırıp çağıranlara, küçük düşürenlere  sinir oluyorum.  Yapmayın ya hu böyle şeyler.  Gidin evinizde  halledin ne sorununuz varsa... 



24.01.2015

.....

Yokluğun hiç bu kadar üşütmemişti...
Sahi, seni unutmak için, kaç çizik daha atmam gerek yüreğime....


19.01.2015

.......





"Çok çabuk kırılmaya başladım galiba ben"  dedim...
"Yooo, eskiden de çabuk kırılırdın,  sadece artık içinde saklayamıyorsun .." dedi...


12.01.2015

MİM..MİM..MİM..

Cuma günü sinemaya gittik okul arkadaşlarımla..Okul kırmak, ders kaynatmak gibi zevklerden mahrum olduğumuz için, anca bu kadarını yapabiliyoruz :))
Seyredenlerin düşüncesini bilemem ama, ben pek  sevemedim Son Umut filmini.. Sanırım beklentim fazlaydı. Bir cümle, bir sahne  hoşuma gitmedi ve filmin bütününe sirayet etti bu olumsuzluk.. Bana çok absürt geldi.
Eve dönüşte arkadaşımla sohbet ederken " çok zor ve sıkıntılı günlerdi ve o bana yardımcı olamadı" dedi. "Sanırım, o zamanlar, O'nun da psikolojisi iyi değildi".  İşte bu cümleler , beynimden vurulmuşa çevirdi beni. Doğru ya, kimi ne için suçluyoruz, niye kızıyoruz.  İnsanların  hangi durumda olduğunu bilmeden, nasıl yargılayabiliyoruz. Yardımını istediğimiz insanların ne durumda olduğundan haberimiz var mı acaba ?  Sanırım olaylara ve insanlara bakış açımda  bu hep göz önünde tutmam gereken bir düstur olacak.. Kimsenin iç yüzünü, ruh dünyasını bilmemize imkan yok.  İnsan kendisini bile yeri geldiğinde tanıyamazken,  halini anlatamazken..
Neyse efendim. Gelelim asıl konumuza..
Sevgili Sessiz Prenses  mimlemiş beni. Yılın ilk mimi :) Hadi bana kolay gelsin..

1- 2014 yılının size kattığına inandığınız en önemli şey nedir ?(İnsan, duygu, hayvan, kitap..vs. )
Acı kayıplar yaşadığım bir yıl oldu 2014.. Ama en güzel tarafı, Absalom'un " neye göre, kime göre" felsefesi :))) Ve az önce yukarıda  bahsi geçen cümle, 2015 in kattığı güzelliğe aday ..Mutlak doğru olmadığını öğrenmek  hayatı daha yaşanılır kılıyor sanırım. Keskin çizgilerimden vaz geçmem gerektiğini anladım. Sıra uygulamaya geldi ..
2-2014 yılında yaptığınız ve sizi gururlandıran şey nedir?
Okullu oldum, sınıfımı geçtim :))  Sanırım  hayatımın en doğru kararlarından biriydi, ikinci üniversite okumak. Manevi olarak beni doyuruyor, çok şey öğretiyor.  Kendimce başarılı olmak ,beni gururlandırdı..
3- 2014 yılında gerçekleşen ve sizi en çok üzen şey nedir?
Kendi hayatım açısından,  abimin hastalığı ve  geçirdiği ciddi ameliyat..
Ülke bazında hangi partiden olursa olsun, vekil seçtiğimiz insanların akla mantığa sığmayan açıklama ve davranışları,  hayatını kaybeden yüzlerce işçimiz,  olaylar sırasında  ziyan olan gençlerimiz...Ülkenin birliğini ve istikrarını koruma ve sağlama konusundaki endişelerim kısacası...
Dünya açısından bakacak olursak, Ortadoğu' nun kaynayan kazan olması...Ülkelerin işgal edilmesi..Sivil halkın  hayatının hiçe sayılması,  ölen yüzlerce, binlerce  çocuk, Namusuna göz dikilen bir  o kadar kadın... İnsanlığımdan utanıyorum bazen...
4-2014 yılında kendi başınıza yaptığınız en büyük şey nedir?
Henüz böyle bir başarıya imza atamadım ne yazık ki...
5- 2014 yılındaki en büyük pişmanlığınız nedir?
Kaybettiğim arkadaşlarım, sevdiklerim.. Biraz daha hassas olabilirdim o konuda..
6-2014 yılında başınıza gelen en komik olay nedir?
Bunu da bulamadım ben :(( Ama her ihtimale karşı, 2015 mimi için   çalışmalara derhal başlayıp, bu soruyu cevaplamayı düşünüyorum...

Mim için çok teşekkür ederim Sessiz Prenses..
Hoşlanan  vaaarrr, hoşlanmayan var.  Ama ben cevabını merak ettiklerimi mimlemek istiyorum..
N. Narda
Cem
Absalom
Levent ( Kafkaya Mektuplar)
Evrenimden...
Şimdiden kolay gelsin....


7.01.2015

........

Bi'şeyler yapmalı...
Bir yerden başlamalı,
Yola devam etmeli,
Ya da yoldan dönülmeli..
Bilmiyorum..
Bildiğim tek şey,  bi'şeylerin yolunda gitmediği...
Ne kadar ağır...
İnsanlar mı çok pervasız, yoksa ben mi fazla şey bekliyorum incelik adına.. Ben mi kırılganım, insanlar mı çok kırıcı.. Yaptığım iyiliğin karşılığını beklemek gibi bi'şey değil bu. Fazla beklenti içine girmek de değil..Ben yaparım ama sen yapma demiyorum.. Ben yapmasam da sen yap da demiyorum.. Neden kimseye anlatamıyorum bunu.. Ben kimseyi hiç bir şey için suçlamıyorum. Yargılamıyorum. Sadece  herkesin kişiliği , yapısı, karakteri farklı da olsa genel geçer kurallar vardır. Adab_ı muaşeret denen bi'şey vardır.  İşte onu bekliyorum...

5.01.2015

İNSAFSIZ...

Yüreğim yangın yeri...
İki kelam et de söndür şu  hasret ateşini...


YENİDEN BAŞLAMAK ???

Yeniden başlamak diye bi'şeye inanmıyorum..
Geri dönersin, kaldığın yerden devam edersin, yön değiştirirsin, her şeyi oluruna   bırakırsın..
Ama yeniden başlayamazsın.. Yok öyle bi'şey..Yeni sayfa açmakmış,  sıfırdan başlamakmış, eski defterleri kapatıp, yeni başlangıçlara imza atmakmış..

Yok öyle bi'şey...
Bunca yaşanmışlıklar varken...
İçini buran pişmanlıklar, canını yakan  hatalar, kalp kırıklıkları, başarısızlıklar, hüzünler, özlemler, gerçekleşmemiş hayaller.... Sırtında bunca yük, ayaklarında bunca pranga varken,  neyin yenisiymiş, başlamasıymış ki bu...
Önce  kabul edeceksin,  barışacak, uzlaşacaksın. Olmadı ağzına geleni söyleyip içini  rahatlatacaksın. İyisiyle kötüsüyle, hatasıyla sevabıyla yaptığın ve söylediğin her şeyi kabul edeceksin.  Yok öyle yeniden başlıyorum deyip, onları cami avlusunda bırakır gibi çekip gitmek..

Yeniden başlayamazsın...
Yeniden yapılandırabilirsin...
Hali hazırdaki şartları tekrar gözden geçirip,  yeni rota belirleyebilirsin...
Geçmişin izlerini silemezsin, terkedemezsin, görmezden gelemezsin...
Ama onları sindirebilirsin,  lehine çevirebilirsin....
Ya da boşver, bildiğin gibi yap işte...
Neticede bunlar benim doğrularım...:)


.....



Yorgun görünüyorsun...
Yüreğime uzan da dinlen biraz...


1.01.2015

APOCALYPTO



Yılbaşında film izlemekten daha parlak bir fikir olamazdı benim için.  Ama  nasıl olmuş ta bu filmin adını daha önce  duymamışım, şaşırdım doğrusu. Eh ne yapalım, bu kadarlık kusur kadı kızında da olur...
Mel  Gibson'un Farhad Safinia ile  senaryosunu yazdığı ve yönettiği bir film.
İnternette zaten filmle ilgili bir çok bilgi edinebilirsiniz. İlaveten diyorum ki,  insanın / insanlığın karanlık bir tarafı var sayın okuyucu. Yaşadığı yüzyıl, kaydettiği ilerleme, içinde bulunduğu çağ ne olursa olsun, asla  yok edemediği, saklayamadığı, bastıramadığı vahşi ve acımasız bir tarafı var işte. Maya halkının kan, vahşet ve acımasızlık dolu hayatından kesitler verirken, günümüzde de aslında hiç bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Güçlü olan, zayıfı ezmeye hala devam ediyor ne yazık ki. Belki yöntem farklı, belki daha akıllıca  ve kurnazca..Ya da pervasızca... Ama insanlığın ilk gününden bugüne kadar  saflığından hiç bir şey kaybetmemiş  vahşet...Günümüzde de devletler işgal ediliyor, halka zulmediliyor,  kadın - çocuk ayrımı yapmadan insanlık dışı muameleler  sürüyor ne yazık ki..
Filmin ana teması hakkında yazılanlar açıkcası pek de umurumda değil. İster Amerika'yı protesto etmek için olsun, ister hristiyanlığa sırt çevirme mesajı verilmiş olsun, filmin bir solukta izlenmesine engel değil hiç birisi. Bir babanın oğluna  korkusuzluğu aşılamasını,   oğulun, atalarından gelenlere sahip çıkmasını, ailesine kol kanat germesini, umudunu kaybetmeyenin sonunda mutlaka kazanacağını gördüm ben...

İzlemenizi tavsiye ederim :)


.....

Sevmiyorum dayatmaları. Sebebi, gerekçesi ne olursa olsun.
Ben kimseye  sitem etmiyorsam,  insanlarla savaşmak yerine kabuğuma çekiliyorsam,
Kimseden hesap sormuyorsam,  kimseye hesap vermek istemediğim içindir...
Vazgeçin siz de...Tıpkı benim vazgeçtiğim gibi...