28.02.2013

......

dilin bitti dese de,
aklın bitmeli dese de
sen yine de yüreğini dinle...




YOLUN AÇIK , İÇİN RAHAT OLSUN...



Bu gün bir kez daha uğurladım seni...
Diğer gidişlerinden farklı olarak, su dökmedim arkandan, ...
İstedim ki  gittiğin yerde iyi ol,
Mutlu ol...
Sakın bakma geri...
Bu ikimiz için de en iyisi 






FARKINDAYIM...

Hayat....
Yüzüme gülüp, arkamdan iş çevirmelerine bozuluyorum, haberin olsun..





27.02.2013

MİMLENDİK ...



Kaptan'ın Zehir Defter'i mimlemiş, bana da cevaplamak düşüyor :)

1- En son kime yalan söyledin, neden ?
Aslında yalan söylerim ama nedense düşündüm hatırlayamadım.. Bu endişe verici  bir durum sanırım.. Hafızam iyice gitmiş..:)

2-Biz okumuyoruz farzet, kendine bir itirafta bulun..
Keşke hiç tanımasaydım...

3- Şu an istediğin işi mi yapıyorsun ?
Mesleğim avukatlık.. Bence güzel bir meslek. Hoş ben  vergi davalarıyla haşır neşir olduğum için  zor taraflarından bihaberim galiba.. Ama   aklımın bir tarafı  hala öğretmenlikte :)

4- Mutlu musun ?
Genelimiz ne kadar mutluysa :))

5- Keşke...
Keşke hakimlik sınavını kazanabilseydim :(((   Bunalıma girdim resmen..


6-Sence ideal eş nasıl olmalı ?
Ooooo bu konuda kitap yazarım ben.. Ama kısaca  "ben " gibi olmalı :)) Tamam işi sulandırmayalım.. İdeal eş, yanından hiç ayrılmak istemediğin, ayrıldığında en kısa zamanda kavuşmak istediğin biri olmalı ... ( çok mu politik oldu )

7- Nerede yaşıyorsun ve ömrünü nerede geçirmek istiyorsun?
İzmir'de yaşıyorum, bu şehri çok seviyorum.. Ömrümün kalan kısmını yine burada geçirmek isterdim..

8- Korkuların neler ?
Karanlıktan , evde yalnızken elektriklerin kesilmesinden korkarım :)

9- Seni en çok ne mutlu eder ?
Değer verilmek, önemsendiğimi bilmek... Ailemle beraber olmak..

10- Hayatında en çok utandığın an / anı...
Hımmm  sanırım bu sorunun cevabını bulamadım... Mutlaka vardır ama aklıma gelmiyor şu an..

11- Kendinde en sevmediğin özellik ?
Başkalarının  düşüncelerine, bana karşı tavırlarına haddinden fazla önem veriyorum.. Bu da  pek hoşuma gitmiyor.. Bir de son zamanlarda   tepkilerim sert ve aleni oluyor ki, bu duruma pek alışık değilim..


11 kişiyi mimlemem mi gerekiyor ? Hım bu konuda zorlanacağım sanırım... Hemen en son cevap yazanlara bakıyorum ( Malum Almila hariç... Almila mim konusunda koruma altında :))

Men De Boor
Hacer Yavuz
Eda
Olan biten
Benim Alfabem
Yolcu
Safransarı
Cem
Değmesin Yağlı Boya
Budeliçocuk
Toz ( hoşlanmayacaksınız biliyorum :(( )

 Bir dahaki mim, hiç yorum yapmayanlar arasından seçilecek diyeyim ki,  " yorum yapıp başıma iş açmayayam"  şeklinde bir düşünce hasıl olmasın :))






25.KARE / SÜBLİMİNAL TELKİN İLE ZİHİN KONTROLÜ

      Dün çok güzel bir  konferansa  katıldım. Eminim bir çoğunuzun duyduğu, bildiği bir konuydu. Benim de ilk defa bu kadar derli toplu dinlediğim bir konu.Katılımcıların çoğunun " anne" olması hasebiyle , genel hatlarıyla ve çocuklara yönelik verildi mesajlar. Yine de  çok aydınlatıcı oldu.
     İnsan olarak en öncelikli mükellefiyetlerimizden biridir  " farkındalık"..Neler olup bittiğini, dünyada ne gibi hesaplaşmaların olduğunu, insan olarak, birey olarak, toplum olarak üzerimizde oynanan oyunları " bilinçli" olarak takip etmek, farkında olmak.. Zira bilinç kadar bilinçaltımız da önemli .
   İşte 25. kare ve sübliminal telkin ile zihin kontrolü,  bilinçaltının insan hayatında ne denli etkili olduğu anlaşıldıktan sonra toplumu  istediği mecraya çekmeye çalışanların  sistematik olarak yürüttükleri , tek dünya düzenine doğru  adım adım hedeflerine yaklaştıkları pis ve sınır tanımaz bir plan..Yani bilincimize dokunmadan, bazı mesajları telkin  ediyorlar.. Bu elbette bizi bilinçsiz hale getirmiyor, ancak herhangi bir şeye karar verirken, ister istemez ve farkında olmadan, karar verme mekanizmamızı etkiliyor.
   Bilinçaltına gizli mesajlar gönderme olarak tanımlanan sübliminal telkinin  3 şekilde uygulanması mümkün;
1- Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel mesajlar..Dinlediğimiz müzik aralarına sıkıştırılan, kulağımızın duymadığı ancak beynimizin algıladığı  frekansta verilenler..
2- Gözümüz saniyede 24 kare algılarken, 25 kare ile gözümüzün görmediği ancak bilinçaltımızın kaptığı görsel , flaş  patlaması şeklinde anlık sinema veya televizyon görüntüsü  şeklindeki mesajlar,
3- Tüketime yönelik  ürünlerin logo ve reklamlarında, afişlerinde gizlenen  gözün seçemediği ancak beynin algıladığı şekil, rakam ve kelimeler...
    Dijital ses dosyaları bu amaç için  en uygun olan yöntem..Sıkı durun, Madonna'dan tutun da Beatles  grubuna kadar, Michael Jakson da dahil bir çok sanatçının  şarkılarında kullanılmış. Beynin algıladığı , ancak kulağın duymadığı frekansta istenilen mesajlar gayet rahat verilebiliyor.  şarkı sözleri içinde ;
- Yaşasın şeytan , o kendi dinini kurdu..
- Çünkü şeytan için yaşıyorum,
-İşte benim sevimli şeytanım... mesajları veriliyor.
Bunun en basit ve çoğumuzun yaşadığı durum da, pirinç almak için gittiğiniz marketten,   kulağınıza gelen müzik sesiyle gevşeyip, koca alışveriş arabasını doldurup, pirinç almadan çıktığınız zamanlardır. Çünkü arka fondaki müzik içine " daha çok al, daha çok al " mesajı  yerleştiriliyor..
    25. kare  yöntemi ise   en tehlikeli ve yaygın olanı. Saniyede 24 kareyi algılayan beynimiz, araya sıkıştırılan 25 kare sayesinde verilen her mesajı hiç itirazsız  kabul eder. Masum bir dizi seyrederken  beynimiz nelerle doluyor farkında bile değiliz. İşin en acı tarafı ise, bu pis ve iğrenç planın asıl kurbanlarının çocuklarımız olması. Eğer çocuğumuz evde yalnız kalacaksa, defalarca  " kapı çalarsa sakın açma, içeriye hiç bir yabancıyı alma " diye sıkı sıkı tembihler, ancak onu televizyon karşısında bu görünmeyen düşmanlarla baş başa bırakırız. Hatta biraz oyalansın da rahat rahat işimiz yapayım  diyen anneler çizgi film karşısında oturan çocuğunun beyni ne gibi bombardımana tutuluyor haberi yok tabi ki..
    Çizgi filmlerde  uygulanan  en  iğrenç yöntemlerden biri,  önce istenilen resmin ( bu genllikle  cinsel bir uzuv oluyor )  çizilip, daha sonra  etrafının   çizimlerle  doldurularak  farkedilmez hale getirilmesinden oluşuyor. Göz bunu kesinlikle algılamıyor, ancak beyin ya da bilinçaltı, bu kareyi bir kenara depoluyor. En masum gördüğümüz , bir çok yetişkinin bile hala hatıralarında olan Tom ve Jerry, Alaattinin Lambası, Rapunzel gibi çizgi filmlerde bu mesajlar ne yazık ki oldukça bol miktarda..Siz çizgi film kahramnını,  dumanı üstünde  çorba içerken gördüğünüzde, beyin, o dumanlardaki " sex" yazısını algılıyor, ancak gözünüz görmüyor.
 Ancak görüntüyü dondurarak elde edilen bu karedeki çıplak kadın resmini, gözümüz değil ama bilinç altımız  algılıyor..
   Bir diğer yöntem ise, reklam vasıtasıyla beyne mesaj göndermek.. Reklam içine sıkıştırılan bir kelime, şekil ya da rakam nedeniyle, bilinçaltı o ürüne yönlendiriyor insanı. Film aralarına sıkıştırılan bu sübliminal mesajlar sayesinde  ( kola iç, popcorn  ye mesajı ) satışların önemli ölçüde arttığı tespit edilmiş. Yani   tercih hakkımız elimizden alınarak, belli ürünler için dayatma yapılıyor.
Bir kargo şirketinin logosu içinde saklanan ok işareti, o kargonun   daha hızlı olduğu yönünde gizli bir uyarıda bulunuyor. ( E ile x harfi arasında gizlenmiş )

Bu logoda görünen a ve z arasındaki ok işareti, beyne " a'dan z'ye herşeyi burada bulabilirsin mesajı veriyor. 
    Ticari amaçla yapılan bu gizli telkinler  bir yere kadar hoş görülebilir. Ancak,  çizgi filmlerde ( özellikle Walt Disney yapımı olanlarda ), reklamlarda, müziklerde kullanılan bu gizli mesajlar ,  gelişme çağındaki çocukların beynine cinselliği, şiddeti   yerleştiriyor. Bu mesajlar  insanın kişiliğinde, sosyal ilişkilerinde, verdiği tepkilerde ve seçtiği hayat tarzında önemli rol oynuyor.  Dünyanın çizdiği gidişata bakarsak,   bu yöntemin ne gibi sakıncalar doğurduğunu gayet rahat görebiliriz..
      Peki bilinç altı  bu gizli telkini nasıl algılıyor ?
- Kendisine gönderilen  her şeyi kabul eder. Eğer gözümüz görseydi,  bir sahnede beliriveren kan ve şiddet  ya da cinsel mesaj içeren görüntüyü çocuğumuzun  görmemesi için hamlede bulunurduk  elbette. Ancak görmediğimiz  anlık flaş patlamaları için ne yazık ki hiç bir şey yapamıyoruz.
- Akıl yürütmez. Çünkü amaç zaten dayatmadır. Muhakeme yapmayı engellemektir.
- Hayal- gerçek ayrımını yapamaz olur.
- Beden fonksiyonlarını  kontrol eder. Bilinç altımızın  davranışlarımızı ne kadar  etkilediği hepimizin kabul ettiği bir  gerçek. Yükseklik korkusu, kapalı yerde kalma fobisi, köpekten, kediden veya başka bir varlıktan korkma... bütün bunlar geçmişte yaşanan ve hatırlamasak ta beynimizin kaydettiği olaylar nedeniyledir. İşte gizli verilen bu mesajlar da aynı etkiyi veriyor. insan bedeni beynin sakladığı bir görüntünün  tetiklemesiyle farklı davranışlarda bulunabiliyor.. Yanlış hatırlamıyorsam, 17 yaşlarında erkek - kız ayrımı yapmadan  8 çocuğa tecavüz eden, bir çok tecavüze teşebbüs suçu bulunana genç, verdiği ifadede   " ben kendimi tutamıyorum" diyor.

 Çiçekler arasındaki kelimeye dikkat ediniz.. İşte çocukların beyni bunları kaydediyor..
    !968 yılında bu yöntem  yasaya aykırı bulunarak  yasaklanmış .Çünkü dolandırıcılık olarak kabul edilmiş. ( ne basit bir ifade ! ) Halen 55 ülkede  bu tür mesajlar kullanmak yasak. Hatta Rusya 'da  "Otur ATN izle " mesajı verildiği tespit edilerek, bu kanalın 2 ay lisansı iptal edilmiştir. Bizim yasalarımıza göre  gizli telkinle mesaj uygulaması yasak. Ancak ne yazık ki,   izlediğimiz dizi ve filmlerde, reklamlarda bu tür mesaj verilip verilmediğini denetleyecek bir kurumumuz yok.
   Bıkmadan buraya kadar okuyanlar için diyebilirim ki, konu oldukça ciddi ve üzerine  kitaplar  yazılabilecek kadar derin. Elbette ki  bu konuda ihtisas sahibi değilim. Maksat bir konuyu derinlemesine incelemek değil. Sadece  kafanızda soru işaretleri oluşturabilmek ve  cevap bulunabilmesi için sizi araştırmaya sevkedilmek. Bu konuda o kadar güzel yazılar var ki, merak edenler mutlaka o yazılara ulaşacaktır.  Sıkmamak adına elimden geldiğince kısa  tutmaya çalıştım. Çok fazla  resim kullanmadım hem telif  haklarından korktum, hem de   bulduğum resimler  yayınlayamayacağım kadar   iğrençti.
    Farkındalık  , bilinçlenme ve bilinç altımıza sahip çıkma  en büyük insanlık görevlerimizden  diye düşünüyorum..





   

26.02.2013

BİLEN VAR MI ?

Düşünüyorum da,
Hiç var olmamış birinin yokluğu,  can yakar mı ?






BİR KELİME...

Uzun lafa ne hacet..
"Gel " desem yetmez mi?
O bir kelimede,
Sevgim, hasretim, sensizliğim.. sezilmez mi?...






25.02.2013

İNSANLIĞA ÇAĞRI...

Güzel ve güneşli bir gün..
Öyle bahardan kalma falan değil, bilerek isteyerek gelmiş gibi..
Bilinci yerinde, zaman tünelinde kaybolmamış yani..
Şimdi bu güzel havada öfke kontrolü ile ilgili yazılar okumanın ne anlamı var ki diyorum,  kapatıyorum sayfaları..
Anladım ki, insan beyni çok karmaşık ve oyun delisi..
Eğer bir konu üzerinde yoğunlaşır  ve vaktinizi, hislerinizi o konuya hasrederseniz,   pireyi deveye çevirme fırsatını çok iyi değerlendiriyor.
Haberleri açıyorum, çocuğu makineden oyuncak alamadı diye, yedi düveli toplayıp bakkal basan baba...
Kanada polisinin hırsızlığa teşebbüs edene  tekme tokat saldırısı..
Metroda bıçakla yaralanan adamın  çelişkili ifadeleri....
Acil servise arabayla dalanlar,
Doktor dövmeye kalkanlar...
Ne oluyoruz ya hu !!
Alıp veremediğimiz ne...
Hayat bu kadar çekilmez , dünya bu kadar yaşanmaz olmamalı..
İnancı nedeniyle aşağılananlar,
Kıyafeti, küpesi, uzun saçı  sebep gösterilip dışlananlar...
Makama mevkiye prim vermeler,
Düşene bir tekme de bizden demeler...
Rüşveti, adam kayırması,  "hamili kart yakınimdir"  uygulamaları....
Yargısız infazlar...
Nerede kaldı empati, hoşgörü ?
Tamam kimse kimseyi sevmek zorunda değil
Ama saygımızı da mı yitirdik ?
Başkalarını yargılama hakkını nereden buluyoruz ki ?
Kendi doğrularımızdan başka doğruya  yaşama hakkı tanımayışımız neden ?
Mevkinin verdiği gücü, şahsi  düşmanlıklar için  kullanım hakkını kim veriyor?
Asayişi sağlamakla yükümlü olanlar nasıl oluyor da asayişin baş düşmanı haline gelebiliyor ?
Ufacık bir kıvılcım nasıl oluyor da infiallere sebebiyet verebiliyor ?
Hava güzel...
Doğa uykusundan uyanıyor...
Uykudaki insanlık !!
Sen ne zaman uyanacaksın ?







24.02.2013

SINIR ÖTESİ...

Deliliğin sınırlarında gezdim bugün...
Yok yanlış  oldu,
O sınırı aştım bugün..
Güzeldi..
Kendini dizginlemeden, nasıl anlaşılır diye  düşünmeden,
Otokontrolsüz,
Alabildiğine acımasız,
Ama  dürüstçe,
Tam kendin gibi olmak...
Düşündüğünü olduğu gibi söylemek,,
Sokaklarda bağıra çağıra yürümek...
(Sokak değil, deniz kenarıydı gerçi :))
İşte sınırı aşınca bunlar karşılıyor seni..
Önce müthiş bir  sinir harbi,
Ardından yokuş aşağı iniyor gibi, hakimiyeti kaybetme...
Sonrasında rahatlama..
Şimdi mi?
Şimdi baş ağrısı ve yorgunluk..
Çünkü delilikten akıllılığa, kendini akıllı zannetmeye dönüş biraz sancılı ve zor oluyor...
Ama tavsiye ederim, kesinlikle değiyor....:))








23.02.2013

BOŞANMADA ÇOCUKLAR...



Nasıl başladığı önemli değildir aslında..
Çünkü çıkış noktası ne olursa olsun, hayatını birlikte idame ettirme kararı alan iki insan,   sonunu kötü düşünmez hiç bir zaman..
Lakin, umulduğu gibi gitmez işler bazen..
Çatırdamalar, kırılmalar, mesafeler, sinir harbi ....derken, ayrılık kapıyı çalar...
İşte o ana kadar   olağan ya da kurtarıcı vasıfla ( kötü giden ilişkiyi tamir etme amaçla   dünyaya çocuk getirmek !  bu nasıl bir zihniyettir, çocuk üzerine nasıl kumar oynanır, küçücük bir yüreğe böyle bir sorumluluk nasıl verilir? Ayrı bir tartışma konusu tabi ki ) çocuk sahibi olunmuşsa  , asıl pandomim bu aşamada kopar.
Henüz hakim  velayet konusunda karara varmadan, " vermem- almam" tartışmaları başlar..
Bu konuda aslolan ise, tarafların kendilerinin çocukla olan ilişkileri ve onlara karşı hissettikleri  değildir elbette. 
Karşı taraf çocuğa düşkünse "göstermem",  çok fazla da takmıyorsa "almam" edebiyatı parçalanır.  Maksat karşı tarafa acı çektirmek ya da çocuk , "ayak bağı"  olsun da hayatı zindana dönsün  düşüncesidir.
Zaten ayrılan ebeveynin çocuğu olmak yeteri kadar zor ve üstesinden gelinmesi gereken  bir problemken, bir de taraflar arası hesaplaşmanın  malzemesi olmak çocuk için çok yıpratıcıdır. Ve faturayı genelde  çocuk öder. Ya istenmediğini hissedecek, ya da anne veya babasından birine hasret büyüyecektir..Her ikisi de çocuğun kişiliğinde, hayatında derin izler bırakacak, kişiliğine yön verecektir..
Oysa boşanan, ayrılan eşlerdir sadece..
Yani karı- koca olma vasfı  sona ermektedir..
Anne- babalık ise hayatla kaimdir...
Çocuğun en önemli, güzel, kötü, kritik .... anlarında, mezuniyetinde, hastalığında, evliliğinde ... bir araya gelmeleri gerektiğini, gelebileceklerini  unuturlar...
Kendi hayatları sekteye uğradığı halde, bununla yetinmeyip, kendi kanından, canında olan çocuklarının da hayatını mahvettiklerini göz ardı ederler...
Beraber yaşamak zorunda olmadıkları ve bunu  gerçekleştiremedikleri için, en doğal haklarına başvuran , ayrılan çiftler,  ayrılırken  en büyük beceriksizliği gerçekleştirir çoğu zaman..
Küçücük bir fidan boynu bükük büyür..
Bazen ayaz vurur  erkenden...
Ve hüzün  dolaşır damarlarında ....
Eşlere düşen,  çocukların bu travmayı en az hasarla atlatmalarını sağlamaktır...
Ruhlarına yeni çentikler atmak değil...









ARADA BİR SEVİYORUM SENİ :))

Çiçekliköy ' e kahvaltıya gitmişim....Güzel, akıllı, alımlı ( ah bir de çok konuşmayaydık iyiydi..neyse, mesleki hastalık diyelim :))  8  kadınla  kahvaltımı yapmışım...Çam havası, dağ manzarası....güzel güzel...bu gün gözüme girdin hayat... :)




OLSA MI OLMASA MI ?

Bir şeyin olmasını çok istersiniz..Gece gündüz, aklınızda fikrinizde,  hayalinizde düşünüzde hep o vardır... Sonra beklemekten yorulur, vazgeçersiniz. Çünkü  zaten olma ihtimali çok zayıftır.. İçinizi rahatlatmak için olmamasının ne kadar iyi olduğuna dair uzuuuuuuuun  bir liste hazırlar, hepsini  ezberlersiniz..  Aklınız da kalbiniz de ikna olmuştur, mütmainsinizdir...
Sonra...
Birden bire..
Hiç beklemediğiniz bir anda, gerçekleşiverir isteğiniz...
Kafanız karışır....
Ne hissedeceğinizi bilemezsiniz....
Üzülmeli mi sevinmeli mi karar veremezsiniz...








21.02.2013

BEN BU İŞİ ÇÖZDÜM !!!

Anladım ki, mutluluk ta zeka gibi genetik bir şey..
Mutlu olmak için , mutlu çocukluk geçirmek şart..
Bu aşamayı sağ salim atlattıysanız eğer, hayatınızda sonradan zuhur eden aksilikler, tatsızlıklar, dertler  lezzetli bir yemeğin,  fazla kaçmış tuzu gibidir...
Yani..
Hayatınıza bol bol patates doğrayın, fazla tuzunu çeksin :))







20.02.2013

.....

Bazen kapıların tek tek yüzüme kapandığını hissediyorum...her zaman açık olana  dönmeyi,  neden akıl edemez ki insan ?






19.02.2013

ZORLU YOLLAR..


madem ki karar verildi
yola çıkmak gerek
zor olduğunu, zorlu olduğunu bilerek
ne çıkar karşına bilinmez
yağmur olur, kar olur
soğuk olur ayaz olur...
bazen  yokuş aşağı inmek gerekir,
bazen de dik yokuşları tırmanmak..
nefesin kesilir,
yorulursun,
pişman olursun,
dinlenmek, soluk almak istersin,
hatta beki de geri dönmek...
ama dönüşü olmaz bazı yolların,
geri geri gitse de ayakların,
dönemezsin..
dönersen bir daha kendine bakamazsın..
madem ki karar verildi 
yola çıkmak gerek..
ne kararsızlıkla,
ne ruhundaki ataletle bir yere varamazsın..
karar verdiğin an, zaten yolu yarılarsın..
sinendeki rahatsa  eğer verdiğin karardan,
ne korkarsın ki yolun zorluğundan, karanlığından.....
hedefe yaklaştıkça artar şevkin,
geri döner, uçurup azat ettiğin  bütün  ümitlerin,
sen istesen ne yollar ne dağlar aşarsın,
ayağına taşlar takılsın varsın,
canın da yansa, 
için de acısa,
yolunda gitmek zorundasın...
sakın ola ki  gözünde büyütme,
hem aklını, hem kalbini dinle...
ağdırma birini diğerine..
ve asla düşman etme bir birine..
korkma, yılsa da biri
salsa da  içine  vesvese,
sen adaletli olduğun sürece,
 onlar yine yanında olur, hep el ele..
asla ardına dönüp bakma..
kötü düşünme, kötüyü çağırma...
her yolun sonunda  ferahlık vardır 
zahmet olmadan, rahmet olmaz demişler , unutma...





BEN BÖYLE OKURUM....



Mahalle dayısının mimine geldi sıra...Biraz gecikmeli oldu gerçi:)
Öncelikle deli  gibi kitap okuduğum zannedilmesin.. Her konuda olduğu gibi, bunda da tutarsızım epeyce..
Genelde felsefi kitapları tercih ederim.Dönüp dolaşıp okuduğum kitaplar vardır. Çünkü her defasında cümleler farklı yansır beynimde. Daha önce farklı çağrışımlar yapmıştır, sonrasında "ben bunu niye böyle anlamamışım ki " demek hoşuma gider. her okuyuşumda  hayıflanırım.
Polisiyeleri ve kişisel gelişim kitaplarını  hiç sevemedim.
belli bir ortam aramam, kitap sardıysa, top atılsa duymam. Her fırsata okumaya çalışırım. Bazı kitaplar için uykumdan çok fedakarlık etmişimdir. Bitirmeden rahat edemem.
Okuduklarım kadar, yarım bıraktıklarım, oraya buraya atıp kaybettiklerim de çoktur. Önceden başladığım kitabı mutlaka bitirir, hiç hoşlanmasam da yarım bırakmazdım. Artık bu eziyetten vazgeçtim. Olmuyorsa olmuyordur.
Çok beğendiğim kitabı tavsiye etmeyi severim, hatta dilimden düşüremem.. Özellikle başka biriyle tartışmak hoşuma gider.
Yanında çay kahve aramam. Bazı kitaplardan sıyrılıp, dünyaya dönmek zor gelir :)
Benden bu kadar...
Nefes, Budeliçocuk,  Olanbiten,  İzbedenses mimlendiniz :)
Almila  sen hürsün :))











18.02.2013

olmayanı , oldurmaya çalışmak ne kadar anlamsız...
eğer hayatımız bir senaryo ise, kime ne rol vereceğimizi iyi tespit etmemiz gerekmez mi? yanlış seçimler yapıyorsak, ehline vermiyorsak  o payeyi, gereği gibi yapamıyor diye sızlanmak ne kadar abes...
ya seçimlerinde aklı başında davran, ya da sonrasında  sızlanmayı bırak...
yoksa işte böyle boş çuval gibi ortada kalırsın da kimsenin ruhu duymaz...







17.02.2013

KİMSİN SEN ?



Tanıyor musun kendini
Ne zaman tanıştın içindeki  "sen" le
Her zaman birlikte olabiliyor musunuz ?
Yoksa kuytu köşelerde,
Kimsenin  görmediği  yerlerde
Gizlice mi buluşuyorsunuz?
Kimsin sen?
En son ne zaman " sen " oldun hatırlıyor musun?
Kendini kasmadan, saklamadan , içindeki senle kol kola yürüyebiliyor musun?
Kendini bildin bileli sana dayatılan kalıplardan koruyabiliyor musun " sen "i...
İçinden geldiği gibi konuşabiliyor musun ?
Kızdığında aklına gelen cümleleri,
Öfkelendiğinde içindeki patlamaları
En mutlu anındaki çığlıkları,
Kırıldığında, incindiğinde  gözünün ucuna geliveren  yaşları,
Haksızlık karşısındaki isyanını,
Aldatıldığında düştüğün boşluğu,
Yalnızlığında seni çepeçevre sarıveren hüznü,
Alabildiğince özgür yaşıyor musun ?
Kimsin sen?
Kendin için en son ne zaman bir şeyler yaptın ?
Sokaklarda serseri adımlarla yürüdün mü ?
Deniz kıyısında ya da bir ağaç altında banka oturdun mu , etrafı seyrederek
Çocukluğuna özenip, pamuk şeker yedin mi eline yüzüne bulaştırarak,
Kaldırımdaki çizgileri görünce dayanamayıp sek sek oynadın mı hiç ?
Duvarlar üstüne geldiğinde dışarı attın mı kendini,
Otobüste, dolmuşta yanında oturanla havadan sudan konuştun mu?
Bunları yapabiliyor musun?
Yoksa kendin olmaktan utanıyor musun ?
Kimsin sen ?
İşin istediğin miydi?
Eşin yanında yaşlanmak istediğin,
Annen en müşfik dostun,
Baban sarsılmaz dağ oldu mu ?
Evine koşar adımlarla dönebiliyor musun ?
Her gece huzurla uyuyup, sabah heyecanla kalkıyor musun ?
Yapmak, görmek, okumak, paylaşmak istediklerinin listesi çoğalıyor mu?
Sevdiklerin var mı etrafında,
Yalnızlık çukuruna düşmekten  alıkoyan dostların,
Örnek aldığın şahsiyetlere ne kadar benzersin?
Hayran oldukların kadar, hayran olanların var mı çevrende?
Kimsin sen ?
Kimin için iyi ve hayırlı olursun?
Kime el uzatır, candan davranırsın,
Kime kIlavuz oldun, kimi çoğalttın, kimi donattın ?
Kimin için neyi, neleri alttan aldın?
Kime hayır dersin, kimin için hayırların evet olur ?
Kimsin sen ?
Kim olduğun önemli mi?
Dürüst olamıyorsan kendine ve herkese
Zırhlara sardıysan ruhunu,
Prangalıysa beynin,
Her adımın , tavrın, tutumun " ne derler" kapısından çıkıyorsa dışarıya,
Yüzleşemiyorsan zaaflarınla,
Kim olduğun önemli mi?
Emin misin,
Aynaya baktığında karşında gördüğün  " sen " misin?
Sahi, sen kimsin ?







15.02.2013

ŞİDDET YOK DANS VAR...

1 milyar kadın..
Ciddi rakam.
Ulaşabildiler mi bilmiyorum,
Şiddete karşı dans ettiler...
Muhtemelen  çoğu fiziksel şiddete maruz kalan hemcinslerine destek amaçlı dans ettiler..
Muhtemelen onlara acıyarak baktılar...
Kendilerinin,  şiddetin başka türlerine maruz kaldıklarından bihaber üstelik...
Hakaretin ve aşağılamanın,
Sosyal hayattan kısıtlanmanın,
Maddi açıdan  bağımlı olmanın ve sömürülmenin,
Zorla  ve isteksiz halde ilişkiye zorlanmanın da şiddet olduğundan  bihaber...
Ve erkekler...
Eminim ki şiddete eğilimli olan  hemcinslerini kabalık ve eğitimsizlikle suçladılar..
Çağdaş dünyaya yakıştıramadılar...
Kendilerinin de farklı  şekillerde şiddete eğilimli olduklarını,
Kendilerinin de şiddet uyguladıklarını  bilmeden üstelik...
Dans yeterli gelir mi acaba ?
Yoksa bu hayatı müzikal tadında mı yaşamak lazım şiddetin kökünü kurutmak  için...






14.02.2013

SEVENLER GÜNÜ...


Kalbinizde sevgiye  yer varsa,
Nefret sarıp sarmalamadıysa ruhunuzu,
İnsan olarak kalmayı başaranlardansanız eğer,
Sadece kendinizi değil başkasını da düşünebiliyorsanız,
Başkası için üzülüp ağlayabiliyorsanız,
Yeter ki iyi olsun  temennisi hala içinizdeyse,
Size kalbini açan, rahatlayarak ayrılabiliyorsa yanınızdan,
El uzatabiliyorsanız mahzun bir gönüle,
Sevgililer günü de neymiş,
Her gün "sevenler günü"..
En sevdiğinize " seni seviyorum "  demek için  fırsatları  değerlendirin..
İçinizden sevgi hiç eksilmesin...
Hep sevin ve sevilin...










13.02.2013

HATIRALAR BAZEN GÜZELDİR...



   Hayatımda benim kadar dağınık birini görmedim..Neyin nerede olduğunu asla bulamam. Çünkü en olmadık yerlerden çıkar. Misal, daha geçenlerde bir yüzüğümü kaybettim. Tamam  maddi değeri yoktu ama hatıraydı....Üşenmedim, iğrenmedim çöpü bile karıştırdım, acaba yanlışlıkla gitti mi diye.. Bilin bakalım nereden çıktı ?  Buzdolabındaki  biber poşetinin içinden..Muhtemelen  elimden kayıp içine düştü. Tamam bu anlattığımın dağınıklıkla ilgisi yok ama, "en olmadık yer"  kısmı tutuyor en azından :))
    Tabi insan kendisi dağınık olunca, çocuklarına da bir şey diyemiyor. Rol model olmak lazım ya.. Zaten evden bir kaç gün  uzaklaşmışsam, odalarına  girmeden önce besmele çekerim. Malum çarpılma  tehlikesi var. Sonra gaaayet  sakin bakmak lazım. Hırsız varrrrr diye bağırabilir insan gayri ihtiyari...Bir de kedi eniğini kaybetse bulamaz derler bizde. Kedimiz var  da, eniği yok çok şükür..
    Asıl konumuza dönersek, bir fotoğraf arıyordum. Ama öyle Ajda Pekkan'ın  " çerçeve değil, resim arıyorum" türünden bir fotoğraf  değil.. İşte o fotoğrafı ararken elime çooook eski yıllara ait bir kaset geçti. Teyp olmadığı için dinleyemiyorum ne yazık ki..
    Üniversite yıllarında , can sıkıntısından herhalde,  sesimizi kasete alıp dinlemek istemiştik. Ama ne söyleyeceğiz , ne yapacağız anlaşamadık . Her sene değişen ev muvcuduna göre, o sene sanırım 5 kişiydik. Edebiyat fakültesinde okuyanlar da var aramızda. Bir arkadaş Necip Fazıl'ın Sakarya Türküsünü okuyalım dedi, bi başkası ille de eğlenceli bir şeyler olsun diye , düriyenin kalaylarını  istedi. Tabi hemen demokratik bir yöntemle oylama yaptık şiir kazandı.. Biz büyük bir ciddiyetle şiiri okuduk,  kayıt tamamlandı, dinlemeye başladık... Ama  gülmekten de öldük.. 4  arkadaş  harıl harıl iştiyakla şiir okurken, arada ağlamaklı bir ses karışıyor..." düriyeeee......düriyeeeeee..."  Katletmişti şiirimizi, ama hafızalarda  hoş  bir anı oldu..
    Kaset sayesinde o günlere gitmek güzeldi.. Öğrencilik yıllarım sanırım benim en mutlu olduğum zamanlar....
    Sahi, teybi olan var mı ? 









/ / /



Bir insanın nezdinde değerin neyse odur...
İstediğin kadar uğraş, artıramazsın...
Bir insanın nazarında yoksan , yoksun..
Ne yaparsan yap,  gözüne giremezsin...
Belli ettiğin ölçüde  muhtaç olduğunu,
O kadar uzaklaşır senden..
Susuzluktan kurusan,
Bir yudum su olmaz sana...
Vazgeç..
Ya kendi kendine yetmeyi öğren...
Ya da sessizce öl, yoksunluğunla...










12.02.2013

ÜŞÜYORUM...


üşüyorum...
ne kat kat giyinsem,
ne ateşi harlatsam,
ısınacak gibi değil içim..
üşüyorum..





OKUMA OBEZİTELİĞİ..

    
 Şimdi böyle bir şey de mi varmış diyeceksiniz.. Var veya yok bilemem, ama aklıma bu tanım geldi, bence gayet de mantıklı...Bir zamanlar böyle bir  " hastalığım" vardı evet.. Çocuk yaşlarda başlayınca okumaya, imkanlar da şimdiki gibi değil tabi.. Yani maddi imkanlar yanında, okunacak materyal konusunda da  bu kadar  geniş imkanlara sahip değildik.. Her fırsatta itiraf ederim. İlk okumaya başladığım kitaplar, resimli çizgi roman tarzında kitaplardı. Daha açık bir dille Texas, Tom Miks, Zagor, Fantom......kültürü yani. Aslında bu kitapların her hangi bir zararını görmedim şimdiye kadar.. Ama şuur altıma gelip yerleştilerse  bilemem.. Eh, bunca şeyi içinde barındıran şuuraltım, varsın bunları da ihtiva ediversin, eline mi yapışır...
   Ama bir sonraki aşama, yani Kemalettin Tuğcu kitapları tartışılır...Elbette bu konunun ehli değilim. Şahsi kanaatim, şimdiki aklım olsa bir- iki tanesini okur geçerdim. Şimdikinin Zaman Öyle de Geçiyor, Böyle de Geçiyor dizisi gibi, bu kadar iç mi karartır bir seri.. Tamam kabul, çoğunun sonu mutlu bitiyor, kabul, insana hayata dair çok güzel fikirler empoze ediyor. Ama o kitapları okuyan, hayatı boyunca diken üstünde yaşar sanırım..Ne zaman başıma bir iş gelecek te  kuru ekmeğe muhtaç olacağım diye.. ..İşte burada " Bu günün  bir de yarını var.....Mutluyduk belki  bugüne kadar, ya sonra...." diye  hatırladığım şarkı iyi gider  :))
    Tabi araya klasikler, yerlisi, yabancısı girdikten sonra, Oblomov ile başlayan bir Rus edebiyatı rüzgarına kapıldım.. Yine seçmece yapmadan kendi kafama göre, Allah ne verdiyse... Mesela, evli bir kadına aşık bir gencin, her çıkmaz karşısında söylediği bir söz vardı " Neyse ki ölüm var... "  ya da  "Nasılsa ölüm var " mealinde bir cümle.. Bak bak, dediğine bak şunun hele... Ölüm olunca ne olacak, sıkıştığın yerde alnına silah mı dayayacaksın...Ölüm kurtuluş olabilir elbette çoğu çıkmaz karşısında.. Ama tercih edilecek bir yol, seçenek gibi görülmemeli hiç bir zaman.. sadece kaçınılmaz bir sondur, o kadar...
   Elbette ki belirli bir yaştan sonra, ne okursanız okuyun kafanızın karışma ihtimali zayıftır. Çünkü düşünce yapınız belli bir seviyeye ulaşmış ve oturmuştur. Okuduklarınızdan neyi alıp, neyi almamanız gerektiğini bilirsiniz.. Muhakeme edersiniz, mantık süzgecinden geçirirsiniz, ayıklarsınız..Ama daha yolun başında olan genç beyinler için aynı şeyi söyleyemem. Nasıl ki, mideye her bulduğunuzu indiremezsiniz, sağlığınızı bozar, rahatsız eder.. Kitap da öyle bence. İnsan  okuduğunun beyninde oluşturacağı tahribatı da göz  önünde bulundurmalı.. Hele ki  yetişmekte olan bir çocuğu varsa... Tabi burada sanki kitap okuya okuya ölüyorlar da kontrol etmesi kaldı diye düşünenler de olabilir. Doğru, yeni neslin kitaplarla arası pek barışık değil ne yazık ki...Ama bu,  bir milletin geleceği için ciddi bir tehlike.. Kitaptan, sinemadan, tiyatrodan ve sanatın diğer dallarından bi haber yetişen neslin oluşturduğuna "güruh" diyebiliriz ancak..
    Bir de  deli gibi okumanın  çok faydası olduğunu da düşünmüyorum.. İnsan okuduktan sonra bir müddet kenara çekilip, okuduklarını özümsemeli.. Muhakeme etmeli.. Üzerinde epeyce bir kafa yormalı.. Benim savunduğum görüş, okuduğunuz kitaptaki cümleleri aynen tekrar edemeyebilirsiniz, hatta kişileri ve olayları yeri geldiğinde unutabilirsiniz, karıştırabilirsiniz. Ama bitirdiğiniz bir kitabın size ne kattığını, neleri düzelttiğini, neleri çoğalttığını  tefekkür  etmelisiniz. Ve bunları da yapabilmeli bir kitap.. Madem ki yol göstericidir, yolumuza vuran ışık gibi olmalı, aydınlatmalı, işimizi kolaylaştırmalı...
     Okuyalım, okumaktan  zarar gelmeyecek şekilde okuyalım... Kitap obezi olmaya da gerek yok...
 







YETENEĞE SAYGI...


Ne sağlam kalbim varmış....Yoksa sen mi  çok yeteneklisin...Kır kır bitiremedin, hala kıracak yer bulabiliyorsun...Yok yok, ödülü benim kalbim değil, senin  kalp kırma yetenek ve azmin   hak ediyor...Ayakta alkışlıyorum seni....





11.02.2013

AHHHH...

Bir " ahhh" daha saldım semaya.. Duyulur duyulmaz bilemem..
Bildiğim tek şey, hiç bir " ahhh" kaybolmaz...
Zamanı geldiğinde yerini bulur  elbet...





10.02.2013

ÇATINIZ SAĞLAM MI ?


Bir evi istediğiniz kadar süsleyin..
İçini bir güzel tezyin edin...
Lüks ve zevkli eşyalarla döşeyin..
Çatısını kaldırdığınız anda
O güzelliklerin hiç bir hükmü kalmaz..
Güneş alır, yağmur alır..
Tipi olur, boran olur..
İçini korumak kolay olmaz..
Viraneye döner..
Tüm o güzellikler zamanla söner..
Tıpkı ilişkiler gibi..
İlişkinin çatısı saygıdır..
Saygı kalktığı anda aradan,
Kimseye hayır gelmez o sevgiden, bağlılıktan..
Her güzel duygunun yerini öfke alır, nefret alır..
Bir birini sevenler , sanki düşman olur..
Sevdiğiniz kadar saymayı öğrenin..
Hatayı herkes yapar, 
Yeter ki siz telafi etmeyi bilin..











9.02.2013

MUTLULUK İÇİMİZDE ( Mİ ? )



Kötü bir gündü..İyi ki kötüydü diyesim var bir yandan..Bol bol  düşündüm, sorguladım, yargıladım, kendimce bir sonuca vardım..
Efendim,   çoğu insanın  gayesi belli ...Mutlu olmak. Her ne menem bir  şeyse bu, aklımızı, fikrimizi, enerjimizi, vaktimizi hep ona hasreder olmuşuz. Ama finiş çizgisini geçenimiz pek az. Artık gerçekten mutlular mı, yoksa kuyruğu dik tutma  gayretiyle öyle bir görüntü mü sergiliyorlar bilemem.. Bildiğim bir şey var ki, yanlış yerde arıyoruz. Kimi çok para kazanıp, yaşam kalitesini yükseltince mutlu olacağını zannediyor. Kimi okulu bitirince, kimi iyi bir işe sahip olunca, sevdiği ile evlenince, güzel bir evi olunca....vs. vs. vs.
İşte ben de bu yanılgıya düşmüşüm... 
Mutluluğu ne başka birine,
Ne makama mansıba,
Ne paraya pula
Ne şana, itibara bağlamayacaksın arkadaş...
Mutluluk senin içinde...
İyi de ben neden göremiyorum bu  içimdeki mutluluğu ?
Araştırmacı gazeteci kişiliğim (!) onu da çözdü merak etmeyiniz.. İçimdeki çocuk , ilgisiz kalınca sanırım onu oyuncak bildi ve sakladı.. Evet evet kesin sakladı.. Ver diyorum, yalvarıyorum, tehdit ediyorum, ı ıhh bana mısın demiyor..
Peki dedim kabul.. Salarım kendimi, bırakırım dibe doğru.. Ne kadar çabuk ve derinlere inersem o kadar kolay olur dedim yüzeye çıkmam ..ne dipsiz bir dipmiş mübarek , in in bitmiyor.. Hayır bir şey değil, bronşiyal astım var bende.. Çok fazla nefesimi tutamam ki. Zaten ben o doktora da dedim. " Bak bir aydır usluyum, yaramazlık yapmıyorum,  yazın  oraya, not düşün " dedim. Havalı havalı, "ben bilirim sizleri " dedi. " Azıcık iyi oldunuz mu başlarsınız yine"... Al işte, sen bana güvenmedin mi, ağır geldi  , başladım yine.
Neyse efendim...Sonra bir bakıyorsunuz ki, ortada bir yerlerde kala kalmışsınız.. Nereye yakın olduğunuzu kestiremiyorsunuz bile..Aşağı mı inmeliyim, yukarı mı çıkmalıyım.. İşte tam bu noktada yalnızlık denen bir karanlık çepeçevre sarıveriyor etrafınızı.. Şimdi birinci adım, mutluluğu hiç kimseye, hiç bir şeye bağlamayacaktık ya... Hah işte ikinci adım da, kimseden size el uzatmasını beklemeyeceksiniz. Beklediniz mi yandınız demektir. Bu kadar sosyal olup, bu kadar yalnız kalan başkaca da bir  canlı mevcut değildir sanırım. Yine  kendiniz karar verip, kendiniz uygulayacaksınız.. Çünkü böyle zamanlarda beyaz atlı prensler, süpermenler .... Yani diğer bilumum kurtarıcılar  ortalıktan yok oluyorlar ... Her türlü doğal afet için çanta hazırlayıp bir kenara koyan insanoğlunun bir de bunalım için böyle bir hazırlığı olmalı bence...Mesela, kendini her açıdan güçlü, kararlı, huzurlu, mutlu....hisseden insan,  dibe çöküş anları için bir yazı hazırlayıp koymalı ki, ihtiyaç anında alıp okusun, kendine gelsin, güç kuvvet kazansın.. Fonda  güzel bir müzik, keyfini yerine getiren yiyecek ya da içecek ( ille de  çikolata olması gerekmez efendim....  bir de acılı, ekşili şeyler deneyin :))  Ha bir de  filmlerden özenti demeyin,  insanın sığınağı olmalı.. Kendini iyi hissettiği bir yer, konum, durum...Oradayken tüm olumsuz düşüncelerinden sıyrılabildiği bir yer...Bunları iyiyken ayarlamak lazım ki, kötüyken elimizin altında oluversin hemencecik...Yoksa  " Telvesi...Kahve Telvesi... Bunalımda olmadığı zamanlarda, bunalımda olamamanın verdiği üzüntüyle bunalıma giren kadın" modunda dolaşır durursunuz benim gibi....
Uzun lafın kısası,  yatırım yapmak şart... Zor günler için.. Zor günlerde yıkılıp kalmamak için, toparlanmak için....
Sevgiyle....










8.02.2013

:((((

Hayat izin ver bugün susayım, kendimi toplayayım...Yarın yine kaldığımız yerden ... Sen  beni hırpalamaya devam edersin.. Ama izin ver bugün susayım...







7.02.2013

DİLEK TUTACAKTIM...



Bu gece gökyüzüne bakacaktım...
Hani olur da bir yıldız kayar, görürsem,
Dilek tutacaktım..
Meğer sen kayıp gitmişsin  ellerimden...









MIZIKÇI...

Bütün yalanların seni sobeledi...
Artık oyunda değilsin...






6.02.2013

5.02.2013

İKİYÜZLÜ MÜYÜZ ?

   Garip bir alem bu sanal....
   Hani insanların kediyse  aslan, aslan ise   kral göründüğü...
   Bilerek veya bilmeyerek, kişiliğinden  fersah fersah farklı bir tavır sergilediği...
   Ayıplarını, hatalarını,  eksik yanlarını sümen altı edebildiği,  dışta gayet saygın  ve aklı başındayken , zaaflarını, sefih duygularını ortaya döküp besleyebildiği bir alem...
    Eşine, kız arkadaşına karşı  olabildiğine kaba ve anlayışsız  iken, hiç tanımadığı, kahrını çekmeyen,  kendisine karşı gönül borcu taşımayan birine karşı oldukça centilmen , düşünceli ve romantik olabildiği bir yer sanal alem...
      Hayalinde ne varsa, içinde ne gibi bir ukde kaldıysa giderebildiği,  teknisyen iken, mühendisim diyebildiği,   sağlık memuru iken doktorluğa terfi edebildiği bir yer sanal alem...
     Ama bir de işin farklı bir yönü var ki , gerçek dünya ile sanal alemdeki kişilik farklılığınız elinizde olmaz. Ya da yapmacık, bilinçli  değildir. Olaylar sizi belli bir noktaya  sürükler.
    Mesela arkadaşım  "S " der ki,  "blogda melankolik yazılar yazıyorsun ama gerçekte konuşurken yeri geldiğinde keyifli olabiliyorsun, gülebiliyorsun da ..."  Bu sadece bana has bir durum olmasa gerek.. Blogta yazı yazıp ta farklı kişilikler sergileyen sadece ben değilimdir.  Çünkü insanı yazmaya iten duygu durumları vardır. Bazıları çok sinirlendiğinde yazar, kimisi de olağan , gündelik şeyleri yazar, ya da kendisini mutlu eden olayları, bazıları da kendisini yalnız ve hüzünlü hissettiğinde..... Dolayısıyla yazıları hep hüzün taşır, ama  o yazıları yazan hep hüznün pençesinde değildir...Evet  ben genelde  karamsar yazılar yazıyorum ama,  neşeyle dolup taştığım, etrafı esprilerimle kırıp geçirdiğim de oluyor. İşte bu halin, yukarıda anlattıklarımdan farklı olarak, iki yüzlülük taşıdığını düşünmüyorum...
     Mesela, adı üç harfli olan , c ile başlayıp m ile biten  ( Cem bak anlaşılmasın diye adını  tam yazmadım :))  blogger arkadaşımın yazılarını okudukça, başlarda "ne kadar yalnız " derken, zamanla anladım ki, hayattan yeri geldiğinde keyif almasını , yoksunluklarıyla dalga geçmesini bilen, kendisiyle barışık, zeki ve espirili, kelimelerle çok iyi oynayan biri var karşımda...Demek ki,  insanlar farklı yer ve zamanlara özgü farklı kişilikler taşıyabiliyorlar.
     Kaldı ki, içi dışı bir olmanın,  her durum ve şartta aynı tavrı sergilemenin bir meziyet olduğunu da düşünmüyorum.. Nabza göre şerbet vermeyi de savunacak değilim. ..Aklı başında , adab-ı muaşeretten  haberi olan herkes,  nerede nasıl davranacağını bilir.. Dobra olmanın bazen patavatsızlık anlamına gelebileceğini de.. Çok fazla dürüst olmanın kalp kırabileceğini de ...
     Kısacası,  bazı yönlerimiz çok fazla öne çıkabilir.. Ama önemli olan, insanları bu gördüğümüz yönleriyle değerlendirmek değil, tam tersine, arka planda ya da gölgede kalmış yönlerini keşfetmeye çalışmaktır..Üstelik bunu ikiyüzlülük olarak algılamadan, yargılamadan....





4.02.2013

BEN SANA SUSTUM...



Gönlümün zülüfleri beyazladı
Zamansız yüreğim ihtiyarladı
Olmuyor  be sevgili , dilimi susturdum da
Bu yürekten söküp atmak zor adını....





İZMİR'İM....

     Dün hava çok güzeldi.. Tabi insan böyle havaları değerlendirmek istiyor.. Yaklaşık 1 ay önce  yine bir pazar gezmesi yaparken, işi epeyce abartmış, Karaburun'a kadar gitmiştik. Manzaralar harika. Küçük küçük koylara dalası geliyor insanın. İşte  bu gezinti esnasında  muhteşem bir yer görmüştük. Hemen gidip baktık.. Daha yeni devralmışlar,  temizlik yapıyorlardı. .Orada oturup bir kahve içmek, her şeye değerdi. Dün hava güzel olunca yine oraya gidelim dedik.. Düşünün evden 100 km ( tam olarak 105 ) öteye kahve içmeye gidiyorsunuz. Allah akıl fikir  versin bize ne diyeyim.. Ama tabi ki, sonu hüsran oldu, yine açılmamış bizim yer. Yani ne zaman açıp da para kazanacaklar anlamadım ki ...Neyse, yine de şikayetçi olmadık tabi bu durumdan...Gözümüz gönlümüz açıldı.. Bilgisayara yükleyebildiklerimden seçtiklerim işte bunlar.. Muhteşem İzmir'in, göz gönlü açan, doyuran, ferahlatan  karelerinden seçmeler....















SEVENLERİN AŞKINA....

Sabahın  kör bir vakti..
Henüz gün ışımamış, yarı uykulu yoldayım...
Bir önce evime varsam da, kendimi uykuya atsam.. Radyoda şu aralar en sevdiğim şarkı..Tarkan söylüyor.."Sevenlerin aşkına,  sev beni..."
Ne menem bir şey bu sevgi ki, canlı cansız her varlığı ayakta tutuyor..
Sadece insanlara değil, diğer canlılara da enerji veriyor.
Nedir bu bitmez tükenmez sevme- sevilme isteği...
Ama en çok da sevilme..
Acaba diyorum,önemsenme ve değer verilme isteği mi daha baskındır insanda yoksa sevilme isteği mi ? İnsan sevdiğini önemser, ama önemsediğini sevmeden saygı duyabilir..
Hep taltif edilme isteğinin temelinde nasıl bir yoksunluk yatar acaba ?. Çocukluktan gelen  hiçleştirme hareketleri mi? Öz güven eksikliği mi ?
Oysa insan dediğimiz varlık, kendi  tanımalı, bilmeli değil mi? Artı ve eksi yönlerinin farkına varıp, kendindeki olumlu değerler   öz güven için neden yetmiyor? Neden illaki  başkasından onay bekliyor?
Üstelik, başkasının önemsemesi kişinin kendi davranışlarıyla doğrudan orantılı değilken...Bir insan size değer verir ya da vermez. Bu onun bileceği bir iş. Siz ağzınızla kuş tutsanız da bazen kimseye yaranamazsınız. Bu  bir çekimdir. Olur ya da olmaz. Hatta  insanın üstüne çok fazla gitmek, değer kazanmaya çalışmak itici bile gelebilir bazen..
Bir çok ilişkinin bitiminde  karşıdaki insandan yoksun kalmaktan ziyade, O 'nun hatıralarında iyi yer edinememe  kaygısı yer alır..
Kendini bilmeli insan önce.. Başkasından beklediği değeri önce kendine vermeli.. Bu da sanırım bir ölçüde komplekslerden kurtulup, kendisiyle barışması halinde mümkün...







3.02.2013

HÜZÜNLERİM ...HOŞGELDİNİZ..



Ey hüzünlerim, hoş geldiniz...
Gerçi siz benden hiç gitmemiştiniz..
Avının en dalgın halini bekleyen avcı gibi
Hep beni kuytu köşelerde beklersiniz...